Koray Düzgören
Kürt düşmanlığına dayalı dış politikanın hazin sonu!
Türkiye’nin Suriye’de uyguladığı politika Trump’ın Kuzey ve Kuzey Doğu Suriye’den çekilme kararı alması ile klasik tabiriyle, bir kere daha duvara tosladı.
Türkiye’nin Mınbiç’e girme hayalleri şimdilik suya düştü!
Bu politika, 24 Kasım 2015'te Rusya savaş uçağının düşürülmesine kadar, Esad yönetiminin yıkılması için muhalif adı altında her türlü cihatçı yapılanmaya, örgüte sınırsız destek vermek şeklinde gerçekleşti.
Bu aşamada iktidarın amacı Şam’da kendisine bağlı Sünni cihatçı bir yönetim kurarak Ortadoğu’ya yön verecek bir güce kavuşmaktı. Bir açıdan da eski Osmanlıyı yeniden ihya etmiş olacaklardı.
Hayalleri buydu.
Bu amaçla, IŞİD’e katılmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinden Türkiye’ye gelen cihatçılara sınırı geçmeleri için her türlü kolaylık gösterildi.
MİT ve diğer kamu kuruluşları ile iktidarın güdümündeki yardım kuruluşları eliyle bu örgütlerin her türlü silah ve lojistik ihtiyaçları karşılandı.
İktidar Suriye’de muhalif adı altındaki cihatçı çeteleri desteklerken Suriye yönetimi de 2012’de Şam ve çevresindeki bölgeye ağırlık vermek amacıyla Kuzey Suriye’yi tamamen boşaltma kararı aldı.
Bölge Kürtleri ise bir süredir devam eden silahlı ve sivil örgütlenmelerini tamamlayarak YPG-PYD olarak diğer bölge halklarının ve grupların da desteği ile Kuzey Suriye’deki kent ve kasabalarda Kantonlar ilan ettiğini duyurdu.
Bu arada Türkiye’nin desteklediği IŞİD’li cihatçılar, Kürtlerin savunduğu Kobani kentini kuşattılar. 16 Eylül 2014’te başlayan savaş Mart 2015’de IŞİD’in yenilgisi ile sonuçlandı.
Kobani savaşı Suriye iç savaşında çok önemli bir dönüm noktası oldu. IŞİD’in Irak ve Suriye’deki önlenemez yükselişi ve genişlemesi Kürtler sayesinde durduruldu ve bu tarihten sonra da IŞİD sürekli gerileyerek bugünkü yok olma noktasına getirildi.
Kürtler ise Kobani başarısından sonra IŞİD’e karşı kurulan Uluslararası Koalisyon’un da desteği ile Kuzey ve Kuzey Doğu Suriye’yi neredeyse tamamen IŞİD’den temizlediler ve Suriye’nin üçte biri genişliğindeki topraklarda yeni yönetim modelleri kurulmasına öncülük ettiler.
KÜRT KAZANIMLARI NEDENİYLE RUSYA’YA BİAT
İşte bu noktada, Türkiye’yi yöneten güçler Suriye’de Kürtlerin kazanımlarını ve ortaya koydukları yaşam modellerini bir beka tehdidi olarak görerek, hem Suriye Politikasını hem de dış politikayı Kürt düşmanlığı üzerine yeniden kurguladılar.
Kürtlerin TC için bir beka sorunu olduğuna ilişkin devlet paradigması zaten hiç değişmemişti. 95 yıldır devleti yönetenlerin Kürt meselesine bakışları zaten buydu.
Suriye iç savaşının Kobani kuşatmasına kadar süren ilk bölümünde bu paradigma belki iktidarın yeni Osmanlıcılık hayalleri nedeniyle ikinci planda kalmıştı, o kadar.
Devleti yöneten güçler, Rusya savaş uçağı krizinde iktidarı 360 derece dönüş yapmaya zorlayarak tamamen dışlandıkları Suriye sahasına yeniden dönebilmek amacıyla Rusya’ya biat politikasına yöneldiler.
Başbakan Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin’e 27 Haziran 2016’da bir mektup göndererek savaş uçağının düşürülmesi dolayısıyla özür diledi.
Bu aman dileme kuşkusuz Rusya’nın da işine geliyordu.
Bu özürden sonra Rusya adeta Türkiye’nin dış politikasını rehin aldı.
Türkiye ve Erdoğan Rus dış politikasının yedek lastiği durumuna getirildi. İktidar sözcüleri buna, ‘ABD’ye karşı denge politikası’ adını taktılar ama gerçek durum hiç de öyle olmadı.
Türkiye Suriye’de Rusya’nın izniyle önce Fırat Kalkanı Operasyonu ile Cerebulus-Azez-Bab üçgenini işgal ederek Kürt kantonları arasındaki bağlantıda gedik açtı.
Sonra da yine Rusya’nın izni ile Kürtlerin denetimindeki Afrin’i işgal ederek Cerabulus bölgesindeki gibi etnik temizliğe girişti.
Bunları yaparken bir yandan da Kuzey Suriye’de Fırat’ın batısındaki Mınbiç’i ve Fırat’ın doğu kıyısındaki toprakları Kürtlerden temizlemek gerekçesiyle, Kürtlerle birlikte bölgeye hakim olan ABD’nin kapısını aşındırmaya başladı.
Lafı uzattığımın farkındayım ama amacım, AKP-Devlet Koalisyonu’nun Kürt düşmanlığı üzerine kurulmuş dış politikasını anlatabilmek.
ABD ÇEKİLİRKEN ŞAM BÖLGEYE YERLEŞİYOR
ABD’nin uzunca bir süre Türkiye’nin Mınbiç ısrarına karşı direndiğini ve işgale izin vermeyerek Kürtlerle işbirliğini savunmaya devam ettiğini biliyoruz. İktidar koalisyonunun ise yaklaşan yerel seçimler nedeniyle kahramanlık hikayelerine, hamasi söylemlere büyük ihtiyacı vardı. ABD’yi psikolojik baskı altına almak amacıyla sınıra büyük kuvvetler yığdığı da malum.
İşte bu noktada, geçtiğimiz hafta ABD Başkanı Trump’ın Kuzey Suriye’den çekilme kararını açıklaması, bütün dengeleri ve beklentileri alt üst etti.
Tabii en fazla da Türkiye’yi yönetenleri şaşkınlığa uğrattı.
Acaba bu durumda Türkiye ABD’nin Kuzey Suriye’den çekilmesiyle meydanı boş bulup rahatça bölgeyi işgal edip Kürtleri dilediği gibi ezebilir miydi?
İktidar Koalisyonu’nun aslında bu durumda çok sevinmesi lazımdı.
Ama sevinemediler.
Çünkü ABD’nin gitmesi ile bölge boşalacak değildi. Sahipsiz de değildi.
Kürtler, diğer halklar, gruplar bir yana Rusya ve İran hala Suriye’deler ve tabii ki o topraklar Suriye’nin toprağı.
Dolayısıyla çekilme kararından hemen sonra bana bir TV programında bu konuyu sorduklarında, "Türkiye’nin Mınbiç’e girmesi şimdi daha da zorlaştı" dedim.
Bu ihtimal geçen bir hafta içinde zorlaşmak bir yana, neredeyse imkansız hale geldi.
Ayrıntıları bir tarafa bırakarak gelişmeleri özetlersek:
Önce Rusya, 26 Aralık’ta Suriye’de ABD’den boşalan toprakların Şam’ın kontrolüne bırakılması gerektiğini açıkladı.
28 Aralık’ta YPG, Mınbiç'te ABD’nin çekildiği bölgelerde kontrolü ele alması için Suriye hükümetine çağrıda bulundu. Çağrıda, "Suriye hükümet güçlerini başta Mınbiç olmak üzere çekildiğimiz bölgelerde olası bir Türkiye işgaline karşı kontrolü sağlamaya davet ediyoruz" dendi.
Arkasından Suriye ordusundan yapılan açıklamada "Birliklerimiz Mınbiç'e girdi ve Suriye Cumhuriyeti bayrağını göndere dikti" açıklaması yapıldı.
Hemen sonra Rusya'dan yapılan açıklamada da "YPG bölgesinin yeniden Suriye ordusunun kontrolüne girmesinden memnunuz" dendi.
Rusya dün bir açıklama daha yaparak Suriye birliklerinin Mınbiç merkezine girdiklerini doğruladı.
Yani tahmin ettiğimiz gibi oldu. YPG bir yandan Rusya ile bir yandan da Esad yönetimiyle görüşerek Türkiye’nin olası bir işgalini engelledi. (Sonraki gelişmeler nasıl olur, tabii bilemeyiz)
Peki Türkiye’yi yönetenler ne yaptı?
SURİYE POLİTİKASI BİR KERE DAHA İFLAS EDİYOR
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, durumu kabullenmekte zorlandığını şu sözlerinden anlıyoruz:
"Suriye'nin Münbiç'e yönelik böyle bir psikolojik şu anda çalışma ve eylem içerisinde olduğunu biliyoruz. Orada kendi bayrağını dalgalandırma gibi bir durum olduğunu biliyoruz. Ortada kesinleşmiş bir şey yok"
Moskova ve Şam’ın açıklamalarıyla bu sözlerin yalanlandığı ortada.
Erdoğan kesin ifadelerden kaçarak top döndürmeye devam etti:
"Bunları çok ciddi olarak ele almamız gerekiyor. Olay sadece Münbiç değil, oradaki terör örgütlerini yok etmeye yönelik çalışmamızdır. Tedbirimizi aldık, silahlı kuvvetlerimiz çalışmalarını sürdürüyor."
Ve son cümle:
"Bu topraklar Suriye’ye ait."
Evet, kilit nokta bu işte. O topraklar Arap, Kürt ve diğer halkların, grupların, Suriyelilerin toprakları.
Türkiye’nin hangi gerekçeyle olursa olsun o topraklara müdahaleye hakkı yok.
Buna rağmen Erdoğan Dışişleri Bakanı, MİT Başkanı, Savunma Bakanı ve Saray’daki başdanışmanından oluşan bir ricacı heyeti Moskova’ya gönderdi.
Dün yapılan görüşme sonrası Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, "Tüm terör örgütlerinin Suriye topraklarından temizlenmesi konusunda Rusya ile ortak irademiz var. Suriye ve bölgesel konularda Rusya ve İran’la yakın işbirliğine devam edeceğiz" dedi.
Bu yuvarlak laflardan, görüşmelerden bir netice alınamadığını anlıyoruz.
Türkiye’nin Kürt düşmanlığı üzerine oluşturduğu dış politikanın bir kere daha duvara tosladığı, iflas ettiği bu hazin sonuçla bir kere daha ortaya çıkıyor.
Şimdi her zaman söylediğimiz bilinen bir gerçeği, yeniden söylemenin tam zamanıdır:
Kürtlerle düşmanlık kaybettiriyor.
Kazanmak için Kürtlerle işbirliğinden başka çare yok…