havalandırmanın yerleşik kumrusu geçende partnerini benim pencereye getirdi. bir süre sonra orada takıldılar, bizimki bozulmasın diye pencerenin dışına koyduğum yoğurdun kapağında biriken yağmur suyundan içti biraz. diğeri bir süre çamaşır ipinde durdu. aralarında, kısa bir gaga dokundurma dışında hiçbir temas olmadı. bir süre sonra uçup gittiler.
açıkçası bir hayal kırıklığı yaşadım. bu kumru, hayvanlar aleminin aşk ve muhabetten sorumlu elemanı değil mi?
cezaevinde muhabbet kuşu beslemeye izin var, nitekim kantin listesinde kuş yemine ve kuş kumuna rastladım. (cezaevinde çeyrek asrı devirmiş olan murat türk’ün köprüdeki düşman adlı kitabında iç paralayıcı bir muhabbet kuşu hikâyesi var.)
gelin görün ki kuşlarla pek aram yok. oysa burada en hasretini çektiğim şeylerden biri hayvanlar. dışarıdayken birlikte yaşadığım kedi kökenli bireyleri kastetmiyorum, onlar özlediğim kişiler kategorisinde. sanki bir yere yetişecekmiş gibi hızlı hızlı yürüyen sokak köpekleri, ciddi tekirler, tembel sarmanlar, oyuncu yavrular…
geçen spordan dönerken koridorda, fare itlafı için istihdam edildiğini tahmin ettiğim bir kediye rastladım. ancak bir devlet memuru ciddiyeti içindeydi, hiç yüz vermedi ama burada olmanın iyi yanları da yok değil. bir yere, bir şeye yetişmek gerekmiyor mesela. hem sonra whatsapp gruplarından mesaj gelmiyor.
ayrıca, istanbulluları özendirmek için söylüyorum, metrobüs yok.
bütün bunlar yetmezmiş gibi, seçim tartışmaları çok az. "oy vermek bir şeyleri değiştirseydi..." yok örneğin. çünkü çoğumuzun -yani hükümlünün- oy hakkı yok.
öyle demeyin gerçekten büyük farklılık. aynı sebeple, 25 haziran’da bir daha oy verirsem … diye yemin ettiydim, "ne yapsam" derdi de yok. ama ay çıkar beklentisi var, 8 mart sevinci ve gururu "dur bakalım belki bu sefer…" ümidi, yol arkadaşını kollamak, yalnız kalınca insanın başına üşüşen muhasebeler, rüya görmek, hayal kurmak ve sırrını çözemediğim bir özgürlük duygusu var.