Mutluluk (1): Online mutluluk kursu

Mutluluk bilmediğimiz, tanımadığımız, tanımlayamadığımız ama var saydığımız bir şey. Mutluluk arayışımız bu bağlamda çoğu kez bilmediğimiz bir şeyin arayışıdır.

Mutluluk bilmediğimiz, tanımadığımız, tanımlayamadığımız ama var saydığımız bir şey. Mutluluk arayışımız bu bağlamda çoğu kez bilmediğimiz bir şeyin arayışıdır. Bulsak bile farkına varamayacağımız, belki yitirdikten sonra adını ‘mutluluk’ koyduğumuz bir hal, bir döneme dair pozitif duygulanımlarımızdır.

Zulmün, yoksulluğun, hasedin ve ahlaksızlığın ölçüsüz olduğu bir ülkede ‘yaşam kaynaklarına’ ulaşmaktır mutluluk. Yaşanabilir koşullara ulaşmak. Havaya, suya, ekmeğe... Ve özgürlüğe, ‘insan’ olmaya kavuşmak. "Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm" (Nazım Hikmet) diyebilmektir.

Acılarını yaşayamayanlar mutluluğu da yaşayamazlar... Cemile Çağırga, çocuk seni unutmadım! Ölünce soğur beden. Soğumuş bedeni daha da soğutulan çocuk! Hayatın derinliğini, en derinini, yani ölümü derin dondurucuda yaşayan/yaşayamayan çocuk! Bazı anneler çocuklarının cesedine sarılarak uyurlar. 

Annedir işte... Kurşundan koruyamadıkları çocuklarının cesetlerini kokuşmuşluktan, iğrençlikten koruma çabasıdır bu biraz da. En çok da devletten... Soğuğu bir kış tatilinde, bir kayak merkezinde değil de bir derin dondurucuda tanıyan çocuk!

Delisi çok bir ülkeyiz. Her gün bir başka kent ya da kasabada onlarca delinin kuyulara taş attığı bir yerdeyiz. Bir kadın vardı, "Göt kılı" olmaya aday. Çoğumuz bu kadına ‘kıl’ olduk. Kıl olmakla alay ederken kıl olduk. Sıradan, anlamsız, bir hiç... Göt kılı olarak ülke starı oldu bir anda, her aklımıza düştüğünde andığımız... Biri vardı, "Reis beni karın yap!" diye haykıran. Ayağa kalktık. Akıllı ve ahlaklı insanlar günlerce "ahlak, çok eşlilik, karı ve bağırsak" tartışmaları yaptılar. 

Birileri ‘Havva’yı ve Adem’i Kötülerden Koruma Tugayı’ kurdu adeta! Öfkemiz gene tavan yaptı. Sonra birileri heykel çalmaya kalktı; yüreğimiz gene ağzımıza geldi! "İstemezük" sohbetleri... Bir kasabada bir imam ‘kadın’ tarifi yaptı. Kadın seminerleri, sosyal medya protestoları, Instagram yürüyüşleri. Avrupa kıskandı, Almanya çelme taktı, Kürtçe türkülere savaşma kılavuzu yayınlandı... 

Böylesine kızılabilecek sıradan "delice" olayların sansasyonuyla yaratılan öfke faşizmle, işkenceyle, siyasal İslam’la çatışmadan kaçınmaya hizmet ediyor. Kızıyoruz, öfkeleniyoruz. Ama bunların çerçevesi belli ve kontrol edilebilir düzeyde... Öfkelerimiz yakınmaya dönüşüyor. Öfkeler gündelik öfkelerle taksite bağlanıyor. Yakınırken deşarj oluyoruz. Taksit taksit... 

Öfkemiz faşizm eleştirisine, bir direnişe dönüşmüyor. Umudu aramıyor, sabun köpüklerine umut diye sarılıyoruz. İşte bu hal mazoşist hazza dönüşüyor. Delilerle uğraşma deliliğiyle oyalanıyoruz sanki... Bu delilik bir mutluluk yolu. Sonunda "daha iyisi yok" diyerek delilik yolculuğuna devam ediyoruz.

"Çok şükür heykel yerinde!" denildiğinde başka bir taş atılıveriyor kuyuya. Sil baştan... Delisi çok gerçekten. Birçok insan aklını korumak adına 20 yıldır bu deliler ve delilikle uğraşıyor... Akıllıların da akıllı olma iddiasının anlamsızlaştığı yerdeler. Hiçbir akıllı, ömrünün bu kadar yılını deliliğe ayırarak geçirip kendi aklından emin olamaz aslında. Belki de her ülkede bizdeki kadar deli vardır. 

Bizim farkımız deliliği çok önemsemek, delilikle delice mücadele etmek ve böylece delirmektir belki de... Sonunda delilik kazandı. Çoğumuz delirdik, eşitlendik. Demokratikleşme, çoğulculuk ve özgürlük konularında başaramadığımızı delilik konusunda başardık galiba. Ülke dediğimiz yer deliliklerin çeşitlendiği açık bir tımarhane oldu. 

Delilikle mücadeleyi sürdürmek her şeye rağmen biraz akıl sağlığını koruyabilmenin tek yolu. Bir kayayı bir tepenin en yüksek noktasına dek yuvarlamaya mahkûm edilmiş bir Sisifos hikayesi sanki bu yaşadığımız. Yeniden ve yeniden, anlamsız olsa da bazen devam etmek. İşte bu durumda anlam, taşı tepede tutmaktan çok, sürekliliği sağlamak, akla sahip çıkmak, yeniden ve yeniden denemektir... 

Bu kadar zulme ve yoksulluğa karşın okuduğum bu ‘hariçten gazel’ buna ilişkin. Bu yolculukta verilen "Çaylar şirketten" (Refik Durbaş) molasında başka konulara kaçıp biraz soluklanmak. Mutluluğa başka anlamlar arayıp umudu aramak biraz da...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şahap Eraslan Arşivi