ayşe düzkan
memleketi müdürlerden kurtarmak
ömrünün önemli bir kısmını yöneticilik yaparak geçirmiş, bu sebeple, en azından iş hayatında fazla itirazla karşılaşmamış, o arada fena para da kazanmamış orta yaşlılara, özellikle de erkeklere mahsus bir özgüven türü var, bir kibir türü demek bile haksızlık olmaz aslında; ben müdür özgüveni diyeceğim. geçenlerde böyle bir adamın, "soğan elli lira olsun, bence. benim o durumda da alacak param var, alamayanlar hâlâ gidip bunlara oy veriyor," dediğini duydum. açıkçası ilk anda, biri benimle dalga mı geçiyor diye düşündüm çünkü birkaç gün önce pazarda benzer bir konuşmaya şahit olmuştum; iki ay önce 1,5 lira olan domates fiyatının dört lira olmasından bahsediliyordu, yine böyle bir adam, "beter olsunlar," dedi. "bana göre hava hoş, kendileri seçti bunu." böyle derken pazarcı kadına da imalı bir bakış attı. chp’nin birinci parti olduğu bir yerdeyiz, kadının başı açık. ihtimal ki akp seçmeni değil. ama akp’ye oy verenlerle aynı sınıftan! öyleyse öfkeyi hak ediyordu.
türkiye’de müdürlük kapitalist üretim hiyerarşisinde bir mevki olmaktan çıkıp bir siyasal pozisyon halini almaya başladı. bilirsiniz, müdürler, kendilerini çalıştıkları yerin sahibi sanır zaman zaman. siyasi müdür de, cumhuriyetin ve devletin sahibi olduğuna inanıyor. cahil köylülere, "varoş"lardan şehre inip tadını kaçıranlara rağmen yaşıyor o, ve –burada kelimenin bütün anlamları kullanılabilir- mülküne göz konulması ihtimaline karşı büyük bir infial duyuyor.
şunu görelim lütfen; müdürlerin infiali muhalefet değil arkadaşlar. muhalefet, memleketin sahibinin, müdüriyetin şeytanlaştırdığı köylüler, kentlerdeki emekçiler olması mücadelesi. muhalefet kendini elit sayanlara bırakılamayacak kadar önemli bir şey. (kelimeyi el ve it diye yapıbişeyine uğratmak da mümkün ama yapmayacağım.)
patates üreticileri, patateslerine kilosu bir liradan alıcı bulamadıklarından şikayet ediyor, pazarda patates dört lira ve suriye’den ithal edilen patateslerde kimyasal kalıntı olabileceği ihtimalinden söz ediliyor. hapisten de çıktığına göre, yıllarca, tarım toplumlarının geriliğinden söz eden mehmet altan’a dünyanın en büyük ekonomilerinden bir kısmının –mesela abd, kanada, fransa- tarım ülkesi olduğunu hatırlatalım. ve bu kadar verimli topraklara sahip bir ülkeyken, neden tarım ürünleri ihraç eder hale geldiğimizi soralım.
köylüler olmasa aç kalırız, büyük şehirlerin, merkezlerinin dışına fırlatıp attığı emekçiler olmasa giyecek tişört bulamayız.
daha iyi bir ülkenin, cahillere karşı mücadeleyle kazanılacağına inananlar çok. hatta komünizmin, daha becerikli yöneticilerle geleceğine inananlar bile var. ve her ödtü mezuniyet töreninde, öğrenciler arasındaki, mizaha yatkın solcuların varlığıyla teselli bulanlar çok. bunun bıktırıcılığı bir yana, "onların" çocuklarının odtü gibi üniversitelere giremediği iddiası ne anlama geliyor sizce? siyasal tercih, göz rengi, kepçe kulak falan gibi nesilden nesile aktarılan bir özellik mi? herkes ailesinin siyasi pozisyonunu benimseyerek mi ilerliyor hayatta, anaya babaya isyan gibi güzel geleneklerimiz de mi bitti? yani sağcı bir aileye doğduysanız, sağcı olmanız garanti mi? (solcu ailelere doğan çocukların illa solcu olmadığına şahidim.)
üniversiteye girerken fırsat eşitliği olduğuna dair bir rivayet bile yok artık ama bu olmayan yalana inansak bile, eğer "iyi" eğitim, yök’le yönetilen herhangi bir üniversitede bulunabiliyorsa ve "iyi eğitim" insanı "bizden" kılıyorsa, sağcı ailelerin çocuklarının odtü’ye girmesi hepimiz için daha iyi olmaz mı? hatta daha önemlisi, sağcı ailelerin çocuklarının, sağcıların dediklerimize kulak verecek kadar yakınımızda bulunmaları iyi olmaz mı? meğer ki onları küçümsemek yerine dertlerini anlatalım.
ikisini karşı karşıya getirmek amacıyla yazmıyorum ama remziye tosun’un beyaz tülbenti, odtü’nün eğlenceli pankartlarından daha inatçıdır. o tülbent meclis’te barışın sancağı olarak dalgalanacak. ama o tülbent aynı zamanda, bu ülkenin emekçilerinin meclis’te yer alma, temsil edilme ümidini de simgeliyor. tarlada domates toplayan, damlarda domates salçası yapan, fabrikalarda domates çorbası üreten kadınların da parlamentoda yer alabilme ihtimalini hatırlatıyor. parlamento olmaktan çıkartılmış meclis’in, bir gün emekleriyle bu ülkeyi yaratanları temsil edebileceğini, yoksulların eğitimsizliğe, cahilliğe mahkûm olmadığını, kendi iradelerini ifade edebilecekleri gerçeğini.
Müdürler de isterlerse, koca koca diplomalara rağmen, belki onların sayesinde müdürlükten öteye gidemesin. ülkenin patronlarını, ülkenin emekçilerine karşı temsil etsin…