Enver Topaloğlu

Enver Topaloğlu

Neden ya da niçin şiir okumalıyız – 5

Bu defa soruşturma dizimizin konuğu, “gizli şair” “açık karikatürist” ve Ermenice yazan İstanbullu şairlerin şiirlerini Türkçeye çeviren Ohannes Şaşkal oldu.

Dilin ufkunun daralmasının, esnekliğinin azalmasının, anlam üretme kabiliyetinin zayıflamasının okumamakla alakasının olabileceğini söylemeye gerek yok aslında. Okumanın, dili (her iki anlamda da) kireçlenmeden, taşlaşmadan ya da kalıplaşmaktan koruyan, uzak tutan bir etkinlik olduğu açıktır.

Okumak yıkmaktır, ama aynı zamanda da kurmaktır. Örneğin şiir okumanın da yazmak gibi kurulu yapıyı bozan bir girişim olduğu söylenebilir. Hatta sadece iddia olarak kalmayıp kanıtlanabilir bile. Elbette okumak mefhumunu bütün anlam katmanlarını içerecek biçimde düşünmek önemli.

Okumakla başladık şiire geldik. Şiirden devam edelim. Şiir elbette şairinin anadilidir (Baba dili yani devlet, yasa, kurum dili ya da müşterek dil değil). Ama unutmamak gerekir ki şiirin kurulduğu dil aynı zamanda toplumunun, çağının, içinde devindiği koşullardan da etkiler alır. Etkiler alır deyişine dikkat! Yani etkiler alır ama daha fazlası değil. Dil toplum tarafından kurulur, şekillendirilir, ama toplumu da kurup şekillendiren dildir. Aradaki diyalektik ilişki konuyla ilgili kılavuzumuz olabilir.

Dizinin ilk bölümünde belirttiğimiz gibi şairliğinin yanı sıra şiir için çabasını çevirmen, deneme yazarı, editör, eleştirmen, araştırmacı, incelemeci ve benzeri vasıflarla sürdüren isimlere sorumuzu yöneltmeye devam ediyoruz. Bu defa soruşturma dizimizin konuğu, “gizli şair” “açık karikatürist” ve Ermenice yazan şairlerin şiirlerini Türkçeye çeviren Ohannes Şaşkal oldu.

Ohan adıyla tanınan Ohannes Şaşkal, 1959 yılında, İstanbul’da doğdu. Çocukluğunun geçtiği memleketi Amasya’da, Hürriyet İlkokulu’nda iki yıl okuduktan sonra, ilköğrenimini İstanbul, Halıcıoğlu’ndaki -şimdi yerinde yeller esen- Nersesyan Ermeni İlkokulu’nda yatılı olarak sürdürdü. Lise eğitimini Üsküdar’da, Surp Haç Ermeni Lisesi’nde yine yatılı olarak tamamladı. 1982’de İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden mezun oldu. Karikatür çizme serüveni 1977’de başladı.

İlk karikatürü Şubat 1978’de Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı. 12 Eylül 1980’e kadar farklı periyotlarda Cumhuriyet, Dünya, Demokrat gazetelerinde ve çeşitli kültür-sanat dergilerinde, 1989-1990 yılları arasında haftalık Sokak dergisinde ve uzun yıllar günlük Ermenice yayımlanan Marmara gazetesinde çizdi. 1997’de yayımlanan “bkz.” başlıklı karikatür kitapçığını, 2001’de Aras Yayıncılık’tan çıkan “Karakutu” albümü izledi. Ocak 2008’de, Paris’te, Hrant Dink anısına, Ümit Kartoğlu’yla birlikte gerçekleştirdikleri “göç-entegrasyon-asimilasyon” odaklı sergilerinin albümü “Le Chiendent Ayrık Otu”, 2007 yılı sonunda yayımlandı. 2010 yılında, Schneidertempel Sanat Galerisi’nde açılan “Placebo” adlı sergisi eşzamanlı olarak, yine Aras Yayıncılık etiketiyle ve aynı başlıkla yayımlandı.

Ermeniceden Türkçeye şiir çevirmekte... Zahrad’ın şiirlerinden yaptığı çeviriler farklı zamanlarda, farklı yayınevleri tarafından yayımlandı. Şimdiye dek Zahrad’dan çevirdiği bütün bu şiirler, Şubat 2020’de Aras Yayıncılık tarafından “Bambaşka Bir Bahar” adıyla kitaplaştı. Garbis Cancikyan’ın şiir ve düzyazılarının çevirisi olan “Şu Ömrümün Şubat’ı”, Şubat 2016’da, Taniel Varujan’ın “Ekmeğin Şarkısı”nın Türkçesi ise Nisan 2019’da yine Aras Yayıncılık etiketiyle okurla buluştu. Halen eczacılık mesleğini sürdürmekte, 2007’den bu yana haftalık Agos gazetesinde çizmekte.

İki şiir paylaşacağız. Önce Şaşkal’ın Türkçeye çevirdiği Ermeni şiirinin büyük ustası Zahrad’ın “Işıltı” başlıklı şiiri:

Siyahtır inatla üstümüze üstümüze yürüyen

Ve ağır çeken bir şey vardır bazen:

Siyahtır

Siyahtır verimli başakların kökünü kemiren

Gündelik ekmeğimizden eksilsin diye ışık

Fakat uykusuz gecelerin şairleri vardır ki

Dikilirler karşısına siyahın

Işıltılı

Apak

Fırından yeni çıkmış ekmek gibi sımsıcak

İkinci şiirse Ohannes Şaşkal’dan. Şaşkal’ın ilk kez yayımlanan “İz” başlıklı şiirini altındaki tarihin de metne katılarak okunmasını öneriyoruz:

Gökyüzü yalnız kalacak

Kuşlar göçünce

(Ezgiler kalacak yalnız

Yankıyacak)

Yürek bomboş kalacak

Dostlar gidince

(Sesler kalacak yalnız

Işıyacak)

Yaprak özsüz kalacak

Rüzgâr esince

(Düşler kalacak yalnız

Kanayacak)

Gözler öksüz kalacak

Renkler yitince

(Sisler kalacak yalnız

Ansıyacak)

Ölüm kimsiz kalacak

Yaşam bitince

(İzler kalacak yalnız

Yansıyacak)

20 Kasım 1980

- Ohannes Şaşkal, siz bilindiği kadarıyla şair değilsiniz ama, diyerek başlamıştık soruya. Lakin görüşmelerimizde “gizli şair” olduğunuza yönelik sezgimizde yanılmadığımızı anladık.

Bilinirliğiniz, tanınırlığınız şairler gibi sözcüklerle değil, çizgilerle şiir yazıyor oluşunuzdan ileri geliyor. Öte yandan şiirle de güçlü bir bağınız var. Yaptığınız şiir çevirileri bunu gösteriyor. Başta Zahrad olmak üzere Ermenice yazan gündeş ya da klasik şairlerin yapıtlarından Türkçeye yaptığınız çevirilerin modern Türkçe şiir için değeri ve önemi çok büyük.

Soruşturmamız kapsamında yanıtını aradığımız soruyu, artık alenileşen “gizli şair” oluşunuz ve şiir çevirileriniz nedeniyle size de yöneltmek istedik: “Neden ya da niçin şiir okumalıyız” Neler söyleyeceksiniz…

Ortaokul ve lise yıllarında, henüz karikatüre bulaşmamışken, ayrı ayrı iki dilde çıkan okul dergilerimize şiir yazıyordum. Sonrasında da yazmayı sürdürdüm. Üniversitenin ilk yılında karikatüre yönelip kendimi yoğun bir uğraşın içinde bulunca ve çizgilerim de yayımlanmaya başlayınca, şiire daha seyrek zaman ayırır oldum. 12 Eylül sonrası kimi nedenlerle onların bir kısmını ayıkladım, bir kısmını da yitirdim, Elimde çok çok azı kaldı. Hemen belirteyim ki kendimi hiç şair olarak görmedim. Yine de, 1993 yılından itibaren Türkçeden Ermeniceye şiir çevirmeye cüret etmemi, şiir yazma pratiğime ve şiirin izini süren iyi bir okur olmama borçluyum, diyebilirim.

Sorunuza dönersem; neden müzik dinlenirse, neden film izlenirse, şiir de o nedenle okunur ya da dinlenir, denebilir. Hangi gerekçeyle ortaya çıktığından bağımsız olarak, bütün öteki sanatsal yaratımlar gibi şiir de alıcıya / okuyucuya / dinleyiciye ihtiyaç duyar ve paylaşılmayı amaç edinir. Sanat alıcısı, şiir okuma eyleminde sadece bilgilenmek, haberdar olmak gibi olağan ve sıradan bir öğrenme güdüsüyle değil, aksine yeni ve hayret uyandıran şeyler işitmek merakıyla, dilsel-estetik bir hazza erişmek, dahası hayata bağlanmak, hayatı hissederek yaşanır kılmak arzusuyla hareket eder.

Şiir okumaları farklı farklıdır. Şiiri, genellikle dergi ve kitaplardan takip ederek, öncelikle yeni bir şairle, yeni şiirlerle buluşmayı, özgün ve nitelikli sesler keşfetmeyi umarız. Sevdiğimiz kimi şairlerin işlerini, daha önce okuduğumuz ve hoşumuza giden kimi şiirleri defalarca ve yeni baştan okumak da sıklıkla başvurduğumuz yollardan biridir. Beğenilerimizin süzgecinden geçmiş, belleklerimizde yer etmiş ve /ya da heyecanımızı uyandıran nice has şiirle de yollarımız sıklıkla kesişir.

Sayısız şiir arasından ve hiçbirine haksızlık etmeksizin söylemiş olayım, şimdi, ilk elde aklıma gelen şu iki şiiri örnek göstermek isterim: Biri, Arif Damar’ın “Dayanılmaz”ı, öteki de F. H. Dağlarca’nın “Söyle Sevda İçinde Türkümüzü”… Onları ve benzeri has şiirleri okumak ya da işitmek, bizi heyecanlandırmakla kalmaz, onlardaki şaire özgü dilsel tatla şenlenir, tazeleniriz; okundukça çoğalan bu tür yaratımlarda önceden sezemediğimiz yeni çağrışımlarla da büyüleniriz. İyi şiir, parıltısı sönmez çokgen bir elmas gibidir, saflığını ve güzelliğini yitirmez, zamana direnir; yeniden okunma arzusunu hep taze tutar. Sevdiğimiz şairler hayattaysa ve yazmayı sürdürüyorlarsa, onlardan da yeni şiirler okumayı ümit ederiz. İlginçtir, nitelikli bir şiir ne kadar neşeli, ne kadar hüzünlü, acı ve kederli olsa da, sanat alıcısına mutlaka ve daima dilsel-estetik bir haz sunar.

Bir şiirde herkes aynı duyarlıklara ulaşamaz. Okuma eyleminde, şiir alıcısının kavrayışı, sezgisi, sanatsal-kültürel birikimi, dilsel donanımı, o anki ruh hali ve yapıta ne kadar odaklanabildiği gibi etmenler de bizatihi onun şiirle bütünleşmesinde önemli roller oynar. Öte yandan, ister tek başına, ister toplum karşısında okunsun, şiirde, anlatının mealine, imge ve çağrışımlarına, tadına, tılsımına tam anlamıyla varabilmek için onun abartısız bir edayla, ondaki ritme ve üsluba uygun düşecek, doğru, akıcı bir tonlamayla okunması da hayli önemlidir.

Şiiri, öteki sözlü, yazılı anlatı biçimlerinden ayırıcı kılan bir özellik de, onun ezber okunabilir, belleklerde yer edebilir bir nitelik taşımasıdır. Etkisinde kaldığımız kısacık bir öyküyü bile ancak genel hatlarıyla ve bizi çarpan bir bölümüyle hatırlayabiliyorken sıkça okuduğumuz ya da hoşumuza giden şiirler, genellikle de onları ezberleme zahmetine katlanmamışken, bütünüyle belleğimize kazınabilirler. Zaman zaman da, sırası geldiğinde bize kendilerini hatırlatmayı bilirler. Bir şarkı sözü, bir beste de böyledir.

Neden ve niçin şiir okuruz peki? Her şiir okunmayı hak etmez elbet! Oysa nitelikli, has şiirlerden oldum olası çok şeyler murat ederiz. Hissetmek, umutlanmak, neşelenmek, içlenmek ya da öfkelenmekten tutun, görünendeki görünmeyeni, görebilmek, meselenin gizini sezebilmek için de şiir okuruz...

Umulmadık, bambaşka bir fikirle, güzellikle, sürprizle karşılaşmak; şaşırmak, heyecanlanmak, hayranlık duymak; mest olmak, hatta sarhoş olmak için şiir okuruz…

Şairin ustalığıyla, işçiliğiyle; ufkuyla, düş gücüyle, zekâsıyla; ruhuyla; özgün sesiyle buluşabilmek için şiir okuruz…

Sıradan görünen sözcüklerin, deyişlerin gizilgücüyle, dahası söze dönüşerek inşa ettikleri dilsel yapıdaki o sıra dışı, sihirli –ve hatta yüce- bütünlükle dolmak için de şiir okuruz…

Bu mevzuda daha çok şey söylemek mümkün elbette! Uzatmayayım; sözün özü, dilin tadına, yaşadığımızın farkına ve hayatın hazzına varmak için şiir okuruz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Enver Topaloğlu Arşivi