Doğan Özgüden
Kürt halkının mücahitlerine nankörlük neden?
Belçika’nın başkentinde devlet lobisinin borazanlığını yapan Türkçe medyada gün geçmez ki PKK’ye ve HDP’ye, Kürt sosyal ve kültürel etkinliklerine saldıran bir yazı çıkmasın.
Çifte vatandaşlığa sahip olmanın avantajıyla Türkiye’deki parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yarıdan fazlası konsoloslukların koyduğu sandıklara koşarak yüzde 70’iyle Tayyip’e ve onun Cumhur İttifakı’na oy veren Belçika Türklerinin, Türkiye’de ikamet etmedikleri için, 31 Mart belediye seçiminde oy kullanma hakları yok.
Öyle de olsa, bu seçimde AKP’nin İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kent belediyelerini kaybetmesi, Kürt illerinde ise seçilmişleri hapse atarak yerlerine kayyum atanmış belediyelerin yeniden HDP adayları tarafından fethedilmesi ihtimali Tayyip’çilerin yüreklerine şimdiden korku salmış durumda.
Beceriksiz Kılıçdaroğlu’nun gösterdiği adayların büyük kentlerde ancak HDP’li seçmenin oy desteğiyle seçilebileceğini gören lobi medyası Tayyip’in Kürt siyasal liderlerine saldırılarını allayıp pullayıp Belçika Türklerine satmakla meşgul.
Tam da bu ortamda Belçika’da bir üst mahkemenin Kürdistan’da süregelen silahlı mücadeleyi "Türkiye’nin iç anlaşmazlığı" kapsamında değerlendirerek PKK’nın bir terör örgütü olmadığına karar vermesi, tıpkı Tayyip iktidarı gibi lobi güdümlü Türk medyasını da tam anlamıyla çileden çıkarttı.
Ankara’nın dayatmaları sonucu 2006 yılında Belçika Savcılığı Remzi Kartal, Zübeyir Aydar ve Adem Uzun başta olmak üzere 36 Kürt şahsiyetini terör örgütü üyesi oldukları iddiasıyla mahkemeye vermişti.
Duruşmalar sürerken Kartal da, Aydar da seyahat ettikleri diğer Avrupa ülkelerinde kırmızı bültenle arandıkları gerekçesiyle tutuklanmış, haftalarca hapiste tutulmuşlardı.
Ancak kendilerini yargılayan Belçika mahkemesi yukarıda belirttiğimiz gerekçeyle 36 kişinin "terörle mücadele kanunu çerçevesinde" yargılanamayacağına karar vermişti. Savcılığın itirazda bulunduğu Belçika İstinaf Mahkemesi de geçen yılın 14 Eylül’ünde alt mahkemenin kararını onaylayarak 36 kişiyi beraat ettirmişti.
Geçtiğimiz hafta temyiz mahkemesinin savcılığın itirazını reddederek PKK’yı aklayan kararı onaylaması üzerine Belçika’nın Ankara’daki büyükelçisi Michel Malherbe Dışişleri Bakanlığı’na çağrılarak kendisine Türk Devleti’nin bu karardan rahatsız olduğu bildirildi.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy da, "Belçika Federal Savcılığı’nın PKK konusunda sunduğu tüm kanıtlara rağmen alınan bu karar, mevcut haliyle, terör örgütlerine çok tehlikeli bir istismar alanı açmaktadır. Müttefikimiz Belçika’nın terörle mücadele sorumluluğu çerçevesinde hareket etmesini ve PKK terör örgütüne karşı gereken adımları atmasını bekliyoruz" diye açıklama yaptı.
BELÇİKA'DA TÜRK LOBİSİ ADAYLARINA KÖTÜ SÜRPRİZ
Türk medyası haberi "Belçika’ya PKK notası verildi" başlığıyla yansıtırken, yine Belçika’ya ilişkin bir "kara haber" daha veriyordu. Türk lobisinin Belçika meclislerindeki Truva atları, 26 Mayıs 2019’da yapılacak olan yasama seçimleri öncesinde büyük bir darbe yemişti.
Türkiye’de bu ay sonu yapılacak belediye seçimleri için oy kullanamasalar da, çifte vatandaşlık sahibi Türkler, Belçika’da oy kullanmak kanunen zorunlu olduğu için, 26 Mayıs günü seçim bürolarına giderek federal meclis, bölge meclisleri ve de Avrupa Parlamentosu seçimleri için bilgisayar ekranında oy kullanacaklar.
Her seçimde olduğu gibi diplomatik misyonların, milliyetçi ve İslamcı Türk medyasının bastırmasıyla hemen hemen tüm siyasal partilerin aday listelerinde ön sıralara yerleştirilen Türk adaylar, Türk seçmenlerin kendilerine verdiği tercihli oylardan da yararlanarak kolaylıkla seçilmekteydi.
Türk lobisi, bu sayededir ki, özellikle Ermeni soykırımı ve Kürt sorunu gibi konularda Belçika meclislerinde her türlü dayatmayı yapabiliyor, istediği kararları kolaylıkla geçirtebiliyordu.
Listelerinde Türk adaylara çokça yer veren ve de kolaylıkla seçilmelerini sağlayacak şekilde onları üst sıralara yerleştiren partilerin başında Sosyalist Parti gelmekteydi.
Ancak bu kişilerin kendilerine tanınan yetkileri Belçika halkına hizmetten çok Ankara’nın direktiflerini gerçekleştirecek şekilde kullandıkları artık inkâr edilmeyecek şekilde ortaya çıktı. Bu nedenle, geçen seçimlerde seçilmiş olanlar da dahil Türk adaylar açıklanan listelerde seçilmeleri hiç de kolay olmayacak şekilde alt sıralara kaydırılmış bulunuyor. PKK kararından dolayı zaten çılgına dönmüş olan Türk lobisi kendi Truva atlarına reva görülen bu muameleden dolayı tam anlamıyla çileden çıkmış durumda.
Belediye seçimlerinde oy kullanan sayısı o belediyede oturanlarla sınırlı olduğu için. Türklerin yoğun yaşadığı belediyelerde bir Türk aday listenin altlarında yer alsa bile Türk seçmenlerin tercih oyları sayesinde kolaylıkla seçilebiliyordu.
Federal parlamento ve bölge meclisleri seçimlerinde her seçim bölgesinin seçmen sayısı çok daha yüksek olduğu için, bir Türk adayın Türk seçmenlerin tercih oylarıyla seçilebilmesi son derece zor… 3’ü halen Brüksel Bölge Meclisi’nde yer alan 5 Türk adaya PS’nin Brüksel bölge listesinde 16’ıncı sıranın altlarında yer verilmesini Belçika’da İslamofobi’yle birlikte Türkofobi’nin de güçlenmesine bağlayanlar da var.
Belçika’da dini bayram sırasında kurban edilecek hayvanların uyuşturulmadan kesilmesi yasaklanınca bu karar yükselen "islamofobi"nin bir nişanesi olarak İslam kurumları, camiler ve dinci dernekler tarafından şiddetle protesto edilmişti.
Tam da aday listelerinin tesbiti öncesinde, 9 Mart cumartesi günü, Brüksel’deki Belçika Adalet Sarayı önünde düzenlenen protesto gösterisinde Türk bayraklarının da dalgalandırılmasının Türk adayların listelerde aşağılara düşürülmesinde rol oynadığında kuşku yok.
Bittabi tüm bu hezimetlerin faturası Kürtlere ve Ermenilere çıkartılmakta, PKK’nın Belçika adaleti tarafından terör örgütü sayılmaması da, Türkler arasında Kürt düşmanlığını güçlendirmek için bahane olarak kullanılmakta.
Türk Devleti’nin ve onun yurt dışındaki fedailerinin elinde yine de güçlü bir silah var. Belçika mahkemelerinin kararına rağmen, PKK Türk Devleti’nin bir zamanlar yaptığı baskılar sonucu önce ABD, ardından da Avrupa Birliği tarafından konulduğu "terör örgütleri" listesinde bulunmaya devam ediyor.
Oysa Belçika mahkemelerinin son kararlarında vurgulandığı gibi PKK bir IŞİD gibi Avrupa’nın güvenliğini tehdit eden bir örgüt değil, Kürt halkının yüz yıldır süregelen hak ve özgürlük mücadelesinin 12 Eylül 1980 faşizmi koşullarında biçimlenen direnişçi bir örgütlenmesidir.
İki kez Alman işgaline uğramış Belçika halkı, özelde de onyıllarca dili ve hak eşitliği inkâr edilmiş Flaman halkı Kürt halkının mücadelesi karşısında hep anlayışlı olmuş, dayanışma göstermiştir.
Daha önce de yazmıştım. Avrupa’nın başkentinde Kürt varlığını kitlesel olarak ortaya koyan ilk etkinlik ABD’nin Pershing ve Cruise füzelerine, SSCB’nin de SS-20 füzelerine karşı 9 Aralık 1979’da Brüksel’de düzenlenen büyük protesto gösterisi sırasındaydı. Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi (TKSP)'nin disiplinindeki Kürt göçmen federasyonu KOM-KAR bu yürüyüşe gerçekten kitlesel bir ağırlıkla ve ulusal giysileriyle katılmıştı, dövdükleri davulların gümbürtüsü Brüksel meydanlarını ve caddelerini inletiyordu.
Bu ortamdadır ki Belçika’da ilk kez bir Kürt örgütü doğmuştu: Derwich Ferho ve arkadaşlarının önderliğinde kurulan Têkoşer-Yekîtiya Karker û Xwendekarên Kurd… 12 Eylül darbesinden sonra Têkoşer diğer demokratik Türk örgütleri ve Belçika sendikalarıyla birlikte cuntaya karşı ortak mücadelede yerini almıştı.
Evren Cuntası’nın baskıları ve onu izleyen iç savaş ortamı Türkiye’den diğer Avrupa ülkelerine olduğu gibi Belçika’ya da Kürt, Asuri ve Ermeni göçünün yoğunlaşmasına neden oluyor, 1915 Soykırımı’ndan beri büyüyen Ermeni diyasporasına ek olarak Belçika’da hızla Kürt ve Asuri diyasporaları da oluşuyordu.
1984’te ülkede silahlı direnişin başlamasından sonra Kürt örgütlenmeleri tüm ülkelerde ve de Belçika’da hız kazanıyordu. Organize olmaya başlayan Kürtlere karşı Türk diplomatik misyonlarının, Türk gazetelerinin Türk göçmenleri kışkırtmaları gecikmiyordu.
1993’ün son günü Almanya’dan özgürlük yürüyüşüne çıkan bir Kürt grubu Brüksel’e vardığında, sürekli beyni yıkanan Türkler bozkurt işareti yaparak ve "Saint-Josse Türk mahallesidir!", "Burada Kürtlere yer yok!", "Kahrolsun PKK!" diyerek özgürlük yürüyüşçülerine, Kürt lokallerine ve Kürt iş adamlarının bürolarına saldırdılar.
Bu tepkilere ve baskılara karşın 1994 yılında Belçika’daki Kürt siyasal varlığını asla ortadan kaldıramayacak şekilde pekiştiren iki büyük olay Brüksel’de hem sürgündeki Kürt Parlamentosu’nun hem de ilk Kürt televizyonu Med TV’nin kurulması oldu. Sürgündeki Kürt Parlamentosu daha sonra Amsterdam’daki bir kongreyle Kürt Ulusal Kongresi (KNK)’ye dönüştü.
Türkiye’nin tehditleri sonucu 9 Ekim 1998’de Öcalan’ın Esat Hükümeti’nin zorlamasıyla Suriye’den ayrılmasından sonraki süreçte Türk gazetelerinin ve televizyonlarının kışkırtıcı yayınları yüzünden sadece Türkiye’de değil, Türk göçmenlerinin yoğun bulunduğu Avrupa metropollerinde de vahşi gösterilerin ardı arkası kesilmiyordu.
17 Kasım 1998 gecesi Avrupa’nın başkenti Brüksel’in Saint-Josse mahallesindeki Brüksel Kürt Enstitüsü ve Avrupa Kürt Dernekleri Federasyonu üyesi Kürdistan Kültür Derneği lokalleri ateşe verildi.
Kürtlere karşı vahşi saldırılar daha sonraki yıllarda Ermeni ve Asuri lokallerini ve işyerlerini de hedef alarak sürdü.
Kürt örgütlerine ve yayınlarına karşı Türk Devleti’nin dayatmasıyla gerek Belçika’da, gerekse diğer AB üyesi ülkelerde her türlü baskı uygulanırken, Ankara’nın komutasındaki milliyetçi ve İslamcı Türk örgütlerinin kılına dahi dokunulmuyor.
KÜRT HALKININ MÜCAHİTLERİNE BU NANKÖRLÜK NEDEN?
Ortadoğu coğrafyasındaki bir başka direniş örgütü, İran’daki Halkın Mücahitleri Örgütü (HMÖ) tıpkı PKK gibi uzun yıllar ABD’nin ve AB’nin terör örgütleri listesinde yer almışken, 2009 yılında AB ve 2012 yılında da ABD tarafından bu listeden çıkartıldı.
HMÖ, 1965 yılında dönemin İran şahı Rıza Pehlevi’ye, kapitalizme ve ABD emperyalizmine karşı silahlı mücadele yürütmek amacıyla kurulmuş bir örgüttür.
1979’da Şah rejiminin çökmesinden sonra laik bir örgüt olarak silahlı mücadeleyi islamcı rejime karşı sürdürmeye devam etmiştir.
İran’daki İslamcı faşizme karşı silahlı mücadele yürüten sadece Halkın Mücahitleri değil… 1945 yılında kurulan İran Kürdistanı Demokrat Partisi (PDKI) Şah rejimine karşı da, şimdiki İslamcı diktaya karşı da sürekli mücadelede… Partinin kurucusu Kadı Muhammed, 1947 yılında Kürt Mahabat Cumhuriyeti’nin yıkılışının ardından idam edilmiş.
80’li yıllarda Brüksel’i ziyareti sırasında PDKI’nin genel sekreteri Dr. Abdurrahman Qasımlo’yu yakından tanımıştım. Têkoşer yöneticisi arkadaşla birlikte sohbetimizde kendisinin İran’daki dinci, Türkiye’deki askerî darbelerden sonra Ortadoğu’da ne gibi gelişmeler olabileceği konusunda son derece gerçekçi analizlerini dinlemiş, hayran olmuştum.
Ne yazık ki, Qasımlo da 1989 yılında Viyana’da alçakça katledilecek, onu 1992 yılında halefi Sadık Şerefkendi’nin Berlin’de katledilmesi izleyecekti.
Halkın Mücahitleri’nin Avrupa’daki temsilcileriyle daha önceki yıllarda, 1982’de Belçika Komünist Partisi’nin Brüksel’de düzenlediği Le Drapeau Rouge (Kızıl Bayrak) şenliği sırasında tanışmıştık.
Şenlikte Demokrasi İçin Birlik için açtığımız standın tam karşısında İran’ın komünist Tudeh Partisi’nin de bir standı vardı… Standda İranlı bir genç kız partisinin yayınlarını dağıtıyor ve İran’daki durumla ilgili soruları yanıtlamaya çalışıyordu.
O sırada İran’ın giderek İslami bir despotizm altına sürüklenmesine rağmen Sovyetler Birliği, ABD’ye karşı Ortadoğu’da bir denge unsuru olarak gördüğü Khomeiny rejimiyle iyi ilişkiler içindeydi, Tudeh partisi de barış davası uğruna bu rejimi destekliyordu.
Genç militanla partisinin bu tutumunu tartışırken dört beş İranlı genç standa adeta baskın yapıp Tudeh’in tutumunu sert bir şekilde eleştirmeye, genç kıza da hakaret etmeye başladılar. Biz araya girerek tarafları yatıştırdıktan sonra bu gençler kendilerinin Halkın Mücahitleri örgütünün üyesi olduklarını söyleyerek tanıtma broşürleri verdiler.
Kaderin cilvesi, Khomeiny rejimine o denli sahip çıkan komünist Tudeh yöneticileri kısa bir süre sonra arka arkaya tutuklanıp ağır işkencelerden geçirilecek, kendi geçmişlerini karalayan itirafnameler imzalamaya zorlanacak, bir kısmı da diğer rejim muhalifleri gibi infaz edilecekti.
HMÖ ise İran’daki rejime karşı mücadelesini silahlı kanadı İran Ulusal Kurtuluş Ordusu (İUKO) aracılığıyla yıllarca sürdürdü, Tahran ile Washington arasındaki gerginliğin büyümesinden sonra da terörist örgütleri listesinden çıkartıldı. HMÖ’nün terör örgütleri listesinden çıkartılmasında örgüt lideri Meryem Recevi’nin Batı başkentlerinde yaptığı görüşmelerde verdiği güvencelerin rol oynadığı söyleniyor.
İyi de, PKK, üstelik de Belçika adaletinin olumlu kararlarına rağmen, neden hâlâ kara listede tutuluyor?
Kuşkusuz ki bu soruya yanıt ararken, HMÖ ve PKK’nın nicel ve nitel farklılıklarını göz önünde tutmak gerekir. Bugün tüm kadrolarıyla Arnavutluk’ta üstlendiği söylenen HMÖ’nün silahlı mücadeleye son vererek faaliyetlerini sadece ABD ve Avrupa’da diplomatik planda sürdürdüğü biliniyor. PKK ise Kürdistan’ın dört parçasında da örgütlü olduğu gibi Kürt diyasporasının var olduğu tüm dünya ülkelerinde de etkin…
Suriye’nin IŞİD teröründen arınmasında en büyük rolü oynayanlar, PKK’nın verdiği ilhamla seferber olup kendi bağımsız örgütleri PYD’yi, ardından diğer halklarla birlikte demokratik ittifak kuran, İslamcı katillere karsı doğrudan mücadeleye girerek canlarını tehlikeye atan Rojava Kürtleridir.
Kürt halkı sadece Rojava’yı değil, tüm Suriye’yi ve de tüm Avrupa ülkelerini IŞİD belasından kurtarmak için kadınıyla erkeğiyle seferber olmuş, ülkenin en güneyine kadar Suriye’yi bir afetten kurtarmıştır.
Bunun ödülü kara listede tutulmak mı olmalıdır?
ABD’nin kirli oyunları, zikzakları, Türkiye ile kökleşmiş çıkar ilişkileri PKK’yı terör örgütleri listesinden çıkarmaya engel olsa bile, Avrupa Birliği neden hâlâ Ankara’nın dayatmalarına boyun eğmekte, Kürt halkının iradesini, özlemlerini ve duygularını hiçe saymaya devam etmektedir?
İran’lı Halkın Mücahitleri bu utanç listesinden çıkartılmışsa Kürt halkının mücahitleri yiğitlikleri ve özverileriyle bunu daha fazlasıyla, sonuna kadar hak etmiştir.
Terör örgütleri listesine o coğrafyadan bazı örgütler konacaksa, bunlar sadece Türkiye halklarını değil, tasallutlarıyla üç kıtayı, özellikle de Avrupa ülkelerini tehdit eden AKP ve MHP olmalıdır.