Fadıl Öztürk
O hep bizden bir adım öndeydi - 'Celal Karaduman için'
1 Ocak 1956 Dersim, Hozat doğumludur Celal. Nazime anadan olma, Keko Amca’nın en büyük çocuğudur. Adı Hüseyin olan, kendinden bir küçük kardeşini çok genç yaşta bir trafik kazasında yitirdi. Ölümün ateşini genç yaşında koynunda söndürmüş bir arkadaşımızdı. Elazığ’ın Sako Mahallesi’ndeki, üç gözlü, çatılı kerpiç binada, altı kız kardeşiyle yaşama devam etti. Ama Nazime Ana, gülmeyi soyunup, yas giyindi o günden sonra.
Hozat’tan Elazığ’ın Sako Mahallesi'ne göçüp, kendilerine ev yapan küçük bir esnaf olan Keko amcanın oğluydu. Aynı mahallede, aynı sevinç ve aynı hüzünlerle beraber büyüdük. Çok sonra, ben de cezaevinde görüşüme gelen kardeşim Zeynel’i trafik kazasında oğlu ve eşiyle kaybedince, Celal’le acıda eşitlendik. Annelerimiz bizden ayrı kardeş olmuşlardı. İbadet eder gibi birbirinin acılarına eğilirlerdi. Zaman böyle geçiyordu üstümüzden.
İlkokul, orta okul, lise ve Tunceli Yatılı Öğretmen Okulu derken, hiç de farkına varmadan büyümüştük. Büyümüş, 12 Mart’ın eşiğine, on beş yaşlarına gelmiş muhalif gençler olmuştuk. Kızıldere’de Mahir ve dokuz yoldaşı vurulduklarında, onların yarasını aldık. Denizler asılırken biz de boynumuzu ipe uzattık. İbrahim işkencede lime lime edilince, bir daha dönmedik evimize. Onlarla öldük. Onların bize bıraktıkları dava için acılarımızdan yeniden doğrulduk.
Celal, hepimizden bir adım önde gitmişti. 12 Mart’ta, bizden önce, Diyarbakır Askeri Cezaevine konulduğunda anlamıştık bunu. Korku şehirlere kadar inmiş, Celal arkadaşımızı mahallemizden söküp götürmüştü. Diyarbakır mahpusunu bizden önce tanıdı, anı kıldı kendine. 1974 de afla dışarı çıkınca, tekrar bir araya gelmiş, beraber yürümeye başlamıştık.
Elazığ’da, 1974’lerde, zamanın TÖB-DER’in öncülük yaptığı yürüyüş, faşist tertip karşısında bozguna uğradığında, üstünlük devrimci güçler aleyhine, faşistlerin lehine değişmişti. Bu kötü bozgun militan bir mücadeleyi getirip hepimizin önüne koymuştu. Devletin kolluk kuvvetleri de bizleri savunmayınca biz mahallelerimizi, okullarımız, işyerlerimizi savunmakla yüz yüze kalmış erken sorumluluklar almıştık. Celal tüm bu çabaların içinde yer alan, bir adım dahi geri durmayan kendine has bir arkadaşımızdı. O şimdi, Elazığ Hozat garajındaki Savaş Kitapevi ’inde, arkasında kızıl zemin üzerine çizdiğim Mahir posterinin önündeki masasında oturuyor. O gitmedi hiç bir yere o oturuyor anılarımızın baş köşesinde.
12 Mart sonrası, gençlik muhalefeti şekillenirken, safını bizimle beraber belirledi. Hiç birini görüp tanımadığımız, arkadaşlık bağımızı Mahir’in yaptığı, Ankara’ da başlayan ve bütün Türkiye’ye yayılan Devrimci Gençlik süreciyle arkadaşlığımız boyut kazandı.
Tam o zamanlarda, İstanbul’da vurulan ve Elazığ’a getirilen Nuray Erenler ’in Cenazesi devrimciler için toplu bir direnişe dönüştü. Daha önce yenilgiyle sonuçlanmış Töb-Der yürüyüş güzergahı takip edilerek, polisin saldırısına rağmen binlerce kişi kendi direnişine yürümüştü. Gömdüğümüz sadece Nuray Erenler arkadaşımız değildi. Onunla beraber faşistler karşısındaki yenilgimizi de gömmüştük. Bütün bu süreçlerde, hepimiz gibi Celal’de bir nefer gibi çalıştı, çabaladı...
1978’e gelinceye kadar, Elazığ’daki direnişe damgasını vuran Devrimci Gençlik sürecinde, ben dahil olmak üzere, Haydar Başbağ, Ali Akgün, Nazım Doğan, Nurettin Güler, Zeki Öztürk ve adlarını buraya yazmakla sığdıramayacağım kadar çok insanla beraber, oturdu, çok insanla beraber kalktı. Onlarla gece yazılamaya çıktı, mahalleleri bekledi. Kimin ihtiyacı neye varsa, onun için koşturan arkadaşlarımızdan biri oldu. Dedim ya, hep bizden bir adım önde gidiyordu. İçimizde ilk evlenen yine o oldu. Onun sayesinde, Sevgi’yle tanıştık. Sevgi ve Celal sayesinde de Ulaş’la, Özge ve Özgürcan’ımızla. Bir adım daha öne atılıp, hepimizden önce torun sahibi olan yine oydu...
Devrimci Yol ve Devrimci Sol ayrışmasında elimizde bir Celal’in başında durduğu Savaş Kitapevi, bir de bütün ısrarlarına rağmen, Hıdır Toptaş’ın vermediği silah kalmıştı. Celal dahil geride kalan yoldaşlarımızla, Devrimci Yol süreciyle yeniden bir beden oluşturacaktık. Biz kalan yoldaşlara Ankara’dan gelen Yaşathak Aslan ve Merih Cemal Taymaz’la beraber yol almaya devam edecektik..
Elazığ’daki örgütlenmenin bir özelliği vicdanı bir temelde şekillenmesiydi ve ast-üst ilişkisinin hemen hemen hiç olmamasıydı. Bir alana sıkışıp kalmayıp, şehrin her semtinde var olması ve olduğu yerde halkın kendini yönettiği, direnişini örgütlediği Direniş Komitelerini hayata geçirmesiydi. (Direniş Komiteleri kitabında ‘K’ bölgesi, Kırktutlar direniş komitesinin deneyimini içerir)
Celal, bir eylem içinde yakalanınca, o bizi içerden, biz onu dışarıdan takip ettik. Bırakmadık birbirimizin peşini. O, 12 Eylül’ü içerden karşıladı, bizler Türkiye’nin neresindeysek, orada dışarıda karşıladık. Sonrası mahpushaneler, açlık grevleri, sürgünler; sonrası her biri bir ülkede mültecilik; sonrası birbirimizden haber alma çabalarımız...
Tek tek çıkacaktık cezaevlerinden. Tek tek dönecektik mültecilikten. Tek tek hayat kurmaya çalışacaktık nerde yaşıyorsak orada. Geleceğe ilişkin yol alışlarımız oldu her birimizin, bir diğerimizi dışlamadan. Birbirimizin tercihlerine saygılı olduk. ve böyle geldik bugünlere. Sonrası... Celal yine yapacağını yaptı; hepimizden bir adım önden giderek, göçüp yıldızlara gitti...
‘’Sesleri sökülmüş, hırpalanmış bütün ırmaklar
kapılar kırılarak yağmalanmış bütün hayaller
eşyalar suçlu, pencerelerde siyah perdeler
boş caddelerde ıslık çalıyor yaşlı ağaçlar’’
kaldır başını bak...
acına oturmuş bütün arkadaşlar
........