Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

Kurtlara sevgi, 'bozkurtlar'a nefret…

On yıllardır izi kaybolmuş kurtların Valon ormanlarına tekrar girmesinden kıvanç duyan Belçika halkı, kendi toprağında 'Bozkurt' donuna girmiş faşistlerin varlığından hiç mi hiç hoşlanmıyor.

Belçika’da yaşadığım yarım yüzyıla yakın sürede sadece Türkiyeli değil, Avrupalı demokratların da "bozkurt"tan nefret etmesine öylesine alışkınım ki, geçen hafta Le Soir ile La Libre Belgique gazetelerinin aynı gün çok sevimli birer kurt resmiyle vahşi tabiatın bu gizemli hayvanlarına hasrettiği özlem ve sevgi dolu yazıları neredeyse gözlerim yaşararak okudum.

Her iki gazete de Valon bölgesindeki La Gileppe Barajı’nda 19 Haziran günü bir araya gelen yurttaşlara Çevre Bakanı Céline Tellier’in verdiği mutlu haberi duyuruyordu. On yıllardır Belçika tabiatında izi kalmamış olan kurtlar son zamanlarda Almanya üzerinden Belçika ormanlarına tekrar girmiş olup sayısı şimdilik beşe ulaşmıştı. Ve de bu beş kurdun kılına dokunulmaması ve giderek sayılarının artmasının sağlanması için Valon Hükümeti şimdiden bir "Kurt Planı"nı yürürlüğe sokmuş bulunuyordu.

Çevreciler, tabiatı sevenler ve hayvan dostları bu müjdeye çok sevindiyse de, bu plandan rahatsız olanlar da yok değil… Özellikle sürü sahipleri ve de av alanlarında kendilerine bir rakip çıkmasından rahatsız olan avcılar… Onlar için kurt soyu zinhar yaşatılmamalı, görüldüğü yerde yok edilmeli.

Bakan özellikle sürü sahiplerinin endişelerini giderecek önlemlerin de alındığı güvencesi vermeyi ihmal etmedi. Avcılara gelince, görünüş o ki, iklim değişikliğinin getirdiği felaketlerin yanı sıra son Korona salgının yarattığı paniğin de etkisiyle tabiata daha fazla sahip çıkma seferberliği gün geçtikçe daha fazla taraftar ve militan kazanırken, onların itirazlarını fazla ciddiye alan olmayacak…

Olayın ilginç yanı, bu La Gileppe Barajı’nın 1878 yılında dönemin sömürgeci kral Léopold II tarafından yaptırılmış olması… Kurtlarla ilgili müjdeyi almak için vatandaşların dibinde toplandıkları barajın sembolü olan 13,5 metre yüksekliğindeki aslan heykeli de zamanında bu kralı onurlandırmak için onun sembolü olarak dikilmişti.

ABD’de siyah bir yurttaşın ırkçı polisler tarafından öldürülmesinin ardından Belçika’yı da saran sömürgecilere infialden Léopold II de nasibini almış olup nerde heykeli varsa ya kan rengine boyanmakta ya da alaşağı edilmekteydi. Ama kurt neslinin tarihsel dönüşünün coşkusu içinde kralın aslan donundaki anıtına dokunan olmadı…

***

Belçika gazetelerinde bu kurt haberlerini okurken belleğim beni 2. Dünya Savaşı ortalarındaki 1942 kara kışına götürdü... "Vatansız" Gazeteci anılarımda anlatmıştım:

"Babam Tokat’ın Kunduz ara istasyonunda görevli demiryolcu… Niksar-Erbaa Zelzelesi’ni yeni atlatmışız... Tüm bozkır kar altında... Trenyollarını da kar kapladığından, istasyonun tüm çevreyle tren bağlantısı kesilmiş, kar telgraf direklerini nerdeyse tamamen yutmuş, tellerin bağlandığı porselenlerin beyazını yalıyor. Öyle ki, köylüler çarıklarının gevşeyen bağlarını direklerin tepesinde bağlıyor. Kar dinip de yollar biraz açıldığında, biz, istasyonun beş bacaksız bebesi birbirimize sokulmuş, kara bata çıka, suratımıza kırbaç gibi inen, ellerimizi şerha şerha yaran, dudaklarımızı donduran rüzgârla boğuşa boğuşa, çok uzaklardaki köy okuluna bir an önce varmaya çabalıyoruz. Uçsuz bucaksız beyazın derinliklerinden gelen kurt ulumalarını duydukça korkudan birbirimize daha bir sokuluyor, kenetleniyor, birbirimizi yüreklendirmeye çalışıyoruz. Korkunun ecele faydası yok. Daha çabuk, daha çabuk... Köye bir an önce varmalıyız…"

78 yıl geride kalan bu anıya rağmen gençlik yıllarında Jack London’ın Vahşetin Çağrısı adlı romanında kurt köpeği Buck’un öyküsünü okuyalı beri kurda öyle korkulu bakmaz oldum.

Bir malikanede yıllarca konforlu yaşamın ardından Kanada posta idaresine satılan Buck kutup buzlarında binlerce kilometre kızak çektikten sonra bir gün kendi soyuyla karşılaşıp vahşeti seçmişti:

"Buck karşısındaki kurdu tanımıştı, vahşi kardeşiydi bu. Kurt hafif hafif uluyordu, Buck da uluyarak karşılık verince burunlarını birbirine sürttüler. İkinci bir kurt daha öne çıktı. Bu yaşlı bir kurttu ve vücudu yaralarla kaplıydı. O da burnunu Buck’a doğru uzattı, koklaştılar. Sonra oturdu, burnunu havaya kaldırdı ve uzun uzun uludu. Buck da oturdu ve uludu…"

Aslına dönen kurt köpeği Buck benim için köleliğe, sömürüye karşı mücadelenin unutulmaz simgelerinden biri olmuştu.

Kurt soyuna insanoğlundan en büyük kötülük, ırkçı bir kesimin büyük bir riyakârlıkla kendi simgesini gasp edip gerektiğinde ulumasını da taklit ederek düşman bellediği başka insanlara her türlü alçaklık ve melaneti yapmakta olmasıdır.

2. Dünya Savaşı yıllarında, CHP yönetiminin Mussolini faşizmi ve Hitler Nazizmi’yle flört halinde olduğu, hatta işbirliği yaptığı o dönemde gittiğim ilkokullarda, savaş sonrasında da Ankara’da okuduğum Atatürk Lisesi’nde, ardından Ticaret Lisesi’nde "bozkurt" simgesinin beyinlerimize nasıl kazınmaya çalışıldığını unutmuyorum.

"Bozkurt"u örgütlü bir hasım güç olarak karşımda bulmam ise Akşam gazetesinin genel yayın yönetmeni olduğum 1966’ya rastlıyor… Gazetenin de seçim propagandasını desteklediği 1965 seçimlerinden Türkiye İşçi Partisi 15 milletvekili kazanarak çıkmış, Meclis’te grup kurduğu gibi Türkiye’nin dört bir yanında da daha etkin ve yaygın şekilde örgütlenmeye başlamıştı.

Hiç unutmuyorum, TİP’in İstanbul milletvekili olan gazetemizin yazarı Çetin Altan 1966’nın Mart’ında İstanbul’a gelişinde 1965 seçimine namlı faşist Alparslan Türkeş’in liderliğinde katılıp sadece 11 milletvekili çıkartabilen Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin Ankara’da gençler arasında terör amaçlı örgütlenmeye başladığından endişeyle söz etmişti.

Kısa bir süre sonra da Ankara ve İstanbul üniversitelerinde "Ülkü Ocakları"nın kuruluşu resmileşmişti… Amblemleri bir hilalin içerisinde uluyan "bozkurt" olan ocakların bir de üst örgütü vardı: Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı…

Akşam’daki son dönemimdi… Faşist general Cemal Tural’ın Genelkurmay Başkanı olup orduya birbiri ardına "komünizmle mücadele" emirnameleri yağdırmasından da cesaret alan Bozkurtlar İstanbul’da büyük bir "Komünizmle Mücadele" yürüyüşü düzenlemişlerdi… Akşam’ı basıp tıpkı bir zamanlar Tan’a yapıldığı gibi tesislerini tahrip etmelerini önlemek için giriş kapısını rotatif kâğıdı bobinleri yığarak korumaya almıştık.

Bu ilk yapılanmadan sonra Türkiye’nin tüm üniversite ve yüksek öğretim kurumlarında da Bozkurt amblemli Ülkü Ocakları açılacak, eski MBK üyesi Dündar Taşer’in komutası altında komando eğitim kampları kurulacak, yetiştirilen teröristler Türkiye İşçi Partisi örgütlerine, ilerici gençlik derneklerine ve sendikalara saldıracaktı.

1968’de Vedat Demircioğlu’nun İstanbul Teknik Üniversitesi’nde polisler tarafından katledilmesiyle başlayan "devrimci avı"nın tetikçileri genellikle Bozkurtlardı.

Adana’da yapılan ve CKMP’nin MHP’ye dönüşmesine karar verilen 8-9 Şubat 1969 tarihli kongrede parti amblemi olarak Üç Hilal seçilirken, MHP Gençlik Kolları’na da Bozkurt amblemi uygun görülmüştü.

Bu kongreden sadece üç gün sonra, 11 Şubat 1969’da ABD 6. Filosu’nun İstanbul Boğazı’na demirlemesini protesto eden işçi ve gençlere saldıranların başında Ümmetçiler’le birlikte yine Bozkurtlar yer alıyordu.

1967’den itibaren yayınlamaya başladığımız Ant Dergisi de Bozkurtların sürekli tehditlerine uğruyordu. Özellikle MTTB ve TMTF gibi öğrenci örgütlerinin yönetimini de ele geçiren Ülkücüler Bâbiâli’nin merkezinde terör estiriyordu. Öyle ki, TMTF genel merkezinin yanı başındaki Başmuhasip Sokak’ta bulunan Ant Dergisi’nin yönetim yerine gelen okurların yolu kesiliyor, hakaret ediliyordu. Bu nedenledir ki gerektiğinde kendimizi silahlı saldırıya karşı savunabilmek için Niğdeli bir hamalın aracılığıyla Sürmene işi bir kaçak tabanca edinmiştik.

***

12 Mart 1971 darbesinde sürgüne çıktıktan sonra Bozkurtlarla Belçika’da burun buruna gelmemiz 1978 yılına rastlıyor.

İnfo-Türk’ün Nisan 1978 tarihli bülteninde şunları yazmışız:

"Faşist komandoların Türkiye’deki kanlı provokasyonları, bir savcının, ‘NATO’ya hayır’ afişi asan bir TİP militanının kurşunlanarak öldürülmesine, üniversite öğretim üyesi Server Tanilli’nin vurularak felç edilmesine varırken, yurt dışındaki faşist örgütlenme çalışmaları Almanya ve Hollanda’dan sonra Belçika’ya sıçramıştır.

Belçika’nın çeşitli şehirlerdeki Türkeş hayranları uzun süre ikişer üçer kişilik gruplardan ibaret ve genellikle de tecrit olmuş durumda kalmışlardı. Özellikle MC Hükümeti zamanında Belçika’ya tayin edilen din hocaları ve diğer görevliler genellikle MSP veya AP sempatizanı oldukları için de MHP’liler örgütlenme konusunda Türk misyonlarından uzun süre destek alamamışlardı.

Geçen ay ilk olarak bir sinemada, Belçika’daki bir araya getirilen MHP sempatizanlarına örgütlenme talimatı verilmiş, bunun hemen ardından da Brüksel’de, Schaerbeek belediyesindeki Rue Verte, N° 30’da Brüksel Türk Kültür Derneği - Ülkü Ocağı adı altında bir dernek faaliyete geçirilmiştir.

Başlığında ay-yıldız ve ay-yıldızın iki yanında da hilalli Bozkurt resmi bulunan bir bildirinin dağıtımından hemen sonra faşistler Türkiyeli işçilerin yoğun bulunduğu Schaerbeek semtindeki Türk kahvelerine silahlı, sopalı, demir çubuklu topluluklar halinde girerek terör havası yaratmaya başlamışlardır."

Daha sonra diğer kentlerde de kurulan Bozkurt dernekleri, Belçika Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu adı altında birleştiler, ardından da Almanya’da MHP’nin yan örgütü olarak kurulan Türk Federasyonu’na bağlandılar.

O dönemde Belçika’daki demokrat göçmenlerin örgütlü bulunduğu sosyalist FGTB ve hristiyan CSC sendikalarıyla, İnfo-Türk, Türkiyeli İşçiler Kültür Merkezi, Belçika Türkiyeli İşçiler Birliği ve Kürt örgütü Tekoşer bu faşist örgütlenmeye karşı Belçika kamuoyunu uyarmak üzere tüm olanaklarını kullandılar, bu konuda Belçikalı ilerici ve demokratlardan da yoğun destek gördüler.

Bu çalışmalara paralel olarak Fransızca, Flamanca ve İngilizce yayınladığımız İnfo-Türk haber bültenlerinde bu konuda verdiğimiz haberler, 1987’de Fransızca yayımladığımız Intégrisme islamique en Turquie et Immigration ve 1988’de İngilizce yayımladığımız Extreme-Right in Turkey adlı kitaplar da Belçika’da Bozkurt tehdidinin anlaşılmasına katkı getirdi.

Mehmet Ali Ağca’nın 1981 yılında Roma’da Papa’ya suikast yapmasından sonra Bozkurtlar Belçika kamuoyunda tartışma götürmez şekilde "terörist" damgası yediler.

Hem bu suikastın yarattığı infial hem de 1980 darbesinden sonra Cunta’nın dünya kamuoyuna "tarafsız" görüntüsü vermek için MHP’yi de kapatarak Türkeş başta olmak üzere liderlerini hapsetmesi nedeniyle Avrupa’daki Bozkurtlar da bir kriz dönemine girdiler.

Türk-Federasyon’a rakip olarak ilk kez 1987’de Avrupa Türk-İslam Birliği kurulunca, Belçika’daki Bozkurtların bir kısmı da Belçika Türk İslam Dernekleri Federasyonu adı altında birleşerek ona katıldılar.

1994’te MHP’den kopanların Büyük Birlik Partisi’ni kurması üzerine bu partinin sempatizanı olan Bozkurtlar da önce Avrupa Nizam-i Alem Federasyonu’nu kurdular, daha sonra adını Avrupa Türk Kültür Dernekleri Birliği olarak değiştirdiler.

2015 seçimlerine doğru yurt dışındaki Bozkurtları yukarıda isimlerini verdiğimiz kuruluşlardan kopartarak kendi disiplini altına almayı amaçlayan AKP, Belçika’da Osmanlı Ocakları ve Osmanlı Seferberlik Halk Harekâtı’nı sahneye sürdü.

Bunlara rağmen özellikle AKP ile MHP arasında Cumhur İttifakı’nın kurulmasından sonra MHP disiplinine bağlı Belçika Türk Federasyonu en güçlü Bozkurt örgütü olma ayrıcalığını koruyor.

Federasyon halen Belçika’nın Brüksel, Châtelet, Marchiennes, Verviers, Visé, Gent, Heusden-Zolder, Antwerpen, Berchem, Genk-Winterslag, Genk ve Maasmechelen kentlerinde örgütlü...

Belçika Bozkurtlarının ayrıca gençleri ve kadınları örgütlemek üzere kurulmuş Belçika Ülkücü Gençlik Kolları ve Belçika Ülkücü Kadın Kolları, bir de Türkiye’ye cenaze nakli için kurulmuş Hilal Cenaze Fonu bulunuyor.

Ne ki, on yıllardır izine rastlanmayan kurtların Valon ormanlarına girmesinden büyük kıvanç duyan, onların hayatta kalması için seferber olan Belçika insanı, kendi ülkesinde "Bozkurt" donuna girmiş faşistler bulunmasından son derece rahatsız.

Hele hele bazı siyasi partilerin sırf çifte vatandaş olmuş aşırı milliyetçi Türklerin oyunu alabilmek için Bozkurt şefleriyle flört etmesi, Ülkücülerin toplantılarına katılması, dahası Belçika seçimlerinde bazılarını aday göstermeye kalkışması büyük tepki görüyor.

Kendi aşırı sağcı partilerine cordon sanitaire (güvenlik kuşağı) uygulayan Belçika’dan bu konuda farklı bir tutum beklemek de mümkün değil.

Kurtlara sevgi, "Bozkurt"lara nefret...

Bunun, sadece Bahçeli’nin değil, "Cumhur İttifakı" kumpasıyla Belçika’da Bozkurt’lara oynayan Tayyip ve şürekâsının da kafasına dank etmesi gerek…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi