Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

NATO’ya hayır… Lumumba’ya evet…

Bir NATO komplosunun kurbanı olan Lumumba’nın anısı bu haftaki NATO zirvesinin ardından halkların özgürlük mücadelesine ışık tutmaya devam edecek…

Yaz tatilinin yaklaşması nedeniyle Korona belasına karşı önlemleri hafifletmeye başlayan Belçika önümüzdeki günlerde iki önemli olaya sahne olmaya hazırlanıyor. İlk olarak 14 Haziran pazartesi günü yeni ABD Cumhurbaşkanı Biden’ın katılımıyla NATO zirvesi toplanacak, ardından 21 Haziran pazartesi günü Brüksel’de yapılacak bir törenle 60 yıl önce katledilmiş olan Kongo bağımsızlık lideri Patrice Lumumba’nın yok edilmekten kurtulan tek uzvu, bir tek dişi Kral Philippe tarafından büyük bir törenle Kongo Cumhurbaşkanı Tshisekedi’ye teslim edilecek.

Bu arada, geçen hafta ayrıntılarını verdiğim ve büyük ölçüde Tayyip’in nifakının eseri olan tesettür kavgası her geçen gün yeni bir boyut kazanarak mevcut koalisyon hükümetini sarsmaya devam ediyor. Brüksel’in toplu taşıma şirketi STIB’de vatandaşla doğrudan temas içeren görevlerde başörtülü kadın çalıştırılıp çalıştırılamayacağı tartışıla dursun, federal hükümetteki çevreci Ecolo partisine mensup bir kadın bakanın, diğer koalisyon ortaklarının görüşünü almaksızın, Kadın ve Erkek Eşitliği Enstitüsü (IGVM)’ye tesettürlü bir kadını hükümet komiseri olarak ataması üzerine partiler arası gerilim iyiden iyiye arttı.

Şu ana kadar yapılan açıklamalara göre tesettürlü çalışmanın serbest bırakılmasını Frankofon kesimden çevreci ECOLO ve radikal sol PTB, Flaman kesimde ise çevreci GROEN, radikal sol PVDA, Hristiyan CDV savunmakta… Buna karşılık, tesettürlü çalışmanın serbest bırakılmasına Flaman kesimden milliyetçi NV-A, aşırı sağcı VB, liberal Open VLD, Frankofon kesimden ise liberal MR, merkezci cdH ve Brüksel partisi DEFI karşı çıkmakta…

Kuruluşundan beri hep laikliğin bayraktarlığını yapmış olan frankofon sosyalist partisi PS ve flaman sosyalist partisi VOORUIT içinde önemli bir kesimin de tesettürlü çalışmaya destek verdiği biliniyor.

Frankofon merkezci cdH’ta da, tesettüre karşı çıktığı için partinin müslüman bazı üyeleri tarafından disiplin kuruluna verilmesi istenen milletvekili Georges Dallemagne’a parti genel başkanı Maxime Prévot ve yönetim kurulunun büyük çoğunluğu sahip çıkmış bulunuyor.

Bu konuda Brüksel bölge hükümetinin iki hafta içinde bir tavır belirlemesi beklenirken, muhalefette bulunan Frankofon liberal parti MR bir hamle daha yaparak, tüm kamu hizmetlerindeki personel alımında laiklik ilkesine kesinlikle uyulmasını öngören bir yasa önerisini Meclis’e getirdi.

*

14 Haziran pazartesi günü yapılacak olan NATO zirvesi dolayısıyla tam 30 üye ülkenin devlet ve hükümet başkanları, beraberlerinde son derece büyük heyetlerle Brüksel’e akın edecek ve her yıl olduğu gibi başkentte hayat büyük ölçüde felç olacak. Bu curcunada ilgiyle izlenecek fasıllardan biri, hiç kuşku yok, Tayyip Erdoğan’ın başta ABD başkanı Joe Biden olmak üzere Türkiye’deki rejime kritik bakan bazı devlet ve hükümet başkanlarını en azından nötralize edebilmek amacıyla sahneleyeceği şovlar olacak.

Bu NATO toplantısı kadar ilgi çekici olan, özellikle Afrika ülkelerinde ve Belçika’daki Afrika diyasporalarında dikkatle izlenecek bir başka olay, NATO’nun emrindeki Belçika güvenlik güçlerinin 17 Ocak 1961’de katlettiği Patrice Lumumba’nın imha edilmekten kurtulan tek uzvunun, yani bir tek dişinin Kral Philippe tarafından 21 Haziran’da Kongo Cumhurbaşkanı Tshisekedi’ye teslim töreni… Bu törenin ardından Kongo’ya götürülecek olan tek diş, Kinshasa’da Lumumba heykelinin bulunduğu Echangeur Alanı’nda toprağa verilecek.

Çok önceden açıklanmış olan programa göre bu teslim töreninin Kongo’nun bağımsızlığa kavuşmasının 61. yıldönümü dolayısıyla 30 Haziran’da Lumumba’nın vatanında, Belçika Kralı Philippe’in de bizzat katılımıyla yapılması bekleniyordu. Ancak kutlama törenine katılma sözü vermiş olan Belçika Kralı Philippe önceki gün sürpriz bir açıklama yaparak salgın endişesiyle bu toplantıya katılmayacağını duyurdu.

Aslında Kongo’nun bağımsızlığının 60. yıldönümü dolayısıyla, geçen yılın 30 Haziran’ında yine Belçika Kralı’nın katılımıyla büyük bir kutlama yapılması gerekiyordu. Ancak o zaman da, yine salgın endişeleri öne sürülerek törenler bir yıl sonraya ertelenmişti.

Brüksel’de büyük katılımlı NATO toplantısının yapılmasında hiçbir sakınca görülmezken, Belçika Kraliyeti’nin Kongo bağımsızlığının yıldönümünün Kinshasa’da kutlanması konusunda salgını bahane ederek ikinci kez oyun bozanlık yapması, sadece Kongo halkına değil, yıllarca sömürgeciliğin acısını yaşamış tüm Afrika halklarına da bir saygısızlık…

Bu saygısızlığa gösterilecek tepkileri yatıştırmak için, yukarıda belirttiğim ara çözümü, yani Lumumba’nın imha edilmekten kurtulan tek dişinin Belçika Kralı Philippe tarafından Kongo Cumhurbaşkanı Tshisekedi’ye törenle teslim edilmesi şovunu bulmuşlar.

Bu göz boyayıcılık karşısında ben de isyan duyuyorum. Nasıl duymayayım ki, emperyalizmin sömürüsüne karşı Afrika kıtasının başkaldırısı 50’li ve 60’lı yıllarda bizim kuşağımızın enternasyonalist gündeminin ana maddelerinden biriydi.

İzmir’de muhalif Sabah Postası gazetesinde çalışırken, Ocak 1959’da Fidel Castro önderliğindeki Küba devrimcilerinin Batista diktatörlüğünü yıkarak Havana’ya girişini ne denli heyecanla karşılayıp okurlara yansıttıysam, Haziran 1960’da Kongo’da Patrice Lumumba önderliğindeki özgürlük savaşçılarının Belçika sömürge yönetimine son vererek bağımsızlık ilan etmelerini de aynı coşkuyla duyurmuştum.

İslamiyeti hızla politize ederek devrimci hareketlere ve sosyalist sisteme karşı kullanmayı öngören Eisenhower Doktrini’nin Türkiye dahil tüm Ortadoğu ülkelerinde uygulamaya geçirildiği bir dönemdi…

Kore'ye 4500 kişilik tugay gönderdikten sonra NATO'ya girerek Sovyetler Birliği'ne karşı Pentagon’un ileri karakolu misyonunu üstlenmiş olan Menderes iktidarı ABD'ye daha da bağımlı olmak için 24 Şubat 1955'te Türkiye'yi Bağdat Paktı'na katıyordu…

Birkaç ay sonra da, 17 Nisan 1955'te Bağlantısız Ülkeler hareketini yaratacak olan Bandung Konferansı'nda Türkiye ABD emperyalizminin beşinci kolu gibi davranarak katılımcı Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinin Batı dünyasından bağımsız bir tarafsızlık politikası izlemesine karşı çıkıyordu.

Yüz kızartıcı bir adım daha… 20 Aralık 1958'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda, bağımsızlık mücadelesi veren Cezayir halkının kendi yazgısını belirlemesi yolunda alınan bir karara, ABD ve Fransa'nın dümensuyunda giden Türkiye'nin karşı çıkmasıydı…

NATO’ya ve CENTO’ya bağlılık yeminiyle gerçekleştirilen 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra da değişen bir şey yoktu… Üçüncü dünyadaki uyanış ve direnişe karşı askeri yönetim de, onu izleyen CHP iktidarları ve onların etkisindeki medya aynı vurdum duymazlığı sürdürüyordu.

Bu kör sağır ortamdadır ki, 1960'da bağımsızlığını kazanmış olan Kongo'nun ilk başbakanı Patrice Lumumba'nın üzerinden bir yıl geçmeden katledilmesi Türkiye’yi yönetenlerin hiçbir tepki göstermedikleri uluslararası cürümlerden biriydi …

Kara Afrika'nın efsanevi lideri Lumumba, ülkesinde derhal sosyal reformlar başlattığı ve sosyalist sistem ülkeleriyle de ilişkiler kurduğu için NATO’nun yönlendirdiği CIA ve Belçika gizli servislerinin ortak komplosu sonucu tutuklanarak zorla götürüldüğü Katanga'da 17 Ocak 1961 gecesi bir ağaca bağlanıp kurşuna dizilmiş, ardından da cesedi parça parça edilip bir sülfürik asit bidonunda eritilerek yok edilmişti.

Bu korkunç plan uygulanırken Belçika’nın ünlü Sosyalist Parti liderlerinden, uzun yıllar Belçika Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlığı yapmış olan Paul Henry Spaak NATO’nun genel sekreteridir.

Lumumba niçin böyle alçakça katledilmişti?

Çünkü Lumumba Kongo’nun Belçika sömürgeliğinden kurtulup bağımsız olduğu 30 Haziran 1960 günü ülkenin ilk başbakanı sıfatıyla Kral Baudouin’in önünde yaptığı konuşmada sömürge yönetimini mahkum etmişti:

"Kongolu kadınlar ve erkekler, bugün zafer kazanmış olan bağımsızlık savaşçıları, sizi Kongo Hükümeti adına selamlıyorum. Biz mücadelede ne güçlerimizi, elimizdeki avucumuzdakileri, ne acımızı ne de kanımızı esirgedik. Gözyaşıyla ve kanla yapılan bu mücadeleyle sonuna kadar gurur duyuyoruz, çünkü bu mücadele soylu ve haklı bir mücadele oldu, gücün bize dayattığı kölelik utancına son vermek için kaçınılmaz bir mücadele oldu. Bu bizim seksen yıllık sömürge sisteminden çıkışımız oldu. Yaralarımız çok taze ve hâlâ belleğimizden çıkaramayacağımız kadar acıyor. Ne beslenmemize, ne giyinmemize ne de doğru dürüst barınmamıza, ne de çocuklarımızı insan gibi yetiştirmemize olanak veren ücretlerle yok edici çalışmalara zorlandık. Zenci olduğumuz için sabah akşam alay, aşağılanma ve fiziksel şiddetle karşı karşıya kaldık. (…) Topraklarımız, yalnızca daha güçlü olanın hukukunu tanıyan sözde legal yasa metinleriyle gasp edildi. Yasaların beyaz ya da siyah için hiçbir zaman aynı olmadığını gördük. (…)"

Gerçekten de, 1884-1885 yılları arasında düzenlenen Berlin Konferansı’nda Belçika’nın Kongo üzerindeki hâkimiyeti tanınmış, Belçika Kralı Leopold II ülkeyi kendi özel mülkü haline getirmişti. Afrika’yı medenileştirme iddiasıyla yola çıkan Leopold, Kongo’daki fildişi ve kauçuk gibi zenginlikleri sömürebilmek için çeşitli koloni düzenleri kurmuştu.

Kauçuk üretiminde çalıştırılan Kongolu işçilerden isyan edenlerin elleri ve ayakları çapraz kesilerek itaat etmeleri sağlanmaya çalışılmıştı. Üretim kotasını dolduramayan Kongolu erkekler yakalanamadığında, askerler bu kişilerin eşlerinin veya çocuklarının ellerini kesmişti. Tüm bu yaşananların etkisiyle 1880 ve 1920 yılları arasında Kongo'daki nüfusun 20 milyondan 10 milyona düştüğü tahmin edilmekteydi.

Lumumba’nın katledilişinin ertesi yılı, 1962’de, İzmir'de sendikal mücadelemden dolayı gazete patronlarının kara listesine alındığım için göçmen işçi olarak çalışmak amacıyla gittiğim İngiltere'de ülkelerinin dramını kendi ağızlarından öğrenebilmek için Afrikalı siyasal göçmenlerle uzun sohbetlerim oldu.

Bir gün o ünlü British Museum'u ziyaret ederken Asya, Afrika, Latin Amerika ülkelerinden talan edilmiş yapıt ve kalıntıları görmek bende şok etkisi yapmıştı. Tepkimi diğer ziyaretçilere anlatırken, iki siyah ilgiyle yanıma yaklaşıp söze girmişti: "Bu müze aslında bir hırsızlıklar müzesidir. Eski Mısır medeniyetinden bugüne Afrika’da ne buldularsa yağma edip buraya depoladılar…"

Muhataplarımdan birisi daha sonra Nelson Mandela’nın lideri olacağı Afrika Ulusal Kongresi (ANC), diğeri ise daha radikal mücadele yönetimlerini benimsedikleri için ANC’den ayrılanların oluşturduğu Panafrika Kongresi (PAC) militanıydılar.

Kısa süre sonra Türkiye'ye dönüp Türkiye İşçi Partisi saflarında mücadele verirken, ardından İstanbul'da Gece Postası, Akşam ve Ant'ı yönetirken emperyalizm ve sömürgeciliğin en büyük soygun alanı Afrika benim en çok ilgi gösterdiğim konulardan biri oldu.

Ant'ta uluslararası kurtuluş mücadeleleri ve devrimler üzerine yayınladığımız kitaplar arasında 1968 yılında Can Yücel'in nefis Türkçesiyle çevirdiği Kara Panterler hareketi lideri Stokely Carmichael'in "Siyah İktidar" adlı kitabının özel bir yeri vardır.

Çok geçmedi, İnci'yle benim Kara Panterler’le yollarımız 1972'de kaçak sürgün olarak bulunduğumuz Paris'te kesişecekti. ABD'deki yoğun polisiye baskılar yüzünden önemli yöneticilerinden bir kısmı Cezayir'e sığınmak zorunda kalmış olan Kara Panter hareketinin Paris'teki militanları, o yıl Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'ne ve diğer uluslararası kurumlara sunmak üzere yazdığımız File On Turkey’in İngilizcesinin düzeltilmesinde bize büyük özveriyle yardımcı oldular. Ayrıca bizi Afrika kıtasındaki ulusal kurtuluş ve direniş hareketlerinin birçok temsilcisiyle tanıştırdılar.

Onlardan biri hiç kuşkusuz Güney Afrika direnişinin beyaz militanlarından yazar Breyten Breytenbach'dı. Üzerinden bir yıl geçmeden Breytenbach'ın Güney Afrika Direnişi kitabıyla benim Türkiye, Faşizm ve Direniş kitabımın Hollanda'da ünlü sol yayınevi Van Gennep tarafından birlikte yayınlanması yaşamımın en gurur verici anılarından biridir.

Belçika’da 50 yılı bulan sürgün yaşamımızda da bir zamanlar Belçika sömürgesi olan Kongo ve Ruanda’dan gelmiş birçok dostumuz ve mücadele arkadaşımız oldu.

Şimdi onlar ülkelerinin tarihinin gerçekçi şekilde tanınması mücadelesi veriyorlar. Lumumba için önümüzdeki hafta olacağı gibi yasak savma kabilinden törenler yapılması, Belçika’da bir kaç sokak ya da meydana adının verilmesiyle yetinmiyor, o dönemin müstemlekeci kralı Leopold II'nin gerçek yerine oturtularak Belçika'nın tüm kent ve kasabalarındaki heykel ve anıtlarının yıkılmasını istiyorlar.

Ağırlıklı olarak Kongo'nun talanı üzerine kurulmuş olan Tervuren'deki Afrika Müzesi’nin de büyük sömürgeci Léopold II'yi putlaştıran tüm unsurlardan temizlenmesi, ülkelerinden gaspedilerek buraya taşınmış tüm eserlerin ve değerlerin Kongo’ya iadesi için mücadele veriyorlar.

Evet, NATO’cu bir komplonun kurbanı olan Patrice Lumumba’nın anısı, tam da NATO’nun merkezinde gerçekleştirilecek NATO zirvesinin ardından halkların bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine ışık tutmaya devam edecek…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi