Nazım Alpman
Kötülüğün ses duvarları aşılırken
Nuriye Gülmen ile Semih Özakça'nın açlık grevi direnişi güvenlik güçlerinin kaba müdahalesiyle, Ankara'nın kalbi sayılan Yüksel Caddesinden söküldü.
Oysa Anayasa'ya göre önceden izin almaksızın herkesin toplantı ve gösteri yapma hakkı vardır. Bunun için de tek şart "silahsız ve saldırısız" olmasıdır.
İki direnişçi de bunların ikisi de yok.
Tam tersine iki özellik güvenlik kuvvetlerinin müdahalesiyle ortaya çıktı.
Plastik mermi atan silah da kullanıldı, şiddete de başvuruldu.
Eylemin 76. gününe kadar bu iki cesur hak arayıcısının bulunduğu yerde tek olay meydana gelmemişti.
Zaten polis müdahale etmeyince hiçbir yerde olay çıkmıyor. Bu sav geriye doğru temiz bir elli yılı kapsıyor.
Nuriye ve Semih'in eylemine karşı müdahale edilirken, bir kadın yerlerde yuvarlandı. Polislerin ayakları altından kalkıp isyanına devam etti.
Bu çileli kadınla ilk kez 2000 yılında telefonla görüşmüştüm. Kezban Saçılık, bana oğlu Veli Saçılık'ın Burdur Cezaevinde dozer kepçesiyle koparılan kolunu nasıl bulduğunu anlatmıştı.
Çok büyük bir vahşetti o operasyon... Mahkûmlar uyuyorlardı, birden duvar patladı, içinden devasa metal dişleri olan dozer kepçesi göründü. Sonra yukardan aşağıya doğru giyotin gibi indi. Ranzası duvarın dibinde bulunan Veli Saçılık'ın kolu omzundan bu şekilde koparıldı.
O zamanlar "vesayet devleti" vardı.
İnsanlara çok çileler çektiriliyordu.
Veli Saçılık'ın gibi solcu mahkûmların kolları kepçeyle kopartılıyor, şimdi iktidarda olanların "türbanlı bacıları" da üniversitelere alınmıyorlardı.
Birincisi neyse, ama o ikincisi ne çileydi öyle?
"Vesayetçi devletin" yaptıklarına herkes gibi şimdi iktidarda bulunan dinciler de "Olamaz böyle bir şey" diyorlardı.
Meğerse onların "olamazları" farklıymış!
-Öyle olmaz, böyle olur demek istiyorlarmış.
Sadece iktidara gelip, koltuklarını sağlamlaştırmaları gerekiyormuş!
Cihangir'de bütün semt tarafından tanınıp bilinen deli fişek bir emlak komisyoncusu vardı. Yaşadıklarını güzel öykülendirir, coşkulu biçimde anlatırdı.
Günlerden bir gün kendisini çok dertli gören bir büyüğü, ona hatırı sormuştu. Bizim ki, aşk yarası almıştı. Çok üzüntülüydü. Kendisini terk eden sevgilisi hakkındaki "intikam" açıklaması ürperti vericiydi:
-Ona yapacaklarımın yarısı daha aklımda yok!..
Cihangirli emlak komisyoncusunun "intikam teorisi" sanki iktidar tarafından yol haritası haline getirilmiş durumda...
Artık bu kadarı da olmaz denilen her şeyin iki katını yapıyorlar.
Cumhuriyet tarihinin en ağır zulüm dönemi olarak kabul edilen 12 Eylül 1980 askeri darbesi, AKP iktidarının son yılları yanında küçük bir canlandırma projesi gibi kaldı.
Tarih bugünleri de yazıyor:
-Kötülüğün ses duvarları aşılırken..!