‘Ne bakıyon len!’

‘Vincent Ölmeli’, bir yanıyla ‘virüs’ bir yanıyla ‘zombi’ filmi. Çağımızın gerçeği ‘bireysel şiddet’ arzusuna dolaylı göndermelerle dolu, yer yer eğlenceli olmayı da başarabilen bir yapım.

Türkiye’nin hiçbir yaşta bitemeyen erkek ergenliğinin vazgeçilmezlerindendir “ne bakıyon len” cümlesi ve arkasından gelen türlü türlü şiddet biçimleri… Fransız yönetmen Stéphan Castang’in bundan haberdar olması beklenemez ama bu hafta salonlarda gösterilmeye başlanan son filmi “Vincet Ölmeli” (Vincent doit mourir) izlendiğinde akla ister istemez bu geliyor.

Vincent çok dikkat çekmeyen, kelimenin gerçek anlamıyla ‘vasat’ bir adamdır. Özelliksiz, sıradan bir hayatı vardır. Bu beyaz yaka birey, bir gün ofisteki stajyer gencin saldırısına uğrar. Meseleyi saldırganın gençliğine vermeye çoktan razıdır fakat bir süre sonra iş yerinde yıllardır yan yana çalıştığı kıdemli bir arkadaşı daha saldırır Vincent’a. Üstelik öldürme kastıyla. Sonrasında ise oturduğu apartmanın merdivenlerinde iki çocuğun elinden zor kurtulur! Vincent bir süre sonra fark eder ki, göz teması kurduğu herkes “ne bakıyon len” moduna geçip onu öldürmeye çalışmaktadır. Bu hezeyandan kaçmak için taşradaki aile evine gitmeye karar verir. Burada da olaylar gelişir ama iyi şeyler de olmaktadır. Bir restoranda garson olarak çalışan Margaux ile yakınlaşan Vincent hayata bir şans daha vermeyi dener. Aynı zamanda yalnız olmadığını da fark edecektir.

2017153-66358605.jpg

“Vincent Ölmeli” birkaç türün melezi olarak düşünülebilir. Bir yönüyle salgın filmi olarak görmek gerek. Vincent’in ve seyircinin bir türlü anlamlandıramadığı bu saldırganlığın giderek artması ve yaygınlaşmasından bunu anlayabiliriz. Ama öte yandan ‘zombi filmleri’yle hayli akraba. Çünkü bu ‘virüse’ yakalananlar ilk başlarda bireysel olarak hareket etseler de zamanla hedeflerine sürü halinde saldırmayı da öğreniyorlar. Ama bir farkla, birbirlerine de saldırıyor bu virüse yakalananlar.

image-1.jpg

Paranoyanın sınırlarından polisiyenin olanaklarına kadar geniş bir mecrada hareket ediyor ve hepsinin de bir araya getirmeyi, türler arası bağlantıları sağlam kurmayı başarıyor yapım. Bir yanda bu ‘sebepsiz’ şiddetin nedenini merak etmemizi sağlarken, diğer yandan da nasıl bir yere bağlayacağını düşünmeden edemiyorsunuz. Üstelik türün ana akım filmlerinde olduğu gibi karakterine mutlak bir kurban rolü biçmiyor. Çoğu zaman iyi ve kötünün karıştığı, kurban ile saldırganın yer değiştirebildiği tuhaf bir evren aynı zamanda. Bu bakımdan Vincent’in dönüşüm süreci de ilgiye değer hale geliyor. Margaux ile aralarındaki ilişkinin dinamikleri de öyle.

2017153-66355948.jpg

Stéphan Castang, filmini “kıyamet öncesi”ne dair diye tanımlayarak George A. Romero, Luis Buñuel ve özellikle de John Carpenter'dan esinlendiğini ifade etmiş. Estetik olarak bu esinlenmenin çok faydalarını gördüğünü söylemeden geçmeyelim. Özellikle de Romero ve Carpenter’i andıran hayli an var. Ama bu üç isim yalnızca estetik değil, içerik ve söylem olarak da üst düzey yönetmenler. Kapitalizmi ve yarattığı bireyi iğdiş eden, tüketim kültürünü masaya yatıran filmlere imza attılar. Hakkını yemeyeyim “Vincent Ölmeli” de dolaylı bir biçimde kapitalist rekabetin parodisi, arsız ve sınırsız sosyal medya linçlerinin gerçek hayata devşirilmiş görsel anlatısı olarak yorumlanabilir. Film doğrudan bu meselelerle ilgili olmasa da onlarsız düşünmeye de olanak vermiyor.

‘Vincent Ölmeli’ çağın ‘bireysel şiddet’ arzusuna dolaylı göndermelerle dolu, yer yer eğlenceli olmayı da başarabilen bir yapım. Hafta sonu için iyi bir seçenek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şenay Aydemir Arşivi