ayşe düzkan
merkezden kaçmanın zamanı gelmedi mi?
yarım asır önceki türkiye ile bugün arasındaki en önemli değişikliklerden biri nüfusun çoğunun, artık kırsal alanlarda değil, şehirlerde yaşıyor olması. aynı şekilde nüfusun neredeyse dörtte biri birkaç büyük şehirde ikamet ediyor.
ama onların yaşadığı kent, bir yaşam alanı olarak şehirden bahsedildiğinde akla gelen mekânsal ve kültürel özelliklere, konfora sahip değil. şehrin sakinlerine sunduğu en önemli şeylerden biri kaybolabilme, kalabalık içinde bile olsa yalnız kalabilme ve hayat tarzına yönelik müdahaleleri azaltabilmek imkânıdır; çoğu için bunların hiçbiri söz konusu değil. ayrıca, İstanbul sınırları içinde yaşayıp hiç deniz görmemiş, hiç taksim’e çıkmamış, boğaz’da çay içmemiş insanlar var. bunların çoğu da kadın. bugün türkiye’de, ikametgâhı bir büyük şehrin sınırları içinde olup gündelik hayatı bir kasabadakine çok benzeyen milyonlar var. bunların da çoğu kadın.
tıpkı dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi, türkiye’de de büyük şehirlerin merkezleri git gide daha fazla, sadece belli bir miktarın üzerinde geliri olanların yaşayabileceği yerler haline geldi, geliyor. bu, soylulaşma sürecinin birçok sonucundan biri. new york ya da londra veya tokyo için geçerli olan şey artık İstanbul için de söz konusu. bırakın yoksulları, orta düzeyde ücret alan emekçiler için bile şehrin merkezinde yaşamak git gide imkânsız bir hale geliyor. şehrin merkezinde yıkılıp yeniden yapılan her binayla birlikte, o semt önceki sakinlerini de kaybediyor. henüz zayıf bir dinamik olmakla birlikte, "tersine göç" de buna katkıda bulunuyor.
bu sürece, kültür ve sanat insanlarının, muhaliflerin bu sürece etkisi ayrı bir tartışma konusu. örneğin istanbul’da, yeldeğirmeni’nde kiraların artmasında ve genel olarak emlakın değerlenmesinde gezi sonrası buraya yönelen ilginin etkisini, en azından o tarafta yaşayanlar bilir.
bir de sosyalleşme alanları var tabii.
kadim bütün şehirlerde bir eski şehir vardır, istanbul’da ise iki tane eski şehir var; müslüman istanbul’un yarımadası ve gayrımüslim istanbul’un pera’sı. İlkinin önemli bir kısmı yani sultanahmet ve civarı çok uzun zamandır turizmin hizmetinde, şehrin mütevazı sakinlerinin burada zaman geçirmesi çok zor, ancak kenarda köşede kalmış, civarda çalışanlara hizmet veren birkaç esnaf lokantası var. fatih de nicedir islamcıların yeldeğirmeni; hatta yeldeğirmeni için laiklerin fatih’i deseler yeridir.
pera’nın yani taksim’in, birkaç alternatifi oluştu tabii. sadece son zamanlarda adı çok anılan beşiktaş’ı ve hep belli bir merkez özelliğine sahip olmuş kadıköy’ü kastetmiyorum; bakırköy de böyle. (müzikle ilgilenenler, rock, metal ve rap açısından kadıköy ve bakırköy’ün farklı birer okul olduğunu bilir.)
ama taksim uzun yıllar boyunca istanbul sakinlerinin en azından sosyalleşmek için geldiği bir merkez olmuştu. ama bu da geride kaldı. şehrin merkezi, merkezleri git gide daha fazla, sadece ikamet değil sosyalleşme açısından da "soylulaştı"!
ancak bütün bunlara rağmen "merkez" sol siyaset açısından önemli oldu, en azından medya için görünürlük burada daha kolay sağlanabiliyordu. örneğin türkiye nüfusunun yüzde 1’inin yaşadığı bağcılar ilçesine gitmeye bazen zamanı yetmeyecek bazen de nazlanacak olan basın mensupları taksim civarındaki eylemleri daha kolay takip ediyordu. medyada çalışanların sayısı azalmıştı, merkezler dışında bazen hiç muhabir olmuyordu, örneğin manisa’daki bir eylemin medya tarafından izlenmesi ihtimali az olduğu gibi yerel muhabir haberi geçse bile, yazıişlerinin kullanması mucize sayılabiliyordu.
ama artık bu durum da ortadan kalktı, anaakım medya herhangi bir muhalif gösteriye yer vermediği gibi yakında iktidar yanlısı olmayan bir medya olabileceği şüpheli. vatandaş gazeteciliği her yerde, her alanda işliyor. yani merkezin artık bu açıdan fazla bir önemi kalmadı.
istanbul, adana birer işçi yatağıdır; üretimin sanayiinin yerini hizmet sektörüne ve inşaata bırakmasıyla bu da bir miktar değişiyor. ama daha önemlisi şu, iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle, anadolu ve trakya’nın her noktası artık kendi dinamikleriyle siyaset yapabilecek donanıma ulaştı. bu durum, her şehirde, kasabada önemli imkânlar sunuyor.
akp döneminde ülkenin her yerinde açılan derme çatma üniversitelerdeki akademisyenlerin yaratabildikleri mucizeler bile bunun önemini gösteriyor.
öyleyse artık muhalefetin merkezden uzaklaşmasının zamanı gelmedi mi? sadece zenginlerin yaşadığı, geliri belli bir düzeyin üzerinde olanların ve turistlerin sosyalleştiği merkezlere odaklanmaktan vazgeçmek gerekmiyor mu? evet, bugün beyaz yakalılar işni sınıfının önemli bir kesimini oluşturuyor ama onların bile kısıtlı bir kesiminin var olabildiği alanlara yönelmek, sanayi proletaryasını ikinci plana atmak anlamına gelmez mi?
sol, akp’nin, eskiden kendisinin yaptığı şeyi yaparak güçlendiğini çok sık tekrar ediyor, malum. bence mesele sadece akp’nin bunu yapmayı akıl etmesi değil, aynı süreçte solun bundan vazgeçmesi.
güvenliğin görünürlükten daha önemli olacağı bir dönemin eşiğinde olduğumuz da ortadayken merkezden çevreye, istanbul’dan anadolu’ya çekilmenin tam sırası diye düşünüyorum. ne dersiniz?