mahpusanelere güneş doğmuyor
tutuklu ve hükümlülerin yaşadıkları koşullar, hak arama mücadelesinin ötesinde, muhalif siyasetin de parçası olmak zorunda.
özgür gündem yazıişleri müdürü inan kızılkaya 441 günlük tutukluluğun ardından tahliye edildi. ona, "büyük hapishaneye hoş geldin," diyenler haksız değil çünkü tam 92 davada yargılanıyor. bir kere, dava açılan her özgür gündem nöbetçi genel yayın yönetmeniyle birlikte o da yargılanıyor. benim yargılandığım duruşmaya onu da getirmişlerdi. (daha sonra duruşmalara getirilmeyerek üzerindeki tecrit ağırlaştırıldı.) sanıkların bulunduğu sıralarda az buçuk konuşma imkânımız olmuş, işkence gördüğünü, çıplak aramaya maruz bırakıldığını anlatmıştı. boynunda, ensesinde, gördüğü şiddetin izleri vardı!
tutukluluğu sırasında yazdığı mektupta ise hem gazeteden gözaltına alınırken gördükleri işkenceyi hem de içinde bulunduğu tecrit koşullarını, aile ve avukat görüşleri sırasında maruz kaldığı, kendi deyimiyle "tacize varan üst aramaları"nı yazmıştı.
tahliye olduktan sonra cumhuriyet gazetesinin kendisiyle yaptığı röportajda, yaşadığı tecridi, çıplak aramaları, 24 saat kamerayla gözlendiklerini anlatıyor.
inan kızılkaya, tanınmış bir gazeteci, onun için hem yurtdışında hem de türkiye’de kampanyalar yürütüldü. ona bunlar yapılıyorsa, adı bilinmeyen bir tutukluya neler yapılabileceğini düşünün.
komple siyah
geçtiğimiz günlerde kocaeli 1 no’lu f tipi cezaevi’nden bir mektup aldım. mektup görülmüş tabii ama yine de, yazanın adını saklayacağım çünkü ne zulümde ne de bürokraside mantık aranmaz. mektup, tek tip elbise dayatmasının ardından yaşanan bir uygulamayı anlatıyor. tek tip elbise, cezaevinden kaçanları tespit etmeye yönelik bir önlem olarak sunulurdu eskiden; sanki kaçmayı başaran başka kıyafet temin etmeyi başaramazmış gibi. asıl amaç bir itaat vesilesi daha yaratarak insanların onurunu kırmak. yeni dönemde bunun bahanesi hero tişörtleri oldu ki çoğumuz bunun neyin kısaltması olduğunun iddia edildiğini bile unuttuk. devamını mektuptan aktarayım:
"Tek Tip Elbise gündeme geldikten sonra olmadık olaylar yaşıyoruz. Üzerinde marka yazan tişörtle hastaneye götürülmeyen mi dersiniz; üstünde ‘İstanbul’ yazılı tişörtün verilmemesi mi dersiniz…
En son uygulama ise ‘komple siyah giyinmeye’ yönelik. ‘Bu da ne?’ diyorsunuz değil mi? anlatayım.
Mahkemeye götürülmek üzere çıktım, artık hapishanenin çıkışında son arama noktasındayım. Rütbeli bir asker geldi ‘Sizi böyle götüremeyiz’ dedi kıyafetlerimi işaret ederek. Nedenini sordum. ‘Komple siyah giyinmişsiniz’ dedi. Bunun sakıncasının ne olduğunu sordum, cevap şöyle: ‘Tek tip kıyafeti protesto etmek için komple siyah giyme kararı almışsınız. Adalet Bakanlığı’ndan yazı geldi. Tamamen siyah giydiğinizde sizleri mahkeme-hastanelere götüremeyiz.’"
mektubun yazarı, böyle bir kararlarının olmadığını, siyah giymenin kişisel tercihi olduğunu anlatmaya çalışmış ama başaramamış. görüşçülerin yatırdığı siyah çamaşırlarla ilgili de sorun çıkmış; çamaşır yani iç giyim!
böyle şeyler ilk bakışta gülünç ve anlamsız uygulamalar olarak görülebilir. ama hapishanede olmak sadece dışarıda olduğu kadarcık bile özgürlükten mahrum olmak demek değil, hayatı zorlaştıran ufak ayrıntıların birbirinin üzerine yığılması da aynı zamanda. dışarıda elde bir saydığımız birçok şey, saç kestirmekten pastaya, cezaevinde kolay ulaşılamayacak lüksler halini alır. mahrum olduğunuz her şey mutluluğunuzdan çalar ve her dayatma insanın onurunu, kişiliğini ezmeye yöneliktir.
hapse giren kadın adet görmez mi
hapiste kadın ağı, aylar boyunca mahpus kadınlara bedava ped verilmesi için kampanya yürüttü. adet döneminde kullanılan bir sağlık malzemesi olan pedin kantinlerde parayla satıldığını, parası olmayan kadınların ped alamadığını anlattıkları kampanya nihayet sonuç verdi, cezaevlerinde kadınlara bedava ped dağıtılıyor.
mahpus bebekler ne olacak
eğer sosyal medyayı izliyorsanız duymuşsunuzdur. bugün hapishanelerde anneleriyle birlikte kalan 668 bebek var. aslında yasal olarak hamile veya altı aylıktan küçük bebeği olan kadınların cezaevinde bulunmaması gerekiyor. ama işler böyle yürümüyor, ayrıca altı aylıktan büyük bebekler de emzirilir, annelerine ihtiyaç duyar. (daha büyük çocukların –eğer hapiste değillerse- neden babalarının bakımında olamadığı insan haklarından ziyade feminizmin alanına giren bir konu.) ama yetişkinler için bile zor olan cezaevi koşullarında bebeklerin, çocukların bulunmasının çocuk ve insan haklarına aykırı olduğunu görmek için hukuk bilmeye gerek yok.
bunlar birbirinden ayrı ve sadece yaşayanları ilgilendiren meseleler olarak görülüyor ama öyle değil. son iki yılda sadece hdp’nin 10 bin üyesinin gözaltına alındığını, bunlardan 3 bininin tutuklu olduğunu düşünürsek bırakın muhalefeti, nüfusun önemli bir kısmının bu sorunlarla halen yüz yüze veya yüz yüze kalma tehlikesi içinde olduğunu görürüz. cezaevleri ve cezaevlerinin koşulları, sadece muhalifleri ilgilendiren bir mesele olmaktan çıktı. cinsel şiddet, kadınlara yönelik şiddet gibi birçok suç için türlü kolaylık sağlandığı, kürtlere, göçmenlere, hayvanlara eziyetin sıradanlaştığı günümüzde, cezaevinde olanların ağırlıklı olarak suçsuz ya da kapatılmayı gerektirmeyen bir suç işlemiş olduğunu söylemek abartma olmaz.
hukuk ve insan hakları örgütleri cezaevleriyle ilgili önemli çalışmalar yürütüyor. ama tutuklu ve hükümlülerin yaşadıkları koşullar, hak arama mücadelesinin ötesinde, muhalif siyasetin de parçası olmak zorunda, bence. sadece hapsedilmenin siyaset yapma deneyiminin parçası olduğu bir ülkede yaşadığımız, herkesin bir gün hapsedilebileceği bir rejim altında bulunduğumuz için değil, bir ceza olarak kapatılmanın ve hapsedilme koşullarının aslında sistemin önemli bir parçası olması sebebiyle de. çok uzattım, bu da başka bir yazının konusu olsun.