Doğan Özgüden
Kürt ulusuna komploların üç kankası
İskoçya'da iklim değişikliğinin kötü etkilerini önlemeyi amaçlayan COP26 Zirvesi beklentilere yeterli yanıt vermeyen bir finalle kapanırken, Türkiye'nin Yassıada'sında da Türk Devletleri Teşkilatı zirvesi, ortak bir bildiriyle Türk-İslam yayılmacılığı adına tüm dünyaya meydan okuyordu.
Bugüne dek Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi olarak bilinirken adını Türk Devletleri Teşkilatı olarak değiştiren örgütlenmenin bu son zirve toplantısında Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan gibi Türk dilinin farklı ağızlarını kullanan İslam ağırlıklı devletlerin yanı sıra Türkçe ile ve de İslam'la ilgisi olmayan Macaristan da yer alıyordu.
Wikipedia'nın verdiği istatistik bilgilerine göre, Macaristan'ın 10 milyona yakın nüfusu etnik açıdan % 94 Macarlar, % 3 Romlar, % 2 Almanlar, % 0,3 Slovaklar, % 0,2 Hırvatlar'dan, dinsel açıdan da % 54 Hristiyanlar, % 19 dinsel inancı olmayanlar, % 0,1 Museviler, % 0,1 Budistler'den oluşurken Türkler ya da Müslümanlar sadece % 0,06'lık bir azınlık oluşturuyor.
Hal böyleyken AB'nin en anti-demokratik, ırkçı ve yabancı düşmanı üç üyesinden biri olan Macaristan Devleti'nin Türk-İslam Devletleri Teşkilatı'nın zirve toplantısında işi ne?
15 Nisan 2021'de Artı Gerçek'te yayınlanan "Tanrı'nın kırbacından İslam'ın kırbacına..." başlıklı yazımda nedenlerini açıklamıştım:
Macar ulusunun Türk ulusuyla kan ve dil bağı bulunduğu, Türkçe gibi Macarcanın da Ural-Altay dil grubuna ait olduğu bir tarih tezi olarak onyıllardır akademik çevrelerde hep tartışıla gelmiştir. Dahası, 5. yüzyılda Avrupa halklarına dehşet saçan Hun imparatoru Atilla, Türklerin tamamı gibi Macarların bir bölümü tarafından uluslarının en önemli atalarından biri olarak kabul edilmiştir.
Türkiye’deki ilk, orta ve lise eğitimimizde bizlere öğretilen en büyük Türk liderleri listesinde Mete Han, Alp Arslan, Osman Bey, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman ve Mustafa Kemal ile birlikte Atilla da mutlaka yer almıştır.
O kadar ki, Bülent Ecevit'in başbakan olduğu 1974 yılında Türk ordusunun Kıbrıs’ın kuzeyini işgali operasyonuna da büyük bir iftiharla "Atilla Harekatı" kod adı verilmiştir.
Hun İmparatoru Atilla’nın iki ulusun ortak atası olarak benimsenmesi ilk kez 18 Ağustos 2015’te Macaristan Turan Vakfı ile Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA)’nın Macaristan’ın Bugac kentinde birlikte düzenlediği "Atalar Günü"nde resmiyet kazanmıştır.
2018 Eylül’ündeki Türk Konseyi 6. Devlet Başkanları Zirvesi’ne Tayyip Erdoğan'ın ısrarlı daveti üzerine ilk kez katılan Macaristan Başbakanı Viktor Orban Macar dili ile Türk dili arasında bir bağ bulunduğunu vurgulayarak bu konuda araştırmaları yoğunlaştıracağını açıklamış, bu amaçla da 1 Ocak 2019’da Macaristan Araştırma Enstitüsü’nü faaliyete geçirmiştir.
Türk-Macar kardeşliği ve işbirliğinin sembolü Atilla, Hun İmparatoru olarak 17 asır önce yaptığı kanlı fetihler ve estirdiği terör nedeniyle Avrupa halkları tarafından hâlâ "Tanrının kırbacı" olarak anılmakta…
Kaderin cilvesi, o "Tanrı’nın kırbacı" 21. Yüzyılda Balkan’lardan Orta Asya’ya kadar uzanan bir coğrafyada ve üç denizde fütuhat peşinde koşan ve terör estiren bir islamo-faşist rejimin Avrupa Birliği içindeki en önemli desteği olmuş bulunuyor...
Geçtiğimiz Mart ayında Avrupa Parlamentosu'ndaki Avrupa Halk Partisi (EPP) grubundan büyük gürültü kopartarak ayrılan Orban’ın partisi Fidezs, AB üyesi ülkelerin tamamında aşırı sağın egemen olması için tüm olanaklarını seferber etmiş durumda… Fransa’dan Marine Le Pen'in Ulusal Birlik, İtalya’dan Matteo Salvini'nin Lega, Polonya’dan Mateus Morawiecki’nin Hukuk ve Adalet partisi ile birlikte Avrupa Parlamentosu içinde ikinci büyük siyasal grubu oluşturmaya çalışıyor.
Orban AB içinde bu operasyonları yürütürken 31 Mart 2021’deki Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nin çevrimiçi zirve toplantısına da katılmış, o toplantıda Azerbaycan ve Türkiye askeri birliklerinin ortaklaşa gerçekleştirdikleri Dağlık Karabağ’ı işgal operasyonuna da övgüler düzülmüştü.
Bu kez de Türk Devletleri Teşkilatı adına Tayyip Erdoğan, İlham Aliyev (Azerbaycan), Kasım Cömert Tokayev (Kazakistan), Sadır Caparov (Kırgızistan), Şevket Mirziyovev (Özbekistan), Gurbangulu Berdimuhamedov (Türkmenistan) ile birlikte Viktor Orban'ın da imzasıyla yayınlanan ortak bildiride katılımcı devletlerin "Azerbaycan Cumhuriyeti'ni 44 Günlük Vatan Muharebesi'ndeki zaferinden ötürü kutladıkları" dosta düşmana ilan edildi.
Hoş, bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin başında Erdoğan değil de CHP'li Kemal Kılıçdaroğlu ya da İYİP'li Meral Akşener olsa ve de Türk Devletleri Teşkilatı zirvesine ikisinden biri katılmış bulunsaydı, bir şey değişmezdi. Her ikisinin yönettiği "muhalefet" partileri, geçen yıl olduğu gibi, geçtiğimiz günlerde "Gazi Meclis"te Kafkaslar fütuhatını sürdürmek üzere Karabağ'da Türk askeri birliklerinin bulundurulmasına oy vermediler mi?
Macar Başbakanı Viktor Orban hazır bu Türk zirvesi için Türkiye'ye gelmişken, toplantı öncesi Ankara'daki başkanlık sarayında Tayyip Erdoğan'la bir de başa baş görüşme yaptı.
Bu görüşmeden çıkan ilk sonuç, artık bir "silah imalatçısı ve ihracatçısı" olan Türkiye'nin bazı silahları Macaristan'da da üretebilmesi için varılan ilke anlaşmasıydı. Buna göre, Nurol şirketi tarafından üretilen ve geçtiğimiz aylarda 40'ı Macaristan'a teslim edilen Ejder tipi zırhlı araçlarla Vestel tarafından üretilen İHA’lar da bundan böyle Macaristan'da imal edilecekti.
İkili görüşmede daha güncel olan göçmenler konusu da ele alınmış, Erdoğan'ın bu konuda AB'ye şantajlarını hararetle savunan Orban toplantı sonrası yaptığı konuşmada "Eğer etrafında koruyucu bir siper olmazsa Avrupa çöker! İşte Türkiye, Avrupa ve Macaristan için kaçak göçün engellenmesi için böyle bir savunma siperidir" diyerek kankasına sahip çıkmış, daha da ileri giderek Türkiye'nin güney ve doğu sınırlarına duvarlar dikmekte yerden göğe haklı olduğunu vurgulamıştır.
Bu açıklamalar, tam da AB üyesi Polonya ile Belarus arasında Kürt mülteciler konusunda büyük bir gerilim yaşandığı döneme denk geliyor.
Aylardan beri hava yoluyla Belarus’un başkenti Minsk’e ulaşan çoğu Güney Kürdistan’dan binlerce mülteci, başta Almanya olmak üzere batı Avrupa ülkelerine geçmek için Polonya sınırına yığılmış, ancak Polonya sınırlarını kapatınca bu mülteciler ormanlık alanlarda mahsur kalmış, birçoğu soğuktan ve açlıktan yaşamını yitirmişti.
Kürdistan coğrafyasındaki gelişmeleri en ayrıntılı şekilde yansıtan ANF haber ajansı, 9 Kasım'da "Belarus'a Kürt göçmenlerin taşınması Erdoğan'ın işi" başlıklı haberle bu göçmen trafiğinin arkasındaki kirli oyunu şu şekilde duyurdu:
"Almanya’nın yüksek tirajlı gazetelerinden Bild bu göçmen trafiğinin arkasında Belarus Cumhurbaşkanı Aleksandr Lukaşenko, Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bulunduğuna dikkat çekti.
"Her üç liderin, göçmenleri AB’nin yaptırımlarına karşı silah olarak kullandığını belirten gazetenin özel haberinde mültecilerin hava yoluyla Moskova, İstanbul, Antalya, Hewlêr ve Şam’dan nasıl Minsk’e taşındığı ayrıntılı olarak anlatıldı.
"Gazeteye konuşan Alman Federal Polis Sendikası Başkanı Heiko Teggatz, göçmenlerin yüzde 49 hissesi Türk devletinin elinde olan Türk Hava Yolları (THY) ile yüzde 51 hissesi Rusya’ya ait olan Aeroflot’un seferleriyle gerçekleştiğini bildirdi.
"Gazeteye göre her iki hava yolu şirketinin Belarus-Polonya sınırı arasında yaşanan mülteci krizinde önemli bir rol oynadıkları Alman güvenlik birimleri tarafından da teyit edildi.
"Buna göre göçmenlerin taşınması için 2019/2020 kışında Ortadoğu ülkelerinden Minsk’e haftalık 17 olan uçak sefer sayısının bu kış 57’ye çıkarak, bu seferlere Güney Kürdistan’ın Hewlêr ile Suriye’nin başkenti Şam da eklendi.
"Mültecilerin en önemli iki toplama merkezi ise İstanbul ve Moskova olurken, THY de İstanbul-Minsk sefer sayısını günde iki kereye çıkardı. Belarus’un hava yolu şirketi Belavia’nın Antalya-Minsk seferlerinin ise internet üzerinden bilet alma işlemini iptal etmesine rağmen, bu seferler haftada 4 kere gerçekleşti.
"Erdoğan rejiminin Rusya ve Belarus ile yaptığı işbirliğiyle mültecileri AB’ye karşı silah olarak kullanma planının yanı sıra bir başka hedefi ise Başûr ve Rojava Kürdistanı’nı boşaltmak. Zira Belarus’a ulaşan göçmenlerden Irak vatandaşı olanların önemli kısmını Behdinan ve Süleymaniye etrafındaki ilçelerden gelenler oluşturuyor. Çoğunluğu genç olan Güney Kürdistanlıların, Hewlêr veya İstanbul üzerinden Belarus’a taşındığı ifade edildi.
"Güney Kürdistan’ın organize bir şekilde boşaltılması planının, Türk devletinin 23 Nisan’da başlattığı işgal saldırılarının hemen ardından devreye sokulması ise dikkat çekti. Resmi rakamlara göre son bir yılda Irak vatandaşı 40 bine yakın kişi yurt dışına kaçarken, bunlardan 10’u yaşamını yitirdi, 12’sinin de akıbeti bilinmiyor."
Yine ANF'nin dün verdiği bir diğer haberde şu önemli bilgiler yer alıyor:
"Polonya- Belarus sınırında yaşanan mülteci dramı hakkında konuşan Dunya Collective üyesi Jan Theurich'e göre Lukaşenko da tıpkı Erdoğan gibi mültecileri bir koz olarak kullanıyor, dahası mülteciler, soğuk ve açlık tehlikesinin yanı sıra bir de Neonazi grupların saldırısı riski altında.
"2020 Ağustos’unda Belarus’ta başkanlık seçimleri vardı. Bu seçimler, bilindiği gibi hileliydi ve diktatör Lukaşenko bu seçimlerle makamını yeniden onaylattı. Bunun ardından Belarus tarihinde ilk defa büyük kitle eylemleri gerçekleştirildi ve diktatör Lukaşenko bu eylemleri kanlı müdahalelerle bastırdı. Buna reaksiyon olarak Avrupa Birliği, Lukaşenko ve onun rejimine karşı bazı yaptırım kararları aldı... Bunun üzerine de Lukaşenko, 2021’in ilkbaharında, Avrupa Birliği’ne karşı baskı aracı olarak kullanmak için dünyanın farklı bölgelerindeki sığınma arayan birçok insanı doğrudan veya aktarmalı uçuşlarla Minsk’te toplamaya başladı. Bu, Avrupa Birliği ile Lukaşenko rejimi arasında bir politik iktidar oyunu."
Hemen hatırlatalım... Belarus diktatörü Lukaşenko da, tıpkı Orban gibi, Erdoğan'ın kankalarındandır... Türkiye Diyanet Vakfı'nın Belarus başkenti Minsk'te yaptırdığı caminin 11 Kasım 2016'daki açılış töreninde ikisi de hazır bulunmuş, Belarus Müftüsü Şabanoviç tarafından kendisine hediye edilen Kuran'ı Erdoğan öpüp alnına koyarken, Lukaşenko da ondan geri kalmamak için Kuran'ı misafirinin elinden alıp öperek alnına götürmüştü.
Tayyip Erdoğan ve Avrupa'daki kafadarlarının bu kirli oyunları karşısında Türkiye'de İnsan Hakları Derneği haklı olarak 12 Kasım 2021'de şu çağrıyı yaptı:
"Belarus-Polonya, Belarus-Litvanya, Belarus-Letonya sınır hattında binlerce göçmen ve mülteci insani olmayan çok zor koşullarda bekletilmekte ve sınırı geçmelerine izin verilmemektedir. Bu durum Temmuz 2021’den beri sürmektedir. Kışın başlamasıyla birlikte insani olmayan koşullar nedeniyle öğrenilebildiği kadarıyla en az 10 kişi yaşamını yitirmiştir. Trajedi boyutuna varan bu konu dünya insan hakları örgütleri tarafından da yakından takip edilmektedir.
"İHD olarak göçmen ve mültecilerin sınır geçişlerine izin verilmesi ve insani koşullarda barınmalarına olanak sağlamak için Polonya’nın Ankara Büyükelçiliği’ne talepte bulunulmuştur. İHD’nin üyesi olduğu FIDH, EuroMed Rights ve OMCT başta olmak üzere ilgili insan hakları kuruluşları ile iletişime geçilmiştir.
"Mülteci ve göçmenlerin araçsallaştırılması politikalarına son verilmesini, başta Orta Doğu olmak üzere silahlı çatışma ve iç savaş mekânı haline getirilen bölgelerde çatışma çözümlerinin başlatılarak bu bölgelerin istikrara kavuşması için barışçıl politikaların izlenmesi ve insanların ülkelerini terk etmesine yol açan koşullara son verilmesi gerektiğini belirtiyoruz. BM, Avrupa Konseyi, AB ve ilgili ülkeleri mültecilerin insan haklarına uygun davranmaya davet ediyor ve bu trajedinin derhal sona erdirilmesini talep ediyoruz."
Erdoğan rejimi insan hakları örgütlerinden gelen tepkiler karşısında Kürt ulusuna karşı oynadığı kirli oyunu örtbas edebilmek için yeni bir manevraya başvurarak Türk Havayolları'nın Minsk'e tek yön bilet satışını askıya aldığını, Belarus'a yapılan uçuşlara Irak, Suriye ve Yemenlileri kabul etmeyeceğini, Belarus'un resmi havayolu şirketi Belavia'nın THY ağını kullanarak gerçekleştirdiği uçuşları göçmenleri taşımak için kullanmasını engelleyeceğini açıkladı.
Ne ki, bu göz boyayıcı açıklamalar, Erdoğan'ın sadece Türkiye'de değil, Irak ve Rojava'daki Kürtlere karşı sürdürdüğü husumeti, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yedeğindeki islamcı teröristlerle birlikte operasyonlarını iki yıl daha aynen sürdürmesi için sallabaş Gazi Meclis'ten karar çıkarttığı gerçeğini unutturamayacaktır.
Bittabi, bu karara sadece süre yönünden karşı çıkan ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu'nun hemen ardından savurduğu "Kandil'i yerle yeksan edeceğim" tehditlerini de...