Mühdan Sağlam
Mustafa Aydın: İsrail’in bölgedeki varlığı ABD’nin en öncelikli çıkarı
İsrail'in Hamas saldırılarının ardından Gazze'deki aralıksız bombardıman devam ederken ve kara harekâtı tehditleri tırmanırken, savaşın bölgeye yayılması kaygısı da artıyor. Hamas, ikisi ABD vatandaşı, ikisi ileri yaşta dört kadın rehineyi bıraksa da, 200'ü aşkın İsrailli hâlâ esir. Öte yandan dünyanın pek çok yerinde kitlesel gösterilerle İsrail’in Gazze'deki hava saldırıları protesto ediliyor.
Peki savaş bölgeselleşir mi? Hamas elindeki esirlerin karşılığında ne istiyor? ABD için İsrail neden vazgeçilmez bir müttefik? Uluslararası ilişkilerde meşruiyet ve hukuk önemsizleşmeye mi başladı? Sosyal medya savaş ve çatışmalarda nasıl bir rol üstleniyor? Bu soruları Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Aydın’a sorduk...
İsrail ile Filistin arasında yaşanan çatışma, çok can yakıcı bir noktaya doğru ilerliyor. Yaygın kanı bu savaşın bölgeselleşeceği. Buradan başlayıp, Ortadoğu’ya yayılan bölgesel bir savaş görme ihtimalimiz var mı?
Bu krizin baştan beri endişe verici boyutu, bölgeselleşme ihtimali. Bana kalırsa o ihtimal azalmadı, hatta artmış olabilir. Şöyle ki, eğer İsrail ilk bir haftada hemen Gazze’ye girseydi ve çıksaydı, orayla sınırlı kalabilirdi. Ancak zaman geçtikçe ve duruma baktıkça bunun ciddi zorlukları olduğu görülüyor. Öte yandan o zorluklar uzadıkça İsrail’in kendi iç dinamiklerinin hükümet üstündeki baskısı artıyor. Bu da İsrail’i başka hedeflere doğru yavaş yavaş yönlendiriyor. Örneğin Suriye’de iki havaalanını ikişer kere vurdu. Lübnan sınırında Hizbullah’la fiili bir çatışma görünüyor. Yani sadece Gazze’ye girmeyi düşünseydi bile bu saldırının ikinci adımında Hizbullah ve İran destekli grupların İsrail’e arkadan saldırma ihtimali zaten vardı. Ancak şu an görünen İsrail bunu kendi saldırılarıyla başlattı.
‘İSRAİLLİ VE ULUSLARARASI ESİRLER HAMAS AÇISINDAN BÜYÜK BİR PROPAGANDA UNSURU VE ARACI’
Bir de Hamas’ın elindeki esirler var. Hamas insanları neden esir aldı, buradan nasıl kazanımla çıkmak istiyor?
Hamas’ın genel olarak bu saldırıları neden yaptığıyla başlayalım. Hamas, unutulmuş, çok yoğun uluslararası gündemde arka plana atılmış ve hatta İbrahim Anlaşmaları nedeniyle, belki gündeme gelmesi düşük ihtimal olan Filistin konusunu gündeme taşımak istedi. Çünkü geçen son iki yılda karşılıklı saldırılara bakarsak, İsrail’in Gazze’de ciddi miktarda operasyon yaptığını, füze attığını, bombardıman yaptığı ve bunun sonucunda ölen Filistinler olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bizim radarımıza girmiyor olsa da Filistin sorunu sivil vatandaşlar açısından devam ediyordu. Bir kere Hamas buradan bir açılım sağlamaya çalışıyordu. Şimdi bu kadar çok sayıda İsrailli ve İsrailli olmayan uluslararası insanların esir olarak alınması Hamas açısından bakarsanız, nereden bakarsanız bakın, çok büyük bir propaganda unsuru ve aracı. Bunları kendisini tanıtmak ve kabul ettirmek için kullanmak isteyecek ve pazarlık yapacak.
‘HAMAS ESİRLERE KARŞILIK İÇİN DİĞER ÜLKELERİN HAPİSHANELERİNDEKİ FİLİSTİNLİLERİN BIRAKILMASINI İSTİYOR’
Hamas’ın esirler karşılığındaki pazarlığı neyi içeriyor?
Geçmişe baktığımızda bu konuda fikir edinebiliyoruz. Daha önce Hamas, bir ya da iki İsrail askerini teslim etmek için iki binden fazla Filistinlinin İsrail hapishanelerinden çıkarılmasını istedi ve sağladı. Şimdi elinde sadece İsrail vatandaşları yok, diğer ülkelerden de vatandaşlar var. Bu noktada insanları bırakmak için o ülkelerde ya da başka ülkelerde hapishanelerde olan bazı Filistinlilerin veya Hamaslıların bırakılmasını talep ediyor. Tabii esas dertleri hem İsrail hem de uluslararası diğer aktörler tarafından muhatap alınmak ve hesaba katılan bir aktöre dönüşmek. İsrail bu plana dahil olmak istemiyor, çünkü buna dahil olursa çıkışı yok. Aslında belki yıllara yayılan bir müzakere olacak, 200’den fazla insanın esir olduğunu düşünürsek, birer, ikişer kişiyi bırakmak için müzakereler yapılsa aylar yıllar sürer.
‘İSRAİL KENDİ GÜVENLİĞİ SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA ABD DAHİL KİMSEYİ DİNLEMİYOR’
Peki bırakılan bu iki ABD vatandaşı esir için ABD mi bir tavizde bulundu ya da İsrail’den tavizde bulunmasını mı istedi?
ABD cephesinden gelen açıklamaları dikkate aldığımızda bunun Gazze’ye insani yardımın ulaştırılması karşılığında olduğuna dönük yaygın bir kanaat var. Ancak bunlar, orta uzun vadede İsrail’in vereceği karşılığı ya da ABD’nin İsrail’e desteğini etkilemez. Şunu unutmayalım İsrail, kendi güvenliği söz konusu olduğunda ABD dahil kimsenin sözünü dinlemeyen bir ülke. İsrail-ABD ilişkilerinde İsrail’in ‘laf dinlemeyen bir müttefik’ olduğunu sık duyarız. Özellikle kendi çıkarları ve güvenlik meselesi gündeme geldiğinde hiçbir şey dinlemiyor.
‘ABD, BM GÜVENLİK KONSEYİ’NDE VETO HAKKINI HEP İSRAİL’İ KORUMAK İÇİN KULLANDI’
Normalde BM Güvenlik Konseyi, Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi yapılar sınırlandırıcı etkiye sahip. İsrail’i bu sınırlandırmalardan azade kılan nedir?
İlk olarak İsrail’in uluslararası sistemin aykırı üyesi olduğu kesin. ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto hakkını bugüne kadar hep İsrail’i korumak için kullanmış olması uluslararası anlamda bunu sağlıyor. Bunun başka hiçbir açıklaması ve gerekçesi yok. ABD, BM’de bugüne kadar İsrail’in aleyhine olan her şeyi Güvenlik Konseyi’nde veto etti. Bu durum, İsrail’e kendi özgü, aykırı bir devlet özelliği kazandırıyor. ABD İsrail’in bu bölgedeki varlığını kendi ana çıkarlarından biri olarak görüyor. Hatta bu, anavatanın korunmasından sonraki en önemli uluslararası çıkar olarak görülüyor.
‘ABD’DE ORTADOĞU’YU ŞEKİLLENDİRMEK İSTEDİĞİNDE İSRAİLİ YANINDA BULUYOR’
ABD neden böyle görüyor, yani İsrail’i vazgeçilmez kılan nedir?
Tek bir nedeni yok. Bunu açıklamak için ilk olarak ABD’deki güçlü Yahudi lobisine değinmek gerekiyor. Bu lobinin Amerikan iç siyasetinde güçlü bir konumu var ve siyasi kararlara etkileri önemli. İkincisi, uluslararası alana baktığınızda İsrail, ABD’nin Ortadoğu’daki etkinliğini sağlayan araçlardan biri olarak görülüyor. İsrail’i kullanarak onun etrafında şekillenecek bir yapılanmayla Ortadoğu’da daha etkili olacağını düşünüyor.
Üçüncüsü, ABD, Ortadoğu’yu şekillendireceği zaman İsrail’i yanında buluyor. ABD’nin İsrail ile ayrışmaları, İsrail’in kendisi ve yakın çevresiyle alakalı. İsrail, ABD’nin sözünü dinlemeyen müttefik konumunda ama Amerika İsrail’e doğrudan dokunmayan şekil vermeleri hedeflediğinde, İsrail buna da yardımcı oluyor. Mesela Amerika İran’ı kontrol altında tutmak istediğinde İsrail’i orada kontrol eden bir güç olarak kullanabiliyor. Suriye konusunda eminim ABD ile İsrail arasında işbirliği söz konusu.
Dördüncüsü, tüm Batı’yı içeren bir suçluluk duygusu var: II. Dünya Savaşı’nda Yahudilerin Avrupa’nın göbeğinde yaşadıkları, soykırıma uğramaları ve ardından Batı desteğiyle burada bir devlet sahip olmaları. Son olarak, uluslararası toplumda yükselen radikalizm karşıtlığı, özellikle İslamcı kökten dincilik karşıtlığını eklemek gerekiyor. Bu El Kaide ile başladı, IŞİD ile doruk noktasına çıktı. Bunun oluşturmuş olduğu uluslararası havayı unutmayalım. Bu hava aslında Ortadoğu’daki Arap ve Müslüman ülkelerin davranışlarını kontrol altına aldı ve şekillendirdi. Ayrıca Batı’nın da bunlara verdiği tepkiyi belirliyor. Bence son yıllarda bu durum İsrail’e daha çok alan açmış durumda.
Bir de bunun Filistin ayağı var. Filistinliler ve özellikle Hamas, son 20 yılda uluslararası meşruiyetini büyük ölçüde kaybetti. Pek çok kişi hatırlamıyor ama bu işin başlangıç noktası Körfez Savaşı’ydı (1991). Irak Kuveyt’i işgal ettiğinde Filistin yapılanması, o zamanki kurtuluş örgütü ve FKÖ’nün etrafındaki yapılanma, Filistin devletine evrilen yapı, yanlış pozisyon aldı. Yanlış pozisyondan şunu kastediyorum, dünyanın gerçekleri Irak ve Saddam Hüseyin karşında durmayı gerektirirken ve diğer tüm Arap devletleri Irak’a karşı çıkarken FKÖ ve Filistin Saddam Hüseyin’i desteklemeyi tercih etti. Bu yanlış duruş, onlar için çok şeye mâl oldu. Örneğin ABD’nin İsrail’i daha fazla ve net desteklemesini beraberinde getirdi.
‘IRAK, SURİYE’NİN DENKLENMDEN DÜŞMESİ İSRAİL’İN VE İRAN’IN ELİNİ RAHATLATTI’
Son olarak Ortadoğu’nun dengeleri Soğuk Savaş sonrasında sarsıldı. ABD, 1991 Körfez savaşı, 2003 Irak’ı işgaliyle Irak’ı bir güç olmaktan çıkardı. Irak aslında burada hem İsrail hem Suriye hem de İran’ı dengeleyen bir aktörken sistemden düştü, kendi iç gaye ve işlerine daldı. Bunun sonucunda İsrail’in rahatladı, İran rahatladı. Ardından gelen Suriye iç savaşı, Suriye’yi büyük ölçüde bir aktör olmaktan çıkardı. Oysa Suriye, Mısır ile beraber, Israil’i tutan iki önemli Arap devletinden biriydi. Mısır zaten Camp David ve sonrasında İsrail ile anlaşmalar yaptı. Dahası iç karışıklıklarla zayıfladı. Suriye de resimden düşünce İsrail rahatladı ve resimde parladı. Tüm bunlar son yıllarda İsrail’i kimseye kulak vermeyen, başına buyruk bir aktör haline getirdi.
‘SANILANIN AKSİNE MEŞRUİYET VE HUKUK ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE ÖNEM TAŞIR’
İsrail ile Filistin arasındaki çatışmalar ve İsrail’in verdiği karşılık uluslararası hukuka dönük bir tartışmayı açtı , bunu takip eden bir de meşruiyet meselesi var. Uluslararası hukuk ve meşruiyet önemsizleşiyor mu?
Aslında uluslararası ilişkilerin içinde hukukun ve meşruiyetin yerinin olduğunu ve bunun da yeni bir şey olmadığını düşünüyorum. Buradaki eleştiri ve yanlış anlama şundan kaynaklanıyor: Biz dışardan gözleyenler, uluslararası ilişkileri daha çok uluslararası hukukun ihlal edildiği durumlarda görüyoruz, çünkü haber olarak en fazla önümüze çıkan ve dikkat çekenler onlar. Onlar da genelde savaşlar oluyor ve savaşlar aslında uluslararası hukukun büyük ve genellikle de acılı ihlallerini içeriyor. Aslında, uluslararası hukukun herhangi bir devletin iç hukukundan daha az ihlal edildiğini görürüz. Uluslararası ilişkilerde uluslararası hukuk yüzde 90-95 çalışan bir model, ama yüzde 5’i ihlal edildiğinde bizim önümüze düşüyor. İkincisi, devletler ne kadar güçlü olursa olsun meşruiyete daha çok önem veriyorlar, çünkü 20. yüzyılın ikinci yarsından itibaren öyle gücü gücüne yetene diyebileceğimiz bir durum yok ya da isteyen istediği zaman silahlarını kullanarak toprakları işgal edemiyor.
Burada sanırım akla ABD’nin Irak işgali gelecektir, bu örnek biraz tezat oluşturmuyor mu?
Evet, ABD Irak’ı işgali etti, buna başka örnekler de verebiliriz. Ancak bunu bile meşrulaştırmaya çalıştı. Örneğin altı ay BM’den bir karar çıkarmaya çalıştı. Bunu, ABD, isterse herkese rağmen Irak’ı işgal etmeyeceği için yapmadı. Bu işin maliyetiyle alakalı. Herkesi karşına alarak bir şey yapmaya çalıştığınızda bunun maliyeti yüksek oluyor. Nihayetinde ABD’nin Irak’ı işgali uluslararası toplum tarafından kabul edilmedi, meşru görülmedi. Herkes bunu atlıyor ancak, bunun ABD’ye maliyeti bir dünya hâkimiyeti oldu. ABD’nin Irak işgali öncesi dünyayı düşünürsek, ABD SSCB dağıldıktan sonraki süreçte neredeyse tek kutuplu dünyaya doğru gidiyordu. Bunu da bir çok devlete kabul ettirmiş, rıza almıştı. Fakat Irak oldu, Irak işgalinden sonra her şey tepe taklak oldu. ABD güçlü değil mi eskisi kadar? Hayır, güçlü hatta daha fazla silahı var, yani askeri olarak güçlü. Ama meşruiyetini kaybetti, insanların ABD’ye inançları kayboldu. Uluslararası sistemde hakimiyet, yalın güçle askeri, sert güçle sağlanamaz. Gramsciyan bir açıklamayla rızanın oluşturulması, bina edilmesi gerekiyor. Rıza da meşruiyetten geliyor.
‘BUGÜN SOSYAL MEDYAYLA BERABER ALGI GERÇEĞİN YERİNİ ALMAYA BAŞLADI’
Günümüzde medya bir yana özellikle sosyal medyada video, bilgi akışı özellikle çatışma ve savaşlarda kontrolden çıkacak noktaya geliyor. Bahsettiğiniz meşruiyet arayışında sosyal medya yeni bir adres olarak mı beliriyor?
Bugüne bakarsak, sosyal medya ve iletişimin bu kadar hızlanmış olması her şeyi daha fazla görünür ve hızlı kılıyor. Özellikle 1991’den sonra, Körfez Savaşı’yla CNN ortaya etkisi çıktı, savaşlar evimize geldi, televizyondan izledik. Sosyal medyayla daha çok fazla insan izlemeye başladı. Ama bu, konuya ilişkin bilgi sahibi olan ve bilgi sahibi olarak fikir geliştiren kişi sayısında artış anlamına gelmiyor. Konuları ömründe görmeyen insanlar, bunları görmeye başladı. Görsel çok önemli hale gelmeye başladı.
Örneğin çoğu zaman yalan haber, veya bir görselin teyidi yapılmıyor, kimse 10 saniyeden fazla bir şeye vakit ayırmıyor. Bu çerçevede gerçek yerine algı ön plana çıkmaya başladı. Verdiğimiz tepkiler açısından neyin gerçek olduğundan ziyade bizim bu gerçeği nasıl algıladığımız önem kazanmaya başladı. Algılar üstünden tepki verdiğimiz için devletler meşruiyet yaratmaya çalışıyor. Herkes ilk başta hızla bir meşruiyet yaratmaya çalışıyor ki dünyayı kısa süreli de olsa arkasına alabilsin ve bu esnada bir şeyler yapabilsin. Son krizde bunun iki örneği var: İlk olarak Hamas’ın İsrail’in istihbarat zafiyetlerini gösterdi, İsrail mutlak güçlü ve yenilmez olduğu algısını değiştirdi. Bu İsrail’in etrafında ve ona düşmanlık besleyenler için önemli bir mesaj ve algılama. İkincisi, bizleri de kapsayan ilk üç günde dünya medyasında öne çıkan ve büyük ölçüde İsrail yanlısı olan bir algı yaratıldı. Yani İsrail’in bir terör saldırısı altında kaldığına dönük algı. Herkes Filistin meselesinin tarih boyutunu bilmediği için, o anlık algı üzerinden tepki veriyor. O algı da ilk bir hafta aşırı İsrail yanlısı bir kamuoyu oluşturdu. Ancak o yavaş yavaş kırılıyor.
‘KAMUOYU TEPKİSİ KISA VADEDE OLMASA DA ORTA VADEDE BEKLENTİLERİ ŞEKİLLENDİRİYOR’
Uluslararası kamuoyunun tepkisinde farklılaştı dediniz, dünyanın pek çok yerinde Filistin yanlısı gösteriler gerçekleşti. Karşıt bir ses olarak yükselen kamuoyu tepkilerini nereye koymamız gerekiyor?
Kamuoyu esnek ve değişken bir unsur. Kamuoyu bazı durumlarda devletleri frenleyen bir konum alarak politikalara etki edebiliyor. Bu olumlu bir sonuç veriyor, ama bazen ters de tepiyor. Ancak bu her zaman böyle olmuyor. Öncelikle burada halk nezdinde de ciddi bir Hamas karşıtlığının Filistin, Arap, Müslüman şekline ifade edildiği iki üç gün oldu. Kamuoyunun ne kadar yönlendirmeye açık olduğunu gördük, konuyu derinlikli bilmedikleri için önce Hamas karşıtlı, ardından hızla Filistin, Arap ve Müslüman karşıtlığını içeren bir hava oluştu. Bu aslında işin tehlikeli boyutlara gidebileceğine işaret ediyor. Ama burada da bir değişiklik var. İsrail’de bir grup insanın sokağa çıkıp hükümetlerini protesto etmeye başlamalarıyla, Avrupa başkentlerinde Filistinlilerin ve ya Arapların sokağa çıkıp protestolar yapmasıyla, buna katılan Yahudilerin olmasıyla insanlar var olan durumu sorgulamaya başladı.
İşte bu noktada bir dengelenme durumu ortaya çıkabilir. Bunun etkisini ABD’nin yavaş yavaş geriye çekilmesinde görüyoruz, Von der Leyen’e gösterilen tepkide görüyoruz. İlk başta sert tepkiler veren siyasiler yavaş yavaş sakinleşmeye başladı. Ancak bu iki tarafı keskin bıçak. Kısa vadede beklentileri yerime getiremese de orta vadede bu dengeleyici görevi yerine getirebiliyor. Doğru bilginin halka ulaştırılması gerekiyor. İşte bu noktada sosyal medya neden önemli, devletler neden buna bu kadar yatırım yapıyor sorusuna cevap da vermiş oluyoruz.
Mühdan Sağlam: Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda “Rusya Federasyonu’nun ve Rus Dış Politikasının Dönüşümünde Enerjinin Rolü” başlıklı teziyle 2021’de tamamladı. 2014-2017 arasında AA Energy Terminal’de enerji analistliği yaptı. 2018-2021 arasında Gazete Duvar’da dış politika/ekonomi, enerji analisti ve köşe yazarı olarak çalıştı. Enerji şirketleri devlet ilişkisi, Rusya enerji politikası, enerji ekonomi politiği, ekonomi politik temel ilgi alanıdır. Bu alanda pek çok makalesi, uluslararası yayını vardır. 7 Şubat 2017’de çıkan 286 KHK ile Barış için Akademisyenler: Bu Suça Ortak Olmayacağız isimli bildiriyi imzaladığı için üniversitedeki görevinden ihraç edilmiştir. Gazprom Rusya’sı: Rusya’da Devletin Dönüşümü isimli kitabın yazarıdır.