Ragıp Duran
Modalı Perihan Teyze ile Diyarabakırlı Şehmus abi
Bugün genel tabloya baktığımızda Türkiye’de esas olarak üç büyük siyasi gücü görüyoruz. Son olarak yapılan 5-6 seçim sonuçlarını, medyadaki açıklama ve gelişmeleri ve çok yakın tarihi incelediğimizde Kemalistler, Siyasal İslamcılar ve Kürtlerin üç ana aktör olduğu ortaya çıkıyor. Kuşkusuz başka minör aktörler de var ama onların kutup olma/başı çekme gibi önderlik yapma nitelikleri zayıf olduğu için, ayrıca nispeten zayıf ve küçük oldukları için çeşitli kapışmalarda, kavgalarda, çelişkilerde mevcut üç büyük güçten birinin arkasına ya da yanına yerleşiyorlar.
Bu üç gücün özellikle ilk ikisi pek monolitik değil.
Mesela Kemalist deyince, gardrop Atatürkçüsü emekli generallerden Mustafa Kemal’i devrimci olarak görenlere kadar geniş bir yelpaze var bu kategorinin içinde. Devletçiler, alaturka sosyal-demokratlar, ılımlı ülkücüler, döneme göre mecburen Kemalist olan bürokratlar vs…
Siyasal İslam cephesinde de bilhassa son zamanlarda önemli kırılmalar yaşandı. Gezi ile başlayan süreçte Anti-kapitalist Müslümanlar ön plana çıktı, Saadet Partisi nispeten yeni bir vaka, son seçimlerde belirli bir seçmen kitlesini İmamoğlu’na kaptıran AKP içindeki hizipleşmelerin yanı sıra, bazı dinci Vakıfların bile iktidarın Siyasal İslam’ına ciddi bir şekilde muhalefet ettiğine tanık olduk.
Kürtler olarak adlandırdığımız blok da kuşkusuz monolitik değil. HDP’yi oluşturan bileşenlerin çeşitliliği bir yana, Türkiye sol hareketinin önemli bir kesimi, hakiki sosyal-demokratlar ve gerçek liberaller de bu cephede.
Bu akımın diğer iki akıma oranla üç büyük avantajı var: Siyaset sahnesine en son onlar çıktı, dolayısıyla taze bir kuvvet ve yükseliyor, çapını genişletiyor. İkinci olarak özellikle HDP seçmeni olarak tanımladığımızda bu güç, en mücadeleci kanat. Cephenin tüm unsularına baktığımızda, diğer iki güçten daha genç, belki de daha modern.
Türkiye politika sahnesindeki güçleri sayarken ‘’Neden Derin Devlet’ten söz etmiyorsun’’ diyenler olabilir. Haklıdırlar. Ne var ki Derin Devlet, dış görünümündeki tüm azametine rağmen, elindeki tüm olanaklarına rağmen, sonuç olarak zaten söz konusu üç gücün mücadele alanı, belki de hedefi. Üç güç kapışıp kim galip gelirse o güç, Derin Devlette daha çok pay sahibi oluyor. Derin Devlet dediğimiz yapı, üç güçten bağımsız değil. Bu mekanizma bugün Kürtler hariç, Siyasal İslamcılardan ve bazı Kemalistlerden oluşuyor zaten.
Belki biraz şematik olacak ama Türkiye’de siyaset, yani iktidar kavgası bu üç güç arasında verilirken, her bir kanat tek başına kelimenin gerçek anlamıyla ne iktidar olabiliyor ne de hükümet. İşte bu nedenle de işin püf noktası, bu üç güç arasındaki ilişkiler: Kim kimi ne kadar etkileyebiliyor? Kim kimi nasıl kendi safına biraz daha yaklaştırabilir? Ortada neredeyse matematik hatta aritmetik bir gerçek var: Bu üç güçten hangisi yanına geri kalan iki güçten birisini alırsa, üçüncünün iflahını büyük ölçüde keser.
Şimdi somut olarak olasılıklara bakalım. Zaten sayıca ve olanak olarak belki de kıdem olarak en büyük iki güç olan Kemalistlerle Siyasal İslam bir araya gelirse, Kürtlerin iflahı kesilmez, kafaları kesilir.
Keza Siyasal İslam ile Kürtler bir araya gelirse, HDP’yi tasfiye edip Kürt illerini Ensar türü dinci vakıfların at oynattığı alan haline getirebilirler.
Nihayet son olasılık olan Kemalistlerle Kürtlerin bir araya gelme ihtimali bile Siyasal İslam açısından kocaman ve uzun süreli bir kabus. Hele son olarak, HDP’nin CHP’li İmamoğlu’nu destekleyerek, başka birçok faktörle birlikte, AKP adayını amiyane tabirle sandığa gömmesi iktidarı fena sarstı. Erdoğan’ın HDP seçmenini İmamoğlu’ndan uzaklaştırmak için yaptığı beceriksiz manevraların ters tepmesi bu iki bloku birbirine biraz daha yaklaştırdı. Aslında eskiden pek duymadığımız iki açıklama bana önemli geliyor. İmamoğlu, kampanya sırasında bir konuşmasında Her seferinde HDPli seçmenlere zaten teşekkür eden İmamoğlu, Selahhatin Demirtaş’ın bazı uygulamalarını övdü. Ardından Kemal Kılıçdaroğlu, ‘’Demirtaş neden hapiste?’’ çıkışını yaptı. Oysa ki milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına, Anayasa’ya rağmen, onay veren yine kendisi idi. Cevabını bildiği bir soru sormuş oldu böylece.
Geçmişte, Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin Diyarbakır mitinginden önce Edirne cezaevine gidip Demirtaş’ı ziyaret etmesi de CHP açısından önemli idi. Tüm bunları seçim atmosferi ile açıklamak ya da geçiştirmek mümkün de olsa, İmamoğlu’nun kazandığı zaferden sonra Kürtlerin CHP’lilerle birlikte kutlamalara katılması, birbirlerine sarılması anlamlı olsa gerek. Gezi havasının canlanmasının en önemli kazanımlarından biri bu.
Üç siyasi gücün künyesini, özelliklerini ayrıntılı bir şekilde listelersek Kemalistlerle Kürtlerin ortak yanları, Kemalistlerle Siyasal İslamın ya da Kürtlerle Siyasal İslamın ortak yanlarından çok daha fazla olduğunu görürüz. Kuşkusuz bütün Kemalist fraksiyonların Kürtlerle kolay kolay uzlaşamayacağı, başta Kürt meselesi ve Kemalizm olmak üzere bir çok ayrılık noktası var. Ancak yine de demokrasi, laiklik gibi iki temel meselede CHP’nin tabanı ile HDP arasında çok az fark var. Modern yaşam tarzı, Batı ile ilişkiler de keza bu iki blokun ortak yanları.
İktidar, aslında baştan yani 2002’den beri bu gerçekleri biliyor ve buna göre hareket ediyordu. Kemalist cenaha şirin görünmek için AB reformları, Kürt kutbunun sempatisini kazanmak için de kör topal bir Barış Süreci başlatmıştı. İktidar, Kürtleri kazanmaya o kadar çok çalıştı ki, aslında doğru bir siyasi/tarihî gerçek olan CHP’nin vakti zamanında Kürtlere yönelik zulmünü de sık sık kullandı. HDP seçmeninin uyanıklığı sayesinde bu kumpas da tutmadı. Kürtler, sadece Erdoğan’ı zayıflatmak için değil, esas olarak kendileri için, dedelerinin katillerinin bugünkü torunlarına sandıkta oy verdi. Uyanıklığın yanısıra burada siyasal olgunluğu da vurgulamak gerekir herhalde.
Kemalist cephede Kürt gerçeğini, sadece seçim sonuçları açısından değil, siyasi olarak, tarihî olarak inkar etmekte ısrar eden önemli bir kesim maalesef halen mevcut. Erdoğan’ın, Osman Öcalan, Abdullah Öcalan ve Neçirvan Barzani’yi de devreye sokma girişimi sonuç vermeyince, iktidar çok fena kaybetti. İmamoğlu seçimleri kaybetseydi eğer, Kemalistler ‘’olağan şüpheli’’ olarak yine hemen Kürt seçmeni suçlayacaktı.
CHP’nin künyesinde ve karnesinde Kürt meselesine ilişkin sayısız olumsuzluk, (hafif oldu bu sözcük!) katliam, cinayet, baskı, inkar var. Bu geçmiş bugün bu iki blokun olumlu bir şekilde işbirliği yapmasını engelliyor. Ne var ki, Kürtleri TBMM’ye ilk sokanın da Erdal İnönü olduğunu unutmayalım. Keza onun döneminde yazılan ama fiiliyata geçirilemeyen Güney Doğu Anadolu raporlarını da…
CHP tepede ve tabanda kadim Derin Devletçi refleks ve alışkanlıklarından kurtulup çağdaş, hakiki bir sosyal-demokrat hat kurabilirse, - ki hemen olabilecek bir değişim değil!- HDP’yi en büyük destekçi olarak hemen yanında bulacaktır.
Bu nedenle önümüzdeki dönemde, AKP-MHP ilişkileri çerçevesinde Cumhur İttifakı'nın kaderi, yani AKP ile Deringillerin ilişkisi, AKP içindeki kaynama ve kırılmaların somut tezahürü, CHP’nin kendini yenilemesi, HDP’nin de Türkiye partisi olma hedefine daha fazla yaklaşması üç güç arasındaki ilişkileri yeniden kurabilir. Derin Devlet dediğimiz yapı, eskisi kadar belirleyici değil. Erdoğan karşıtı atmosfer onları da kaçınılmaz olarak etkiliyor.
Tüm bu hercümerç içinde Suriye’de şekillenen haliyle ABD ve Rusya ile ilişkiler de ayrıca AB ile olan münasebetlerin gelişimi de üç güç arasındaki dengelere ayar verebilecek önemde.