Ümit Kardaş
Modernleşmenin demokrasiyle imtihanı
Yazdıkları görmezden gelinerek "sükût suikastı"na uğradığını belirten Ahmet Hamdi Tanpınar "Türkiye beni yedin" der ve ekler "Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor".
Dellaloğlu"nun Bir Tanpınar Fetişizmi" isimli kitabındaki tespitler önemli. "Modernleşme bir siyasi projedir. Modernlik ise toplumsal bir süreçtir. Batı, bu anlamda modernleşmemiştir. Modernlik, bizatihi Batının Rönesans, Reform ve Aydınlanma’dan yola çıkarak geçirdiği toplumsal süreçlerin adıdır. Modernliğin arkasında sınıflar, toplumsal özneler ve onların çıkarları, arzuları ve hırsları vardır. Modernleşme ise bizim gibi ülkelerin, yani modernliğin kıyısında yaşayan toplumların modernliğe verdiği bir tepkidir. Modernleşme hissiyatı bir ‘geri kalmışlık’, bir ‘gecikmişlik’, hatta bir ‘yenilgi’ bilincidir. Bu nedenle bizim modernleşme geleneğimizin temel sorusu genelde devletin nasıl kurtulacağı olmuştur. Batı’da devlet modern anlamıyla toplumsal ihtiyaçların siyasete tercümesi iken, bizde modernleşmenin temel yaklaşımı devletin ihtiyaçlarına göre toplumu düzenlemek olmuştur. Yani modernlikte toplumsal siyasala yön verirken, modernleşmede siyasal toplumsalı yönetmeye çalışmıştır. "
Kuşkusuz modernleşmenin bizdeki bu niteliği yanında bugün istisnasız bütün partilerin içine debelendiği bir ergen hastalığı olan milliyetçilik bataklığını ve modernleşmenin bir aracı ve devletin bir aparatı olarak milliyetçiliği ayrıca incelemek gerekir. Yenik, özgüvensiz, gecikmiş ve kompleksli bir hissiyata dayanan milliyetçi, ötekileştirici, dayatmacı, rant dağıtıcı, çevresini kollayıcı, avantacı, kumpasçı, tuzakçı, komplocu, hukuksuz bir modernleşmenin estetik, etik, demokratik değerlere sahip olmayan kadrolarca ülkeyi getirebileceği nokta bu olabilirdi.
Modernleşmenin diğer bir sonucu sahih bir sivil toplumun ortaya çıkamayışı. Cemaatler, meslek teşekkülleri, dernekler, vakıflar, platformlar gibi her türlü oluşum çoğunlukla sivil değil. Bu açık ise uzun yıllar seçkin diyebileceğimiz münevverler (nurlandırılmış, ışıklı, aydın) tarafından doldurulmaya çalışıldı. Peki, bu aydınlar Batılı anlamda bağımsız bir entelektüel olabildiler mi? Sözü Dellaloğlu’na bırakalım: "İmkânsız bir yerden konuşabilen ve bunu yaparken toplumsal hakikati, toplumsal iktidardan bağımsız cümle içinde kullanabilen biridir bağımsız entelektüel. (…) Entelektüelde daha çok hakikat duygusu, aydında ise ideoloji ağır basar. Akademisyende ise kariyer. Batı’nın hem entelektüeli hem de aydını vardır, bizim ise daha çok aydınımız vardır. " Yani bu anlamda da ülkenin durumu hazin. Ülkede ideolojik düşünen ve fazlaca sosyal yeterince aydın var ama yeterince entelektüel yok.
Ve Dellaloğlu, entelektüeli tanımlar: "Çıkarlara, kurumlara, devletlere, partilere hizmet etmeyeceksin. (…) Hakikat duygundan, sağduyundan, basiretinden vazgeçmeyeceksin. Ve her zaman doğruyu söyleyeceksin. Zaman zaman değil. Bazen değil. Çoğu zaman da değil. Her zaman. Her zaman."
Yukarıda belirtilen nedenlerle modernleşme süreci demokratik bir süreç olamadı, demokratik kültür ve bilinç üretemedi. Durmadan aynı noktaya neden geliyoruz, neden tam umut etmeye başlarken hayal kırıklığına uğruyoruz, neden hep yalancı baharlar yaşıyoruz. ? Nedenler üzerinde düşünmemiz lazım.
Rejim, muhalif, eleştiri yapan, analitik düşünebilen, öncü entelektüellerinin öldürülmelerine göz yumdu ya da yıllarca hapislerde çürüttü. Bazıları hapishaneden çıkınca öldürüldü. 19 Mart 1905’den bu yana aralarında Hüseyin Hilmi Bey, Hasan Fehmi Bey, Rupen Zartarian, Kirkor Zohrab, Hasan Tahsin, Ali Şükrü Bey, Sabahattin Ali, Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Turan Dursun, Musa Anter, Uğur Mumcu, Hrant Dink gibi gazeteci ve yazarların bulunduğu 78 kişi öldürüldü. Hikmet Kıvılcımlı’dan İsmail Beşikçi’ye, Kemal Tahir’den Orhan Kemal’e, Nazım Hikmet’ten Necip Fazıl’a, Sabahattin Ali’den Aziz Nesin’e, Doğan Avcıoğlu’ndan Uğur Mumcu’ya , Mümtaz Soysal’dan Sevgi Soysal’a, Musa Anter’den Şerafettin Elçi’ye kadar toplumun öncü değerleri yıllarını hapishanelerde geçirdi.
Bugün de Ahmet Altan, Mehmet Altan, Ahmet Turan Alkan, Ali Bulaç, Mümtazer Türköne, Şahin Alpay, Ahmet Şık cezaevinde.
Topluma dayatılanın demokratik bir süreçle gerçekleşmesi ve demokratik bir gelişmeye götürmesi de mümkün değildi. Devlet, tekçi ve total bir ideolojik zihniyetle , yarattığı seçkinler aracılığıyla ve toplum mühendisliği yoluyla toplumu biçimlendirmeye çalıştı. Bu nedenle modernleşmecilerin demokrasiyle ilişki kurmaları mümkün değildi. Cumhuriyet-demokrasi karşıtlığının temelinde de bu yatmakta. Dayatmayı yapan devletin durumu, gücü ve korunması önemliydi. Bundan "yurttaş-birey"in çıkması ve özne olabilen "sivil"in doğması mümkün değildi.
Oysa modernleşme, demokrasi kültürüne bir katkı yapıyorsa anlamlıdır. Yoksa sadece modernleşme demokrasiye götürmez. Dellaloğlu’nun tespitiyle demokrasi ancak modernliğin bir ürünü olabilir, modernleşmenin değil. Kitapta bu durum Türkiye bakımından şöyle açıklanmakta : "Batı’dan esinlenen ve reformcu olarak değerlendirilen görüşler, genelde, paternalizmlerinden ve devletçiliklerinden ötürü, tüm reformculuk iddialarına rağmen, siyasi özgürlükleri kontrol altına alıp dışladıkları için muhafazakar konumundadırlar. Cumhuriyet ideolojisi de tüm otoriterliği ile "halk için halka rağmen" anlayışı ile çoğulculuğa başından kapalı olmasıyla muhafazakardır:Toplumu kuran devlettir ve kamusal alan devletindir. "
Kamusal alan devletin olunca ve tüm yetkiler merkezde yani Ankara’da toplanınca, idari yönetim biçimi kolonyal bir örgütlenmeyle sağlanınca bundan çoğulcu, katılımcı, özgürlükçü bir demokrasi , hukuk güvenliği ve bilinci çıkar mı ? Yerelde katılımcılık ve yetki kullanımı olmazsa katılımcı demokrasi gerçekleşebilir mi ? Demokrasinin öznesi ve kahramanı birey, sivil ortaya çıkıp, hayat bulur mu ?
Modernleşme bunu sağlayamazken çok partili rejim içinde iktidara çevreden gelen Siyasal İslam’ın bu dogmatik zihniyetin dışına çıkması mümkün müydü ? Modernleşme sürecinin başından günümüze kadar hiçbir kurum demokrasi kültürü üretemedi. Özellikle bürokrasi ve siyaset milliyetçi, tek tipleştirici, ötekileştirici, gerilim yaratıcı, uzlaşmaz, hukuksuz bir zemin yarattı. Toplum da buna göre şekillendi. Şimdi bu kültür içinden gelen siyasi liderlerden ne beklenebilirdi ? Darbe dönemlerinin generalleri ile sivil siyasetçilerin zihniyet ve kültür farklılıkları neydi ? Modernleşmenin demokrasi, özgürlük ve hukuk eksikliğini telafi edecek, gelenekle de sağlıklı bir bağ kuracak kadrolara ihtiyaç var.