Savaş Kılıç
Nüansları tırpanlamak
Dil Reformu’nun başlıca kaygısı köken meselesi olduğu, kelimelerin “milliyet”ine (!) işlevlerinden daha çok önem verildiği için, Arapça ya da Farsçadan alınmış kelimeleri tasfiye ederken (ya da etmeye çalışırken) bunlar arasında olabilecek nüansları, ince ayrımları gözden çıkarma eğilimi de baskındı. Basit bir şema kuracak olursak: Türkçe bir kelime ile Arapça/Farsça yakın anlamlısı arasında veya aynı kavram alanına ait birden fazla Arapça/Farsça kelime varsa bunların kendi arasında nüans olması çoğu zaman muhtemeldir.
Ne kadar çok devşirme kelime olursa olsun, bunlar ne kadar birbirinin yerine kullanılmış olursa olsun, eski “müellif”ler nüansların farkında olsun olmasın, o nüansları silmeye çalışsın çalışmasın, sonuçta dil denen kapalı sistemde birbiriyle tam olarak eşdeğerli (yani tam olarak eşanlamlı) çok fazla kelime olamaz; yakın anlamlı diyebileceğimiz kelimeler arasında kâh kökenlerine bağlı olarak kâh dilbilimcilerin “söylem türü” dediği şeyden kaynaklı olarak fark gelişir. Bu farklar o kelimeleri kullanmış nice kuşakların etkisini bugüne taşır. Kullandığımız her kelimeye, onu bizden önce kullanmış olanların sesi soluğu sinmiştir. Ve dilin, dar yani teknik anlamıyla “dil”in (la langue) değer dağılımını, sistemini, kuran da işte bu ses ve soluktur.
Dil Reformu’nun özellikle Arapça/Farsçadan devşirilmiş kelimeleri nüanslara acımadan tasfiye etmesinin –tahmin edileceği üzere– Türkçenin sözvarlığı, yani haritasını çıkarabildiği kavram alanları konusunda bir zafiyet yaratması kaçınılmazdı (bu konudaki çekincelere daha Tevfik Fikret’te rastlıyoruz). Böyle bir tasfiyenin ne kadar zayiata yol açtığını saptamak şu anda benim için pek kolay değil ama bir gün hasar tespit çalışması yapmak iyi olur. Şimdilik bir-iki örnek üzerinden sorunları gözlemlemeye çalışabiliriz.
TAKİP ETMEK-İZLEMEK-SEYRETMEK
Neolojizm düşmanlığının günümüzdeki elkitabı olan RİT (Resmi İkameli Türkçe) Lügati’ne bakılacak olursa izlemek kelimesi ilk olarak 1974’te TDK’nın Türkçe Sözlük’ünde “seyretmek, temaşa etmek” karşılığı olarak belirtilmiş. Oysa kelimenin tarihsel anlamı öteden beri “takip etmek, iz sürmek, izinden gitmek”. Tietze 15. yüzyıldan tanıklar veriyor, 17. yüzyıldan Meninski’nin tanımlarını aktarıyor.
Buradaki temel sorunu şöyle açmaya çalışayım: İzlemek kelimesi (yarısı Arapça olduğu için) takip etmek yerine geçirilmek istenebilir; katılırız katılmayız, bu aksiyomatik bir tercihtir, ama kullanılması yanlış değildir. Takip etmek ile izlemek yan yana veya birbirine alternatif olarak kullanılabilir ve bu da stilistik (üslup bakımından) bir fark yaratır – başka dillerde de karşımıza çıkan, aslında zenginlik sayılabilecek bir durumdur bu. Bir başka ihtimal: Bu iki fiil yan yana var olduklarında hiçbir anlam veya üslup farkı gelişmez, bir bakıma semantik bir fazlalık yaratır (ki Türkçede yollamak ve göndermek gibi nüans içermeyen eşanlamlılar vardır zaten), bu durumda da ikisinden biri zamanla kullanımdan düşebilir. Bu ihtimallerin hepsini kabul edebiliriz. Ama izlemek kelimesini hem “takip etmek” hem de “seyretmek” (yani bir olayı ya da gösteriyi gözleriyle takip etmek, temaşa etmek) anlamında kullanmaya başladığınızda ortaya sorun çıkar: Kelimeyi hangi anlamda kullandığınız her zaman kolay anlaşılmayabilir, yorum için fazladan çaba harcamamız gerekebilir. Eh, bu da dünyanın sonu değildir elbette. Ama muğlaklıktan kaçınmak mümkünken, bile bile muğlaklık yaratmak da –şiir yazmıyorsanız– dil denen sistemi biraz ifsat etmek olur. Dahası, reform başarılı olsaydı ve takip etmek ile seyretmek fiillerinin ikisi de tarihe karışsaydı, unutulsaydı, bu durumda da ortaya bir yoksullaşma çıkmış olacaktı (bereket versin ki bu örnekte öyle bir şey olmadı).
Bu arada takip etmek / izlemek denkliğinin başına başka bir şey geldi: Özellikle İngilizceden yapılan çevirilerde kimi çevirmenler, her şeyi harfi harfine tercüme etme sevdalarının bir sonucu olarak to follow kelimesinin “uymak, riayet etmek” gibi anlamlarını da yine izlemek, nadiren de takip etmek kelimesiyle vermeye çalışıyorlar, daha doğrusu verdiklerini zannediyorlar: “Kurallara uyun” yerine “Kuralları izleyin” diyecekler neredeyse. İngilizceden devşirilen bu kullanım henüz bütün dile yayılmış değil (allahtan), Türkçeyi iyi kullanamayanlara özgü bir Anglisizm olarak duruyor (dursun). Ama zamanla yaygın dile mal olursa, bu durumda izlemek fiilinin 3 anlamı olacak: “1) takip etmek, 2) seyretmek 3) uymak, riayet etmek.” Çokanlamlılık kelimelerin doğasında vardır, sorun burada değil, ama 3 anlamı ifade etmek için 3 (ya da daha fazla) kelimeniz varken kendi kendinizi tek kelimeye mahkûm etmek niye?
İNDİRGEMECİLİK
Benzer bir durum düş kelimesi etrafında da gelişti: Hem rüya hem de hayal, düş’e indirgenmek istendi. Düş binlerce yıllık güzel bir Türkçe kelime, düşünmek’in kökü, deyimler kurmuş (ne âlâ). Rüya karşılığı kullanılıyordu zaten, o amaçla kullanılmaya devam etseydi pek bir karışıklığa yol açmayacaktı. Ama Batı dillerinden çevirilerin de etkisiyle (İngilizce ve Fransızcada benzer bir ayrım sıradan dilde kolay kurulamadığı için, karmaşık teorik metinleri de başlarda –ve belki hâlâ– iyi anlamadığımız için), hem rüya hem hayal karşılığı düş kullanılmaya başladığında ister istemez kafa karışıklığının önü açıldı.
Başka bir yerde “ırkçı indirgemecilik” adını verdiğim bu stratejinin bir örneği de teklif-tavsiye-öneri üçlüsü: Önermek hem “tavsiye etmek” hem de “teklif etmek” anlamında kullanılıyor. Diyelim ki bir restoranda “şefin tavsiyesi” yerine “şefin önerisi” gibi bir ibareyle karşılaşabilirsiniz. Böylece hem teklif ile tavsiye arasındaki fark silinmiş oluyor hem de üçüncü unsur olarak öneri bunların ikisinin birden yükünü taşımak zorunda bırakıldığı için aslında bambaşka bir semantik işleve bürünüyor.
Günümüzde pek kalmadı ama 2000’lere kadar Ataç’vari bir tavırla kimi eleştirmenler yazarların –diyelim ki– kayıp ve yitik sözcüklerini bir arada, yan yana kullanmasına karşı çıkardı: “Tutarsız”, “dil zevki yok” gibi sözlerle kınarlardı. Bu tutumun sonuçlarından biri elbette yan yana kullanıla kullanıla gelişecek nüansların önünün kesilmesiydi. Birkaç yıl önce Varlık dergisinin soruşturmalarından birinde bu tür yakın anlamlıların bir arada kullanılmasına dair bir soru da vardı (yani söz konusu tutum aslında hâlâ tamamen kaybolmamış, tereddüt olarak yaşıyor). Verdiğim örnek şimdi de işimize yarayacak cinsten: Etkinlik, faaliyet ve aktivite kelimelerinin aynı anlama geldiği, her bakımdan birebir aynı değeri taşıdığı söylenebilir mi? Örneğin “faaliyet raporu” yerine “etkinlik raporu” deyince bir şeyler eksiliyor olabilir mi? Keza bir çeviride “bedensel aktivite” yerine “bedensel etkinlik” dediğimizde içimiz rahat edecek mi? Yoksa kaybettiğimiz bir nüans olduğunu hissedecek miyiz? Yahut, “beden eğitimi” ile “beden terbiyesi” aynı şey mi hâlâ?
Ben oyumu kökenden değil işlevden, işbu örneklerde nüanstan yana atıyorum. Size de öneririm, daha doğrusu tavsiye ederim.
Savaş Kılıç: 1975'te doğdu. Türk Dili ve Edebiyatı ve dilbilim eğitimi gördü. İngilizce ve Fransızcadan çevirileri, çeşitli dergi ve kitaplarda yayımlanmış yazıları var. Metis Yayınları'nda editör olarak çalışıyor.