Doğan Özgüden
Menderes neden 1 Mayıs kutlamıştı?
Her 1 Mayıs’ta olduğu gibi, bu satırları yazarken, yine istim üzerindeyim… Ekran’ın bir yanı bu yazıyı yazmakta olduğum Word sayfasına, öte yanı ülkemizde ve dünyada neler olup bittiğini sürekli izleyebilmek için internetin enformasyon sitelerine parsellenmiş durumda.
Bu arada Facebook’a geceden yüklediğim iki paylaşıma yorumlar geliyor. Biri tüm dünyanın emekçilerine üç dilde "Mücadele Ve Barış" sloganıyla 1 Mayıs kutlaması… Diğeri, geçmişe uzanarak Türkiye’nin farklı dönemlerdeki dört 1 Mayıs’ını hatırlatan bir tablo.
Bizim 1 Mayıs kutlamamızı içeren paylaşımın bir yanında mücadeleyi temsil eden kızıl bayraklar, öte yanında barış çağrıştıran nazlı müge çiçekleri…
Bizler Türkiye’nin 50’li ve 60’lı yıllarında yasaklı 1 Mayıs’ı yoldaşlar ve dostlar arasında kaçgöç kutlarken düşlerimizde hep kızıl bayraklı işçiler ve de hep bir ağızdan yeri göğü inleterek söylenen Enternasyonal’in sözleri vardı:
Bu kavga en sonuncu kavgamızdır artık
Enternasyonal’le kurtulur insanlık
İnci’yle birlikte sürgünümüzün ilk 1 Mayıs’ını 1972 yılında Paris’te yaşayacaktık… Evet, Fransız Komünist Partisi’nin hâlâ güçlü olduğu, deli fişek genel sekreter Marchais’nin meydanlarda ve televizyon ekranlarında diğer partilerin liderlerine kök söktürdüğü günlerdi.
Beklediğimiz gibi de, 1 Mayıs günü Fransız ve yabancı kökenli emekçiler, emekten yana olan herkes kızıl bayraklarla Enternasyonal söyleyerek Paris’in cadde ve meydanlarını işgal etti, emeğin ve barışın sesini haykırdı.
O heyecanı yaşarken belleğim beni birden 14 yıl öncesine götürmüştü. 1958 yılında Çetin Altan, Abdi İpekçi ve İlhami Soysal gibi dostlarımın da dahil olduğu bir gazeteci kafilesiyle Paris’e ilk kez gitmiştim. Akşamın alacakaranlığında kente girdiğimizde kısa süre önce yapılmış olan bir seçimin afişlerini görünce nasıl da heyecanlanmıştık… Evet, Fransız Komünist Partisi’nin orak çekiçli afişleri hâlâ duvarları kaplamaktaydı… K harfiyle başlayan iki kelimenin, Kürt kelimesiyle Komünist kelimesinin zinhar yasak olduğu bir ülkeden gelen sol gazeteciler için inanılır gibi değildi…
1972 Paris’inde 1 Mayıs’ı kutlamaya hazırlanırken de hiç beklemediğimiz bir sürprizle daha karşılaşacaktık. O sırada eşi Ataol Behramoğlu ile birlikte Paris’te bulunan sevgili Necmiye Alpay bizim 1 Mayıs’ımızı bir buket mügeyle kutlamıştı. O denli ki, o yıllarda cuntaya karşı yurt dışında mücadele verenler elçiliklerin cadı avına kurban gitmemek için kendi aralarında takma isim kullanmak zorunda olduğundan Necmiye de takma ad olarak Müge’yi benimsemişti.
Evet, o narin müge çiçeği, Fransa’da 1 Mayıs’ın kutsal çiçeğiydi, Paris daha 30 Nisan’da bembeyaz mügeye kesmişti.
Daha sonra uzun yıllar kalacağımız Belçika’da da müge 1 Mayıs’ın sembolü… Bu satırları yazarken bilgisayarımın yanındaki vazocukta dostlarımın gönderdiği müge buketleri gülümsüyor.
Sevgili ülkemizdeki 35 yıllık yaşamımda 1 Mayıs’ın işçi sınıfının bayramı olarak kitlesel şekilde kutlandığına hiç tanık olmadım, o güzelliği, o coşkuyu hiç yaşayamadım… Çünkü resmen yasaktı. Hem de cumhuriyetin ilanından beri… Oysa Osmanlı döneminde dahi 1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak kitlesel şekilde kutlanıldığı belgelerle sabit… Türkiye’nin kapitalistler ve milliyetçiler egemenliğinde bir ülkeye dönüşmesini sağlamak için 1923’te İzmir’de toplanan İktisat Kongresi’nde 1 Mayıs’ın "işçi bayramı" olduğu söylenmişse de, kağıt üstündeki bu bayram çok geçmeden nisyana terkedilmiştir.
Yıllarca sonra, benim dünyaya geldiğim 1936 yılında 1 Mayıs Kemalist iktidar tarafından "resmî tatil" günü ilan edilmiş… Ama işçi bayramı olarak değil, Bahar Bayramı olarak… O tarihten sonra da Atatürk’ün buyruğuyla bestelenen ünlü şarkı terennüm edilerek:
Nisan Mayıs ayları
Gevşer gönül yayları
Çayır çimen bekliyor
Bayanlarla bayları
*
İnanılır gibi değil, 1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak kutlandığına hiç beklenmedik bir zamanda ve de hiç tahmin edilemeyecek bir ağızdan 1960 yılında tanık olacaktım.
Menderes diktasının giderek daha amansızlaştığı, Türkiye’nin hızla 27 Mayıs darbesine doğru sürüklendiği günler… 28-29 Nisan direnişinde Turan Emeksiz vurulmuş, tutuklamalar, yasaklamalar birbirini kovalıyor.
1 Mayıs akşamı CHP’nin İzmir il merkezinde bir basın toplantısı izlemişim, ayrılmak üzereyim. Açık olan radyoda akşam haberleri saatinde Menderes’in bir konuşması verilmeye başlanıyor. Kulaklarımıza inanamıyoruz… Başbakan "Bugün 1 Mayıs İşçi Bayramı, işçi kardeşlerimizin elemsiz, kedersiz birçok bayramlar idrak etmelerini temenni ediyorum" diyor.
Yıllarca anti-komünizmi bayrak etmiş sağcı bir liderin neden bu sözleri söylemek zorunda kaldığı belliydi. Giderek zayıf düşen iktidarını ayakta tutabilmek için yıllardır ezdiği işçi kitlelerini son bir gayretle kendi saflarına çekmeye çabalıyordu. Özellikle de ABD ve NATO’nun güvenini yitirdikten sonra Sovyetler Birliği’yle yakınlaşmaya çalışıyor, hatta Dışişleri Bakan Fatin Rüştü Zorlu ile birlikte Sovyet lideri KJruşçef’le görüşmek üzere Moskova’ya bir seyahat yapmayı planlıyordu. Bu 1 Mayıs mesajının ardında hiç kuşkusuz Sovyetler Birliği’yle ilişkileri göstermelik de olsa ısıtma hesabı da yatıyordu.
Evet, 27 Mayıs 1960’da Atatürkçü subaylar, Genel Kurmay’ın NATO Dairesi Başkanı Alparslan Türkeş’in elebaşılığında, kısa süre sonra erken seçime gideceğini açıklayan Menderes’i devirdiler. Türkeş o günlerde sık sık İzmir’e gelerek NATO Komutanlığı’nda görüşmelerde bulunuyor, Menderes’e karşı bildiriler yine NATO karargâhındaki teksir makinelerinde Amerikalı subay ve assubayların gözleri önünde basılıyordu.
İşte erkene alınacağı belli olan seçimleri beklemeden alelacele yapılan ve Türkeş’in sesinden "NATO’ya, CENTO’ya bağlıyız" diye yeminler ederek anons edilen darbenin nedenleri arasında hiç kuşkusuz Menderes’in SSCB ile bu yakınlaşması da vardı.
1961 Anayasası ile bazı temel hak ve özgürlükler tanındı, ama 1 Mayıs’ı "çayır çimen bayramı" olmaktan çıkartıp gerçek sahibi olan işçi sınıfına iade etmek kimsenin aklından dahi geçmedi.
Ne subayların, ne ondan sonra seçimle iktidar olan İnönü CHP’sinin… Komünizmle mücadeleyi ana hedef olarak benimsemiş olan Demirel’in AP’sinden de zaten böyle bir şey beklenemezdi.
İşbirlikçi ve Amerikancı Türk-İş ise, 1 Mayıs’ı tamamen unutturmak için, Ecevit’in çalışma bakanı olduğu sırada grev haklarını kısıtlamak ve işverenlere lokavtı bir hak olarak tanımak için çıkartılan 275 sayılı kanunun Meclis’ten geçtiği 24 Temmuz’u "işçi bayramı" ilan etmişti.
*
1 Mayıs suskunluğunu bozan ilk girişim, gecikmeli de olsa, yeni kurulmuş bulunan DİSK’ten geldi… 1969 yılının 1 Mayıs’ında yayınladığı bildiride DİSK Yürütme Kurulu "Bütün dünya emekçilerinin daha mutlu bir yarına, daha güvenilir bir yaşama kavuşmak için giriştiği mücadelelerin birleştiği 1 Mayıs gününü, devrimci işçilerin biricik temsilcisi olarak yürekten kutlarız" diyordu.
Bildiri ana akım medyada hiçbir yankı bulmamıştı. Sadece bizim Ant dergisi bildiriyi tam metin olarak yayınlamış, ayrıca devrimci gençlik örgütlerinin 1 Mayıs kutlama mesajlarını da yansıtmıştı.
Türkiye’de sınıf kavgasının şiddetlendiği, grevlerin, fabrika ve toprak işgallerinin birbirini kovaladığı, buna karşılık AP iktidarının CHP‘nin de desteğini alarak DİSK’in yetkilerini kısmak üzere yasalarda değişiklikler yapmaya hazırlandığı günlerdi.
Ant’ın 1 Mayıs 1970 tarihli sayısında Lenin’in 1904’te 1 Mayıs üzerine yazmış olduğu bir yazıyı, Oya Baydar’ın Türkiye işçi sınıfı üzerine bir incelemesini ve arka kapakta da Enternasyonal marşının tam metin Türkçe çevirisini yayınladık.
1 Mayıs’tan bir buçuk ay sonradır ki efsanevi 15-16 Haziran direnişiyle işçiler İstanbul’u dört koldan işgal ettiler… Onu sıkıyönetim ilanı, OYAK aracılığıyla kapitalist sınıfa entegre edilmiş bulunan ordunun artık safını tam belirleyerek hem işçi sınıfına hem de devrimci gençliğe karşı uygulayacağı terör izleyecekti… O da yetmeyecekti, 12 Mart 1971 darbesiyle tüm hak ve özgürlükler, işçinin zaten hayli sınırlandırılmış olan hakları ayaklar altına alınacaktı.
12 Mart terörünü izleyen yeniden örgütlenme ve mücadele döneminde 1 Mayıs’ın işçi sınıfı tarafından kitlesel şekilde kutlanması ilk kez 1976 yılında DİSK’in Taksim Meydanı’nda örgütlediği büyük mitingle gerçekleşti.
*
Aynı meydanda ertesi yıl, 1 Mayıs 1977’de yaşanan cankırımı… İşçi sınıfını arkadan vuran korkunç komplo… Buna rağmen 1978’de aynı meydanda 1 Mayıs yeniden büyük coşkuyla kutlanıyor...
Ama CHP lideri Bülent Ecevit’in yeniden başbakan olduğu 1979’da İstanbul’un üzerine yine karabasan gibi çöken sıkıyönetim 1 Mayıs kutlamalarını tamamen yasaklıyor. DİSK yöneticileri tutuklanıyor… Ancak Türkiye İşçi Partisi ve Kurtuluş hareketinin yönetici ve militanları yasağa meydan okuyarak sokağa iniyor… Asker tarafından derhal önleri kesiliyor, genel başkan Behice Boran da dahil olmak üzere direnişçilerin hepsi gözaltına alınıyor.
Bu tutuklamalara karşı yurt dışında protesto kampanyaları örgütlüyoruz. Büyük rastlantı, Başbakan Bülent Ecevit, önceden belirlenmiş bir program uyarınca, 10 Mayıs 1979’da Strasbourg’a gelerek Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi toplantısında bir konuşma yapacaktır.
Bu toplantı sırasında TİP yöneticilerinin tutuklanmasını ve Ecevit Hükümeti’nin iki yüzlü tutumunu protesto etmek üzere seferber oluyoruz. Belçika’nın iki ulusal sendikası FGTB ve CSC’nin Türkiyeli işçiler bölümünden sorumlu arkadaşlar da dahil, ellerimizde çeşitli dillerde protesto bildirileri olduğu halde Strasbourg’a giderek Avrupalı parlamenterleri Türkiye’deki rejimin gerçek niteliği konusunda uyarıyoruz.
Aslında benim için değişen pek de bir şey yok... 17 yıl önce Strasbourg’ta 12 Mart cuntasına karşı mücadele verirken tanıdığım Ecevit fenomeni yine karşımda… Üstelik bu kez illegal de değilim, Konsey toplantılarını kulislerden değil, gazeteci olarak toplantı salonunda doğrudan izliyorum… Ecevit tam karşımda, kürsüde, habire konuşuyor…
Tıpkı 1971 darbesi sonrası dönemde Ankara rejiminin Avrupa Konseyi’nden atılmasını engellemek için Strasbourg’ta temsilcileri aracılığıyla elinden geleni ardına koymamış, cuntacıları savunmuş olan Ecevit, 17 yıl sonra, bu kez yaptığı konuşmada da yine 1 Mayıs direnişçilerini suçlayarak sıkıyönetimi savunuyor.
Bir yıl sonra, 1980’de de 1 Mayıs yine yasak… Siyasal cinayetler, kitlesel tutuklamalar, grev yasakları, örgüt kapatmaları daha da yoğunlaşıyor Ve Türkiye’de ilk 1 Mayıs bildirisine 1969’da imza atmış olma onurunu taşıyan DİSK ve TİP’in kurucularından, Maden İş Sendikası genel başkanı Kemal Türkler 22 Temmuz’da katlediliyor…
12 Eylül darbesi ve sonrası… Paşalar diktasının ardından militarist "demokrasi"nin Özal, Demirel, Çiller, Erbakan, Ecevit, en sonunda da Erdoğan başbakanlığı altındaki faşizan yönetimleri…
Ve de bu yönetimlerin her birinde de bitip tükenmez 1 Mayıs yasakları… Taksim yasakları… Kitlesel tutuklamalar…
Yazıyı tamamlamadan önce ekranın enformasyon kanadına son kez göz atıyorum… 1 Mayıs’ı kutlamak isteyen emekçilerin en ağır saldırıya uğradığı ülkelerin başında yine Türkiye…
Ömrümüz görmeye yeter mi bilmem, ama bu böyle gitmez… İşçi sınıfının metropolleri, İstanbul, Ankara, İzmir 31 Mart’ta ilk sinyalleri verdiler. 1 Mayıs’ın yine Taksim Meydanı’nda kutlanacağı günler yakın…
Yeter ki, başta Kürt halkı olmak üzere, ülkenin tüm demokratik güçlerinin desteğiyle seçilen yeni yönetimlerin partileri emanete ihanet etmesin… Yenikapı ruhuna değil, Taksim ruhuna sadık kalsın…