Kürtlerden hesap sormanın dayanılmaz hafifliği

2014 yılında ayyuka çıkan, Kürtlere yönelik niyet okuma/sorgulama/hesap sorma trendi 2023 seçimlerinde de devam etti. Kürtlere mütemadiyen soru ve hesap sorulmasından gına geldi. Artık bu insanlar dönüp Kürtlerle nasıl bir ilişki kurduklarına bakmalı.

Mayıs 2023 seçimleri sürecinde, “Kürtler kendi adayını çıkaracak mı?”, “Kürtler sözünü tutacak mı?”, “Kürtler sandığa gidecek mi?”, “Öcalan bir çağrı yaparsa Kürtler taraf değiştirir mi?”, “Kürtler sözünü tuttu/tutmadı” minvalinde çokça soru ve yorumla karşılaştık.

Bu seçim ve olası iktidar değişikliği Kürtler için ne anlam taşıyor, onlara ne vadediyor diye sormadan ya da bunu yeterince tartışmadan, Kürtlerin, otur(a)madıkları bir ittifak masasından kimlik meseleleri ve kültürel haklarına dair hiçbir şey beklemeden altılı masaya destek olmaları ne kadar adil veya gerçekçi diye sorgulamadan, Kürtlerin seçim sürecinde dahi maruz kaldıkları hak ihlallerini yeterince gündeme taşımadan, en önemlisi Millet İttifakı bileşenlerinin seçim öncesi ve iki tur arasında seçimi kazanmak için yapabilecekleri ve yapmaları gerekenler konusunda tartışacak o kadar çok şey varken, çok sayıda kişinin dönüp dolaşıp Kürtlerin aldığı ya da alması muhtemel olan pozisyonu hesap soran bir üslupla sorgulaması, ülkedeki çoğunluğun, yani etnik kökeni ne olursa olsun Türklük kimliğinin Kürtlerle kurduğu ilişki, yani ‘Kürt sorunu’ ile doğrudan alakalı.

Hatırladığım kadarıyla 2014 yılında ayyuka çıktı bu trend. Çözüm süreci düşe kalka da olsa devam ederken, aman çözüm süreci bitmesin, aksine, adil ve kalıcı bir barışı sağlayacak şekilde nihayete ersin diye çabalaması gereken çok sayıda insan, türlü mecralarda, Kürtler özerklik karşılığında başkanlığı mı verecek gibi sorular sorup endişelerini paylaştılar. Liberal/solcu/demokrat gibi farklı sıfatlarla anılan gazeteci, yazar ve aktivistler, Kürtlerin daha fazla ölmemesindense, özellikle Gezi sonrası oldukça anti-demokratik bir lider olarak görülen Erdoğan’ın başkan olmamasını çok daha fazla önemsediler. Neyi daha çok önemseyeceklerini kendileri bilirdi elbette ama Erdoğan’ın başkan olmaması için kendi yapabilecekleri sınırlıyken, Kürtlerden bunca şey beklemelerinde büyük bir sorun ve bir haksızlık vardı.

HEP KÜRTLER SORGULANDI

O dönemde Kürtlerin özerklik karşılığında başkanlığı verme ihtimali/iddiası bir yana, “anti-demokratik bir hükümetle çözüm süreci yürütülür mü?”, “demokrasi olmadan barış olur mu?” diye çokça soru soruldu; neredeyse Kürtlerin masayı devirmeleri beklendi. Halbuki ortada bir iktidar vardı ve çözüm sürecinin taraflarından biri doğal olarak o iktidardı. Kaldı ki, çatışmalı dönem 1984 yılında başlamış olmasına rağmen ilk defa kamuoyu önünde bir çözüm süreci yürüten aynı iktidardı. İktidarın, hangi saikle olursa olsun bir çözüm süreci yürütüyorken, hatalarını gidermesi ve kalıcı bir barış için doğru adımlar atması için gerekli çabanın gösterilmesi mümkün ve gerekliyken, Kürtlerin çözüm sürecini sürdürmesi sorgulandı.

HDP’nin Haziran 2015 seçimlerine bağımsız adaylarla değil de parti olarak gireceğini açıklamasından sonra ise, ‘Kürtler bizi sattı mı?”, “Kürtler AKP ile anlaştı mı?” diye sorular sordu bazı çevreler. Çünkü bu soruyu soranlara göre Kürtler baraj altında kalacaklarını bilerek, AKP’ye mecliste sandalye kazandırmak, yani Erdoğan’a başkanlığı altın tepside sunmak için seçime parti olarak giriyor olabilirlerdi.

Cumhuriyet tarihi boyunca ayrımcılığa ve kıyıma, yakın tarihte, 90’lı yıllarda ise insanlığa karşı suçlara ve ağır hak ihlallerine maruz kalan Kürtlerin hak mücadelesine bir kere bile omuz vermemiş, bir kere bile onlar için risk almamış, hatta ‘terörle mücadele konusunda’ devleti teşvik etmiş, yol göstermiş, yani aslında Kürtlerle hiç yan yana yürümemiş, onlarla hiç yoldaş olmamış birtakım insanlar, sanki Kürtlerin onlarla beraber hareket etme mecburiyetleri varmış gibi “Kürtler bizi sattı mı?” diye bir soru sorabiliyorlardı. Bu cüreti egemen ulus kimliklerinden aldıklarına hiç kuşku yoktu.

HDP’ye aylarca bu sorular soruldu. Üstenci ve hesap sorar bir dille niyet sorgusu yapıldı. Endişelerinin yersiz olduğunun ispatlanması beklendi. Kimi Kürtlere göre HDP o dönem Kürtlere birtakım hakların verilmesi, çözüm sürecinin devamı için Erdoğan’a belirli alanlarda destek vermeyi de düşünebilirdi ve Kürtlerin böyle bir pozisyon almaya hakları vardı. Sonuçta ülkenin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engellerden biri ‘Kürt sorunu’ydu ve Kürt sorunun çözülmesi ya da en azından başka bir seviyeye geçmesi ülkenin demokratikleşmesinin ve demokrasi mücadelesi veren kesimlerinin önünü açabilirdi. Bazı Kürtlere göre böyle olmasa dahi, çatışmaların sona ermesi, insanların ölmemesi öncelenebilir ve bunun için her adım atılabilirdi. Kaldı ki bu ülkede AKP gibi bir partinin ve Erdoğan gibi bir liderin ortaya çıkmasında ve demokrasi açısından oldukça endişe verici bir pozisyona gelmelerinde Kürtler başat bir rol oynamadığına göre, Erdoğan’ın başkan olmasının engellenmesinde Kürtlerin öncü bir pozisyon almalarını beklemek oldukça haksızdı.

Ancak HDP ve siyasi aktörler başka bir yol tercih ettiler ve mütemadiyen bazı kesimlerin endişelerini gidermeye çalışan bir pozisyon aldılar. “Seni başkan yaptırmayacağız” cümlesi de ama yanlış, ama doğru, böyle bir süreçte kuruldu.

HDP’nin baraj altı kalmayabileceği görüldüğünde ise, aynı çevreler bu defa da “Kürtler AKP ile koalisyon mu yapacak?” diye sormaya başladılar. Bu endişeli kesimlere göre CHP koalisyon yapabilirdi, başkaları yapabilirdi ama Kürtler yaparlarsa bu bir felaket olurdu. HDP ve siyasi aktörler bu sorulara karşılık olarak “ilkelerde anlaşırsak neden olmasın, bu ülkenin demokratikleşmesi, Kürt sorunun çözümü için gerekli sorumlulukları almaya hazırız” minvalinde cümleler kurmak yerine “AKP ile hiçbir koşulda koalisyon kurmayacağız” demeyi tercih ettiler. Bu pozisyonlarını Haziran 2015 seçiminden sonra da sürdürdüler.

EGEMEN ULUS DİLİ

2014 yılında ayyuka çıkan, Kürtlere yönelik bu niyet okuma/sorgulama/hesap sorma/sıkıştırma trendi 2023 seçimlerinde de devam etti. Bu cümleleri kuranlar, Kürtler iki ittifaktan biri yerine üçüncü yolda ısrar etseler, ilk turda kendi adaylarını çıkarsalar, Kürtlerin neden üçüncü bir yolu tercih ettiklerini anlamaya ve anlatmaya çalışmadan, ikinci turda Millet İttifakı’nın nasıl daha demokratik bir pozisyon alarak seçimi kazanabileceğini tartışmadan, “seçim Kürtler yüzünden ikinci tura kaldı” diyeceklerdi. Oklar, Kürtlerle aynı masaya oturmayan, Kürtlerin anadil hakları ve çatışma çözümü konularında gerekli kararları almayan ve sayısız hata yapan Millet İttifakı yerine Kürtlere dönecekti.

Nitekim HDP/Yeşil Sol Parti, üçüncü yolu tercih etmedi ve ilk turda Millet İttifakı’nın adayı olan Kılıçdaroğlu’nu açıkça ve koşulsuz bir şekilde desteklemeyi tercih etti. Dahası, TİP ile yaşanan ittifak krizinde de seçmenlerinin önemli bir kesiminin beklediği kararı almadı; kendisine vekil kaybettireceğini bile bile ittifaka devam dedi. Yine seçmenlerin önemli bir kesiminin eleştirileri olmasına rağmen, bazı sol partiler ve gruplarla ittifaka, daha önemlisi kontenjan ayırma politikasına devam edildi.

Eylül 2022’de Ruşen Çakır, Kemal Can ile yaptığı Haftaya Bakış isimli programda , Kılıçdaroğlu’nun adaylığını dayattığını ve seçimi kaybederse vebal alacağını söyleyen Cüneyt Özdemir’e ve Fatih Altaylı’ya “sana ne, sen kimsin?” diye bir soru soruvermişti. Bu eleştiri ve çıkış dikkatimi çekmiş ve bana o anda “vay be!” dedirtmişti. Eşitler arası ilişkilerde taraflardan biri diğerine “sen kimsin ki?”, “senin ne haddine” minvalinde sorular sorabiliyordu. Kürtler ise egemen kimliğin uzantısı olan insanlara ve yapılara asla böyle sorular soramıyor, hep kendilerini açıklama, karşı tarafı ikna ve memnun etme gereği duyuyorlardı. Eşitsizlik ve ezilen toplum olma tam da böyle bir şeydi.

Dönüp geriye baktığımızda, bu kesimlerin ana akım Kürt siyasetine yaptığı baskının, Kürt siyasetinin bu baskının etkisiyle veya bundan bağımsız olarak aldığı kararların, muhalefetin tercihlerinin, AKP’nin iktidar, Erdoğan’ın da başkan olmasına engel olmayı sağlamadığını görebiliriz. Kürtler dahil hiçbir muhalif kesime fayda sağlamayan süreçler yaşandığı, kararlar alındığı ortada.

Demem o ki, en azından Diyarbakır’daki gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim ki Kürtlere mütemadiyen soru ve hesap sorulmasından gına geldi. Artık bu insanların dönüp Kürtlerle nasıl bir ilişki kurduklarını, onlarla nasıl bir dil kullandıklarını sorgulaması lazım. Bu ülkede muhalefet nasıl daha demokratik olabilir, demokrasi mücadelesi nasıl güçlenebilir diye kafa yormaları lazım. Ülkenin içinde bulunduğu politik, hukuki ve ekonomik durumun tarihsel nedenlerini, kimlik meselelerini, eşitsizlikleri sorgulamaları ve toplumla beraber tartışmaları lazım. Toplumun demokratikleşerek dönüşmesi için uzun soluklu bir mücadeleye odaklanmaları lazım. Bu bağlamda İrfan Aktan’ın Hamit Bozarslan ile yaptığı röportajın okunmasını tavsiye ederim.

Kürt siyasi aktörlerinin de takip edeceği sosyo-politik rotayı sürekli Türk sol ve muhalefet dünyasına izah etme, onaylatma gibi tutumlardan kurtulması ve yeri geldiğinde “sen kimsin ki?” diyebilmesi lazım. Yoksa bu devran böyle daha on yıllarca sürüp gidecek gibi görünüyor.


Nurcan Kaya: İnsan hakları –özellikle uluslararası insan hakları ve Avrupa Birliği hukuku kapsamında azınlık hakları, eşitlik ve ayrımcılık yasağı, ayrıca AİHM yargısı alanlarında- uzmanlaşmış bir hukukçu ve Diyarbakır Barosu'na üye bir avukat. Essex Üniversitesi’nde uluslararası insan hakları hukuku alanında yüksek lisans yaptı. İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde uzman/araştırmacı olarak çalıştı. Global Dialogue’da Türkiye Direktörü olarak, Uluslararası Azınlık Hakları Grubu’nda (MRG) ayrımcılık yasağı hukuku uzmanı, Türkiye ve Kıbrıs koordinatörü olarak çalıştı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Nurcan Kaya Arşivi