Nâzım Hikmet ve ülkesi

3 Haziran 1963'te Nâzım Hikmet hayata gözlerini kapadı. Onun çektiği çilelerden destansı oyunlar, filmler, belgeseller yapıldı.

Türkiye'de "1 Eylül Dünya Barış Günü" kutlamaları 1970'li yılların ikinci yarısında Aziz Nesin öncülüğünde başlamıştı. Yazarlar Sendikası Başkanı olan Aziz Ağabey, ilk kutlama için Sovyetler Birliği Yazarlar Sendikası'nın büyük ismi Kostantin Simonov'u davet etmişti.

Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosundaki etkinlikte açış konuşmasını Aziz Nesin yapmış ve sözlerine şöyle başlamıştı:

-Bizden olup da bütün dünyanın tanıdığı üç isim vardır: Nasrettin Hoca, Atatürk ve Nâzım Hikmet!

İlk ikisi için hak ettikleri saygının gösterilmesi bakımından bir sıkıntı yoktu. Türkiye'de sağdan, sola siyasi yelpazenin her rengi gereken saygı ve sevgiyi gösteriyordu.

Ama Nâzım Hikmet için durum farklıydı.

Bütün dünyanın tanıyıp sevdiği Nâzım Hikmet, kendi ülkesinde dışarıda sevildiği kadar sevilmiyordu.

Bunun nedenini yine kendisi yazmıştı "Otobiyografi" şiirinde:

 

 "Yazılarım otuz iki dilde basılır

          Türkiye'mde Türkçemle yasak!"

 

Nâzım Hikmet'in kitapları Bulgaristan'daki 1963 basımı kopyalarıyla Türkiye'ye girdi. 1930'larda basılmış olup da 1938'de hapse girene kadar serbestçe satılabilenleri de el altından gizlice sevenleri arasında dolaşabiliyordu.

Nâzım Hikmet'in ülke dışında ve içindeki durumuyla ilgili olarak unutulmaz bir anı da ben 1993'de Kafkasya'da yaşamıştım. Kabartay-Balkar Cumhuriyeti'nin başkenti Nalçik'te, Balkar/Türk şairler ile hem sohbet ediyor, hem de karşılıklı olarak Nâzım şiirleri okuyorduk. Ben Türkiye Türkçesiyle onlar Balkar Türkçesiyle:

 

"Od olap ben yanmasam

Od olap sen yanmasan..."

 

"Kerem gibi" şiirini iki farklı haliyle okusak da Nâzım Hikmet bizi tek yürek haline getiriyordu.

Gözüm onlara Türkiye'den gönderilmiş Türkçü-İslamcı dergilere takıldı. Birini elime alıp "Sizinkiler Nâzım'ı hiç sevmezler" dedim.

Edebiyat Dergisinin yayın yönetmeni gözlerini hayretle açarak şöyle sordu:

-Dünya'da Nâzım'ı sevmeyen Türk olabilir mi?

Nâzım Hikmet 1938'den 1950'e kadar Türkiye'nin "seçkin" hapishanelerinde yattı.

Neden?

Bir grup Deniz Harp Okulu öğrencisi onun kitaplarını okuyorlarmış. Kitaplar da kitapçılarda var. Nazım bu genç hayranlarını tanımıyor bile...

Ama önceden verilmiş karar uygulanıyor. Nâzım "orduyu isyana teşvik" suçu ile cezaevine gönderiliyor.

Ne kadar saçma değil mi?

1938 Türkiye'sinde olanlar 2017 Türkiye'sine kıyasla daha "aklı başında" kalıyor. Nâzım Hikmet bir komünist, onun kitaplarını okuyan askeri öğrenciler de ilerde komünist olabilirler, ondan sonra bir ayaklanma yapıp, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini devirirler.

Bu çok "uçuk" bir senaryo... Ama kendi içinde mantığı var!

Kendi içinde bir mantığı olan bu uçuk senaryodan tam 80 yıl sonra, ona rahmet okutacak bir başka senaryo ile gazeteciler hapishanelere konuluyor.

Fetullah Gülen Cemaati hakkında şimdiye kadar yazılmış en ciddi kitapları yazan Ahmet Şık, "FETÖ"ye (Fetullah Gülen Terör Örgütü) yardım yataklık yapmaktan Silivri'ye atılmış bulunuyor.

Ahmet daha önce de bu kitap yüzünden Fetullahçı polis ve yargı mensuplarınca tutuklanmış ve hapishaneye konuşmuştu. O tarihte Cemaatin etkili ve yetkili dostları "kitap deyip geçmeyin, bazen kitap bombadan daha tehlikeli olabilir" diyerek Ahmet'i suçlayıp, Gülen'e toz kondurmamışlardı.

Ahmet Şık değil sadece... Cumhuriyet Gazetesi'nin yönetim kurulu başkanı Akın Atalay, Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, Yayın Danışmanı Kadri Gürsel, Kitap Eki Yayın Yönetmeni Turhan Günay, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Karikatürist Musa Kart, yazar Güray Öz, yazar Hakan Kara, Avukatlar Mustafa Kemal Güngör, Bülent Utku, yazı işlerinden Önder Çelik ve son olarak bir habere atılan ve 55 saniye sonra değiştirilen başlık yüzünden Cumhuriyet İnternet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Oğuz Güven Silivri Cezaevinde bulunuyorlar...

Bu ekibin tutuksuz zanlıları da var: Aydın Engin ve Hikmet Çetinkaya!

Hikmet Çetinkaya 1960'lı yıllardan beri dinci yapılanmaları takip edip, bunları yazı dizileri ve kitaplarıyla kamuoyunun bilgisine sunan, bu yüzden de Gülen Cemaati tarafından kara listeye alınmış bir gazetecidir.

Şimdi o da "FETÖ" davası sanığı olarak yargılanıyor.

Aydın Engin siyasi sürgünlük dönemlerinden arta kalan zamanlarında mesleğinin bütün gereklerini yerine getirmiş, Elazığlara kadar gidip Aczmendi Tarikatının şeyhleri, müritleriyle röportajlar yapmış bir gazetecidir. Bu alandaki gayretini halen de sürdürmektedir. AKP Kongrelerini izlemektedir!

3 Haziran 1963'te Nâzım Hikmet hayata gözlerini kapadı.

Onun çektiği çilelerden destansı oyunlar, filmler, belgeseller yapıldı.

Ama bitmedi.

Bu ülkenin kadersizliği tıpkı geçen yüzyılın ilk yarısındaki zalimliğiyle hüküm sürmeye devam ediyor.

Bu açıdan bakınca Silivri Cezaevinde yatan arkadaşlarımız da birer Nâzım Hikmet'tir!..

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Nazım Alpman Arşivi