Enver Topaloğlu
Neden ya da niçin şiir okumalıyız – 4
Şiirin ne olduğunu bilirsek, acaba merak ettiğimiz ve dizi soruşturmamızda karşılığını aradığımız “Neden ya da niçin şiir okumalıyız” sorusunun yanıtını da bulabilir miyiz?
Elbette bütün sorular yanıtlanmak için değildir. Bazı soruların soru olarak kalması yanıtlanmasından daha edebi olmaktan öte hayati olabilir. Ayrıca şiirin tanımını “bilmek” hiç de kolay değil. Çünkü şiirin öznesi insan, değişiyor. Şiirin yapı taşı dil, değişiyor. Zaman değişiyor. Hayat değişiyor. Dünya değişiyor. Bir çağın getirdiği tanımlar, bir sonraki çağda eskiyor, ölüyor. İyi gömülmese hayalete dönüşebiliyor. Şiir için de geçerli; bugünün şiiri dünkü şiir değil. Bugünün şiiri yarın ölüyor, yerine yeni bir şiir doğuyor. Hatta, günümüzde, modern Türkçe şiirde olduğu gibi birçok şiir birden doğabiliyor…
Soru ya da sorular üzerine de çok şey söylenebilir. Biz şimdilik sürdürdüğümüz soruşturma dizisinin odağında kalmaktan yanayız. Bu doğrultuda “Neden ya da niçin şiir okumalıyız” sorusunu, şiir okurlarının “gönlünü” erkenden, ilk kitabı “Karşılığını Bulamamış Sorular”la fetheden Haydar Ergülen’e yönelttik. Haydar Ergülen’i okur olsun olmasın, tanımayan yoktur elbette. Biz yine de bir anımsatmada bulunmuş olalım. Şair Ergülen’in kayıtlarda yazılı yaşamöyküsü şöyle: “Haydar Ergülen, 14 Ekim 1956’da Eskişehir’de doğdu. 6 kardeşin en büyüğü. İlk ve ortaokulu Eskişehir’de, liseyi Ankara’da okudu. ODTÜ Sosyoloji’yi bitirdi. Anadolu Üniversitesi’nde Reklam ve Halkla İlişkiler Yüksek Lisans programına devam etti.
25 yıl reklam yazarlığı yaptıktan sonra emekli oldu. Üniversitelerde yarızamanlı olarak Türk Şiiri, İkinci Yeni, Türk Edebiyatı, Yaratıcı Yazarlık, Düşünce Hayatımızdan Portreler, Şairin Yaşamı dersleri veriyor. Şiir atölyeleri düzenliyor.
İlk kitabı “Karşılığını Bulamamış Sorular” 1982’de yayımlandı. Üç Çiçek, Şiir Atı, Yazılıkaya dergilerini hazırlayanlar arasında yer aldı. Necatigil, Akdeniz Altın Portakal, Cemal Süreya, Metin Altıok, Dil Derneği Türkçe, Mersin Kent, Vedat Türkali onur ödülü, İtalya ve Lübnan’da edebiyat ve şiir ödüllerinin de aralarında olduğu ödüllerin sahibi. Pek çok şiir jürisinde yer aldı. Radikal ve Cumhuriyet gazetelerinde yazdı, BirGün’de yazıyor. Yurtiçi, yurtdışında çeşitli şiir etkinlikleri ve festivallerine katıldı. Şiirleri uluslararası dergiler ve antolojilerde yayımlandı. İkisi Fransızca, İngilizce, Almanca ve İtalyanca şiir kitabı var. Toplam 54 kitap yazdı, 16’sı şiir. Eskişehir Tepebaşı Belediyesi Uluslararası Şiir Buluşması, İzmir Büyükşehir Belediyesi Uluslararası Edebiyat Festivali, İstanbul Ataşehir Belediyesi Uluslararası Nâzım Hikmet Şiir Günleri direktörü.
İdil’in nişanlısı, Nar’ın babası.”
Tarih yazımında olduğu gibi yaşamöyküleri de yazıya geçerken kırpılır, eksiltilir. Elde kalan kaydedilir. Elde kalan da her zaman özettir. Oysa, kaç yıl yaşanmış olursa olsun, bir ömür özetlenebilir mi hiç?
Elli yıldır şiirin içinde olan şairden, Haydar Ergülen’den bir şiir aktaralım. Ergülen’in daha önce başka bir yerde yayımlanmamış, okurla ilk kez burada buluşan “Denizküstü Baladı” adlı şiirini paylaşıyoruz:
Uzun sular eski sular
denize bakarak evsizliğini unutanlar
sular da onlar gibi evsiz meğer
bunlar köprüyü dinleme suları bunlar
köprü neşesi mi ne diyorlar
pürneşe pürgüneş pürküpeşte
Türk martı kuvvetleri gösteri uçuşunda
kim demiş kıskanır diye, kıskanmaz
Galata Köprüsü Unkapanı Köprüsü’nü
ruhu bile duymaz, yok deme, ruhusu
Suriye köprüaltı cumhuriyeti alkolsüz
Kim tanımıştır köprünün tanıdığı insanı?
Alageyik Sokağı bir zamanlar köprüye bakardı
Eminönü bayrak denizi üstkimliğimiz gibi
“Canımın çekirdeğinde sitem” var!
Yanından geçip gidenlerin denizi
Eminönü: Denizküsü
Bir daha gelirse astrofizikçi olmak istiyor Haydar Ergülen. Bunu neden istiyor. Sorumuza verdiği yanıtta onun da açıklaması var.
- Şair olmanın yanı sıra şiirin okurla buluşması için farklı kanallarda (çevirmen, editör, yayıncı, ve benzeri) yürüttükleri uğraşla dikkat çeken isimlerle gerçekleştirdiğimiz soruşturma kapsamında sorumuzu bu kez bu kez, Haydar Ergülen’e yönelttik. Ergülen biyografisinde de belirtildiği üzere Uluslararası İzmir Edebiyat Festivali’nin başta olmak üzere birçok festivalin yöneticiliğini yapıyor. Üniversitede şiir üzerine dersler veriyor, şiir atölyesi çalışması yürütüyor. Onun şiirle geçen bir ömür (elli yıl hatta daha fazla) denilecek uzun yoluculuğu süresince şiirin okurla buluşması için başka önemli sorumluluklar aldığını, bu yönde emek sarf ettiğini de ekleyelim. Bu bilgiler ışığında soruyoruz: Haydar Ergülen; neden ya da niçin şiir okumalıyız?
İzmir Uluslararası Edebiyat Festivali, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği 9 günlük bir etkinlik. Bu yıl 6’ncısını gerçekleştirdik, ben de altı yıldır direktörlüğünü yapıyorum. 2023’te 7’cisini ve 100. yıla yaraşır biçimde “Edebiyat Cumhuriyettir” temasıyla ve geniş bir uluslararası katılımla yapacağız.
Ayrıca Eskişehir Tepebaşı Belediyesi Uluslararası Şiir Buluşmaları’nı on yıldır, İstanbul Ataşehir Belediyesi Uluslararası Nâzım Hikmet Şiir Günleri’ni de 4 yıldır yapıyoruz.
Edebiyat ve şiir buluşturur. Belki de sanatın tanımlarından biri budur; buluşmak. Sanat buluşmak içindir. Bu festivaller ya da Türkçesiyle söylersek, belki şiirin nedenlerinden biri daha anlaşılır, Şenlikleri yapma amacım, bir tür karnaval duygusu. Edebiyat ve şiirin aslında en kadim duygusu, karnaval. O da bir buluşma.
Türkiye’den ve dünyadan pek çok şair geliyor, kendi dillerinde şiirlerini okuyorlar, onların Türkçe çevirilerini dinliyoruz sonra ya da okuyoruz. Tuhaf değil mi, dünyada ve bizde, az okunduğu söylenen şiir için çok uzun yıllardır etkinlikler, şenlikler, okumalar düzenleniyor! Bu bana çok şaşırtıcı geliyor. Demek ki şiir okumak bir gereksinim ve gereklilik. Elbette başta şairler, okurlar ve belediyeler ya da kültür kurumları bu umutsuz gibi görünen çabayı yine de gösteriyorlar. Şiirin mucizesi ya da büyüsü mü demeli buna?
Ben de gerek yurtiçi, gerek yurtdışı pek çok festivalde şiirlerimi okuyorum, özellikle Fransa’da ilgiyle karşılandığını söyleyebilirim kitaplarımın. Okur ilgisi, şair ilgisi. Örneğin bu yazsonu Montpellier’deki bir şiir festivalinde, Bir Fransız şairle ‘atışma’ (jouet) etkinliği yaptık. Bildiğimiz atışma, bizdeki gibi. Bir o okudu, bir ben; sona doğru o bir şarkı söyledi, ben de türküyle yanıt verdim: “Hazreti Şah’ın avazı/turna derler bir kuştadır/asası nil deryasında/ hırkası bir derviştedir”. Sonra da türküden, daha doğrusu deyişten hareketle Alevi-Bektaşi- Kızılbaş kültüründen söz ettim. Bunu önemsiyorum, çünkü benim kültürüm ve şiirimin kaynağı, aynı zamanda insani ve toplumsal varlığımı da biçimlendiren, yön veren bir kültür, doğaya yakın, bu nedenle de şiirle ve müzikle de iç içe, bir bakıma kaynak.
Şiir okumak, bu sıcak örnekte de olduğu gibi, Gezi direnişindeki coşkulu sözümüzü hatırlatıyor bana, “Bu daha başlangıç!” Peki sonrası? Mücadeleye devam, şiire devam, okumaya, yazmaya devam... Bir şiir okudum hayatım değişti demiyorum ama, bir şiirden bir türküye, oradan bambaşka kültürlerdeki insanlarla buluşma ve kültürlerarası bir durum yaşama.
Şiir bu değil, böyle bir şey değil diyenler çıkacaktır bunları okuyunca. Böyle düşünmek de iyi, şiirin zenginliğinin göstergesi. Herkesin bir ve daha fazla şiir tanımı var ve sürekli de yenileri ekleniyor buna. O nedenle, evet haklılar, ama şöyle düzelterek: Şiir yalnızca bu değil!
Şiir atölyelerinde de yaklaşımım aynı, şiir yazmak değil öncelik, şiir okumak. Benim için de atölyeye gelen, yeni başlamış biri için de. Şiir de dünyadaki varlığımıza biraz da olsa anlam vermek için icat edilmiş ya da yolculuğumuzun başında yolluk olarak yanımıza verilmiş en değerli yol arkadaşlarından. Kılavuz değil, yoldaş. Cemal Süreya’nın “Ne günah işlediysek yarı yarıya” dizesindeki duygu. O nedenle şiir okumak bir bakıma suç ortaklığı yapmak sayılır. “Masum değiliz hiçbirimiz” itirafında bulunmanın başka bir yoludur. Şiir insanın hem özgeçmişidir tek tek ve kolektif olarak hem de bir tür vakayinamedir, öte yandan da geleceğe mektuptur. Ya da şöyle diyelim, zaman mefhumunun sırrına ermeyi dileyenlerin başvuracakları bir yerdir.
Şiiri tanımlamaya başlar gibi oldum ama, şiir hakkında her konuşma, her yazı, her yanıt tanım da içerir, yeni tanımlar da getirir, gerektirir. Bir bakıma da bu şiirin diyalektiğini gösterir. Kadim olduğu kadar da taptaze olan bir şeyle karşı karşıyayızdır her zaman.
Şiir okumak, Proust’un romanın adı gibi “kayıp zamanın peşinde” olmaktır. Bazen bulur gibi olmak ama hiçbir zaman da bulamamaktır, en sevdiğim şiir başlığıyla söyleyeyim bir de, Edip Cansever’in dediği gibi “Gelmiş Bulundum” demektir.
Şiir günü kurtarmaz, aksine insanı meşgul eder, felsefeyle ilgisi yoktur ama düşünceyle vardır. Bazen hafif bir yaz düşüncesi gibidir; bütün bu güzellikler bu yaz gibi bitecek dersiniz, bazen de dünyaya kök salacakmış gibi varlığı, kainatı, sonsuzluğu düşünürken bulursunuz kendinizi. Ben şiiri en çok astrofiziğe benzetiyorum. Bir daha gelirsem şair değil, astrofizikçi olmak istiyorum!