Kürt ve dış politika açılarından mutabakatname

Kürt yurttaşa yönelik merkezden yerele yetki aktarımı, kayyum uygulamasına son, eğitimde etnik köken ayrımcılığına izin vermeme gibi adı konmadan atılan çiçekler var. Ancak Kürt yurttaş için belki asıl mesele de bir türlü onun “adının konamayışı” kısmıdır

Adeta “bismillah” dercesine “birbirleriyle çok farklı altı partinin böyle kapsamlı bir metin üzerinde uzlaşabilmesi kuşkusuz olumlu bir gelişme” gibi bir cümleyle başlamayacağım. Yahut dilerseniz siz öyle başlamış addedin lütfen. Buna karşılık şunun şurasında seçime yüz gün kala CHP ile İYİP’nin halen bir ortak cumhurbaşkanı adayı belirleyememiş oluşuna dikkat çeken kaygılı bir giriş da yapılabilir.

Önce “Mutabakat, Liyakat, Talimat” başlığıyla belgedeki dış politika, ulusal güvenlik ve mili savunma konularıyla ilgili bölümlere odaklanmayı düşünmüştüm. Ancak Kürt sorununun tüm siyasal konuları olduğu gibi bunları da dikine kestiği malum. Dolayısıyla ikisini harmanlamayı deneyeceğim. Harman yapayım derken umarım karman-çorman etmem.

Kürt yurttaşa yönelik benim görebildiğim kadarıyla merkezden yerele yetki aktarımı, kayyum uygulamasına son, eğitimde etnik köken ayrımcılığına izin vermeme, terörle mücadelenin hukuk devleti zemini gözetilerek yürütülmesi, Suriye halkını oluşturan tüm kesimlerle diyalog arayışı gibi adı konmadan atılan çiçekler var. Ancak Kürt yurttaş için belki asıl mesele de bu bir türlü onun “adının konamayışı” kısmıdır.

Diğer taraftan, metnin genelinde gayet ayrıntılı, bazılarının adını benim de ilk kez duyduğum uluslararası sözleşme ve alt-kuruma atıf varken yerel yönetim bölümünde bundan kaçınılması düşündürücü. Örnekse, tüm masalları ahlat üzerine ayı misali, habire anımsattığım Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Şartı’nı çekincesiz, şerhsiz uygulamaktan söz ediyorum.

Dış politika bölümüyse Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefinin güncellenmesiyle açılıyor. Bu gayet olumlu. Yalnız AB üyeliğini kafaya alınca, altını doldurmak hatta altını tümüyle o hedefle uyumlu ve o hedefin gerektirdiği biçimde doldurmak zorunlu. Orada Terörle Mücadele Kanunu’nun AB’yle uyumlu hale getirilmesini kaydedeceğim yine. Yoksa “ha Kopenhag ha Ankara kriterleri” denilerek getirilip, indirildiğimiz durağın ne menem bir semtte olduğunun herhalde hepimizi bilincindeyiz artık.

Bir başka konu yine benim takıntılarımdan olan şu “soydaş ve akraba” topluluklar. Bunların sorunlarının “insan hakları temelinde çözülmesine temel hedefler arasında yer verilmesi” öngörülmüş. Anladığım değil de sezdiğim kadarıyla kafaların ardındaki topluluk Uygurlar olsa gerek. Böyle utangaç veya örtük bir ifadeyle, Çin’i de küstürmeden o dosyanın belgeye derc edilmesi sağlanmış sanki.

Bunda eleştirilecek bir taraf yok. Kürt penceresinden bakıldığındaysa, sınır komşumuz İran, Irak ve Suriye’de de yaşayan bu “kardeşlerimizin” değinilen “soydaş ve akraba” topluluklara dahil olup, olamadıklarını sormak gerekiyor. SSCB’nin dağılması ve Demir Perde’nin çöküp, Yugoslavya’da da iç savaşın başlamasıyla dağarcığımıza eklediğimiz bu “soydaş ve akraba” sınıflandırmasının raf ömrü bence çoktan doldu.

Diğerlerine kıyasla oldukça kısa tutulmuş dış politika, milli savunma ve ulusal güvenlik bölümlerinde asıl seçim pistinde koşacak at olarak düzensiz göç ve sığınmacılar konusunun seçildiği görülüyor. Bu da yanlış değil bence. Olası hata tüm bu politikaların o omurga üzerine örülmesi olurdu ki, o olasılığa ilişkin bir belirti de yok. Vize uygulamasının kökten değiştirilmesi ve kaçak/göçmen işçi çalıştıran işletmelere göz açtırılmaması iddialarını katıksız uygulamanın gerçekçi olup olmadığından emin değilim.

Bir yandan terörle mücadeleye devam edilecek. Hukuk devleti çerçevesi anımsatıldıktan sonra keşke bir diğer (“soydaş ve akraba” gibi) galat-ı meşhur “özgürlük ve güvenlik” dengesine hiç yer verilmeseymiş. Daha önce belirttiğim üzere bu sözde denge yurttaşın can havliyle devletinin çelik kollarına sürülmesinden ibaret bir köhne Soğuk Savaş hilesidir.

Terörle mücadelede diğer çelişki komşu ülkelerin ulusal egemenlikleri ve toprak bütünlüklerine saygı, Suriye’de (neden Irak ve İran’da da değil öyleyse?) halkı oluşturan tüm kesimlerle diyalog, içişlerine karışmama denilirken Irak ve Suriye’deki askeri varlık ve harekâtların nasıl sürdürüleceği veya sürdürülüp sürdürülmeyeceği. Belki burada örtülü biçimde anlatılmak istenen bunlara son verileceği. Nitekim önerilen “terörizmin kaynaklarıyla mücadele” ile şimdiki son terörist yok edilinceye dek onlar her neredeyse orada mücadele arasında da bir yaklaşım farkı var yahut ben öyle anladım, varsaydım.

Bildik ve kötü çağrışımları olan “arka bahçe” terimi yerine “yakın havza” demek, o vazifeyi bize kim tevdi ettiğini bilemediğim Filistin davasının sancaktarlığını elden bırakmamak, D-8 ve İslâm İşbirliği Teşkilatı gibi kuruluşlara uluslararası görünürlük kazandırmak filan bunlar herhalde yine “Stratejik Derinlik” eserinin muharririnden neşet edip, “dostlar alışverişte görsün” babında eklenmiş hususlar. Oralara gidilmiş ama sınırötesi Kürtlere gelinememiş.

Kim iktidara gelirse gelsin mutlaka eskisi gibi üretim ortağı değilse de maalesef artık müşterisi olarak F-35 programına geri dönmek ve etkin bir hava savunma sistemi (tercihan Fransa-İtalya yapımı SAMP-T) edinmenin milli savunma zorunluluğu olduğunu söyleyegeliyorum. F-35 için “girişimlerde bulunmak” mecburen S-400’den kurtulmayı içerir mi, orasını anlamak mümkün değil. En azından yer verilmiş olmasıysa olumlu.

Son olarak “Büyük savunma tedarik projelerini, kuvvet yapısı ve kuvvet planlamasını bozmayacak şekilde somut güvenlik ortam ve ihtiyacına uygun olarak, ülkenin dış politikası ile çelişmeyen bir biçimde yöneteceğiz.” ifadesiyle bir yandan yüzümüzü yeniden Batı’ya dönmek ve diğer yandan Putin’in kurt kapanından kurtulmak çağrıştırılmak istendiyse, o da bence yerinde.


Aydın Selcen: 1969’da İstanbul’da doğdu. 1988’de Saint Joseph Lisesi’ni ve 1992’de Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl girdiği Dışişleri Bakanlığı’nda, ikinci onyılı Irak’ta veya Irak üzerine olmak üzerine yirmi yıl çeşitli kademelerde ve büyükelçiliklerde meslek memuru olarak çalıştı. 2010’da Türkiye’nin ilk Erbil Başkonsolosu atandı. 2013’te memuriyetten istifa etti. Birbuçuk yıl Genel Enerji petrol şirketinde siyasal danışmanlık yaptı. ArtıTV, ArtıGerçek ve MedyascopeTV’de yazıyor ve yayın yapıyor. “Gözden Irakta” adlı kitabı İletişim Yayınları’ndan 2019’da çıktı. Galatasaray Kulübü üyesidir. Alaz adında bir kızı var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aydın Selcen Arşivi