Ümit Kardaş
Küreselleşmenin bencil aktörleri: Çöküşe giden yol
1930’lu yılların ekonomik bunalımı 1939 yılında savaşı getirmiş, savaş sonrası küresel ekonominin yeni çerçevesini belirlemek üzere 1944 yılı temmuz ayında 44 ülke delegesi Bretton Woods’ta toplanmıştı. Konferans Amerikan dolarını uluslararası para birimi olarak kabul etti.
Konferanstan küresel ekonomiyi yönetecek ve koordine edecek küresel rekabet ve şirket girişimciliğinden yana üç kurum doğdu. Kurulan üç kurumdan biri Uluslararası Para Fonu (IMF)idi .IMF’nin ana görevi savaş ve ekonomik bunalımdan çıkmış olan dünyaya ekonomik istikrar kazandırmaktı. Bu kurumun görevinin önemli bir parçası sabit döviz kuru sistemini denetlemek ve dövizlerin konvertibilitesini geliştirmekti. Yine bu kurum kısa vadeli nakit sıkıntısına düşen ülkelere acil durum kredisi sağlamakla görevliydi.
Bretton Woods Konferansından doğan ikinci kurum olan Dünya Bankası, Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD)ismiyle kuruldu. Başlangıçtaki görevi savaşta ekonomisi harap olan ülkelere altyapı yatırımları için kredi sağlamaktı.1950’ler de Üçüncü Dünya ülkelerine yönelerek Dünya Bankası olarak anılmaya başlandı.
Bu konferanstan doğan üçüncü kurum ise Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması ile ticareti yaratacak kurallar dizisi belirlendikten sonra uzun yıllar süren görüşmeler sonucu 1995 yılında kurulan Dünya Ticaret Örgütü oldu.. Dünya Ticaret Örgütü bugün dünya ticaretini çevre yasalarından, çalışma koşullarından, insan haklarından, kültürel koruma ve sağlık politikalarından daha önemli gören bir anlayışla yönetilmekte.
1980’li yıllardan itibaren oluşturulan "Yeni Dünya Düzeni" ise çok uluslu şirketlerin önündeki engellerin kaldırılmasını, Üçüncü Dünya ülkelerinin borçlarını ödeyebilir programlara tabi tutulmalarını ve uluslararası sermaye için yeni kar alanlarının açılmasını amaçlıyordu.
IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü bu amaçları dünya sistemi içinde uygulayan ve oluşturdukları politikaları gelişmekte olan ülkelere dayatan kurumlar olarak işlev gördüler. 1980-1990 arası Üçüncü Dünya ülkelerinin büyük bölümü için borçların iki katına çıktığı ve büyümenin artmadığı bir dönem oldu.1990’lı yıllar boyunca yaşananlar büyük kitlelerde "Yeni Dünya Düzeni"nin sorgulanmasına yol açtı.
Afrika’daki insanların yoksulluğa ve ölüme terk edilişleri, Asya Kaplanlarının çöküşü, Irak’ın 12 yıl boyunca bombalanarak ambargolarla halkının yıkıma uğratılması, Yugoslavya ve Çeçenistan’da yaşananlar, Afganistan’ın ve Irak’ın işgali sistemin silah, savaş, yıkım ve ölümle ayakta durabildiğini gösterdi.
Sonuç sosyal devletin geriletilmesi, çıplak ve vahşi bir piyasa ekonomisinin oturtulması, yapısal uyum programlarının acımasızca uygulanması ile yaşanılan yenilgi ve kayıplar, hayal kırıklıkları ,yeni ekonomik siyasetlerin yarattığı yoksulluk, işsizlik, açlık ve öfke. İşte Seattle bu hayal kırıklığının ve öfkenin tepkiye dönüştüğü yer oldu.
30.11.1999 tarihinde simge bir olay gerçekleşti. Amerika’nın Seattle kentinde sendikalı işçiler, gençler, çevreciler güvenlik güçlerine rağmen Dünya Ticaret Örgütü’nün toplantısını bastılar.
Boeing, Microsoft gibi dev şirketlerin merkezinde yapılan bu eylem değişen dünyada bir şeylerin iyi gitmediğini gösteriyordu. Boeing uçak fabrikasında çalışan bir işçi toplanma yerine şirketlere karşı halkın sesini duyurmaya geldiklerini belirterek "Eğer temiz bir çevre ve dünyanın tüm insanları için iyi bir gelecek istiyorsak ,yaşamlarımızı bunların elinden geri almamız gerek" diyordu.
Bu eylemden sonraki iki yıl içinde Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, IMF gibi dünya kapitalist sisteminin önemli kurumlarının Melbourn, Washington, Seul, Prag, Quebec’te yapılan tüm toplantıları kitlesel eylemlerle karşılandı.
Belli bir örgütlenme modeli olmayan bu hareket hangi amaca ne şekilde ulaşılacağına ilişkin bir görüş birliğine de sahip bulunmamakta. Ancak Seattle’de doğan hareket küresel bir direnişe dönüştü. Sistem küreselleşirken muhalefetini de yaratmakta.
Yerkürenin hareketli ve hareketsiz tüm canlılarını ve habitatlarını temel alan bir küreselleşme, barış ve huzurun egemen olduğu ve refahın yaygınlaştırıldığı bir dünya için mevcut küresel örgütler yeterli mi? Bu kuruluşlar söz konusu amaca yönelik bir yapılanma ve uygulama içinde mi? Bu sorulara olumlu bir yanıt verme olanağı bulunmamakta.
Özellikle ekonomi politikalarını yönlendiren ve kaynak tahsisini düzenleyen piyasa olmayıp, baskın ve denetlenemeyen güç enerji, silah, gıda, sağlık, ilaç gibi sektörlerde faaliyet gösteren ulusötesi ( ÜÖŞ) şirketler ve bunların yönlendirdiği uluslararası kuruluşlardır. (IMF, Dünya Bankası, G-8 grubu ( 2014’de Rusya çıkarıldı ), G-20, Dünya Ticaret Örgütü(WTO) Amerikan Kalkınma Bankası, BM Kalkınma Programı gibi..)
Ulus devletlerden güç kaymasına neden olan ulusötesi şirketlerin bir kısmının gelirleri birçok ülkenin GSYİH’sının üzerinde. Örneğin Royal Dutch Shell, Exxon Mobil ve Wall-Mart Stores şirketlerinin gelirleri, Avusturya, Norveç, Suudi Arabistan, İran, Yunanistan, Venezuela, Danimarka gibi ülkelerin GSYİH’dan daha fazla.
GATT anlaşmasının imzalanması ve 1995 yılında Dünya Ticaret Örgütünün kurulması küresel ekonomik sistemin oluşmasında önemli bir dönüm noktası olurken, IMF, Dünya Bankası ve WTO gelişmekte olan ülkeleri ekonomik politikalarının gözetimine dönük, yakın işbirliğine dayanan üçlü bir yetki paylaşımına gittiler.
Örneğin IMF ve Dünya Bankasının ülkelere kredi olarak yeniden borç verebilmesi WTO anlaşması sayesinde yapısal uyum programlarının o ülkelerce uygulanması koşuluna bağlandı. Böylece söz konusu kuruluşlar ülkelerin uluslararası hukuk çerçevesinde denetlenmesinin ve ülkelere kredi alma koşullarının dayatılmasının aracısı durumuna geldiler.
Yapısal uyum olarak uygulanması istenen ekonomik reformların kabul edilme ve uygulanma süreci gerçek bir demokratik sürecin dışında cereyan etmekte. Ekonomik alanda yeniden yapılanma öngörülürken o ülkenin genel ve bölgesel gereksinmeleri, gerçekleri ve halkın çıkarları demokratik bir süreç içinde aşağıdan yukarıya doğru tartışılmazken, parlamenter demokrasi yapay bir kuruma dönüşmekte.
Demokratik süreç bu aşamada işlemezken söz konusu küresel kuruluşlar üzerinde de herhangi bir denetim mekanizması bulunmamakta. Böylece küreselleşme politikaları güçlü ülkelerin küresel örgütler aracılığıyla antidemokratik bir şekilde oluşturdukları politikaların güçsüz ülkelere dayatılıp, o ülkeler içinde de antidemokratik bir şekilde kabul edilmesi ve uygulanması sonucunu doğurmakta.
Ve insan hak ve özgürlüklerine saygının geliştirilip özendirilmesi konusunda uluslararası işbirliğini sağlamak amacıyla kurulmuş bulunan Birleşmiş Milletler Sistemi de dünyanın istediği gelişme ve güvenlik gereksinmelerini doyurabilecek durumda değil.
Uluslararası bir örgüt olan BM tüm dünyayı kapsasa da, büyük ölçüde Güvenlik Konseyi daimi üyesi ülkelerin isteklerinin gerçekleştirilmesine araç olmakta Güvenlik Konseyini oluşturan 5 daimi üye görüş birliğine varmadıkça BM’nin işlevini yerine getirmediği görülmekte.
Adaletsiz, insani, vicdani ve ahlaki değerleri alaşağı eden, şiddet, savaş, yıkım doğuran dayatmacı küresel sistem cehennemi bir dünya yaratmış durumda. Devam edeceğim.