Ragıp Duran
Okay, sen n'aaptın bööle?
Eşin-dostun yazdığı kitapları ya da onlar hakkında yazılan eserleri insan başka bir gözle, başka bir merakla okur, değil mi? ‘’Okay’ın Kitabı’’nın (*) hazırlıklarından haberim vardı. Uzun söyleşiyi yapan Aytekin (Hatipoğlu) ile Nokta dergisinde beraber çalışmıştım. Okay’la da Cumhuriyet’te. İki meslekdaşımızı da kaybettik maalesef. Ben dindar olmadığım için rahmetliden sonra konuşmama kuralına bağlı değilim.
Okay, şiir çevirisi yapacak kadar Fransızca bilen, bilgili kültürlü bir gazeteciydi. Engels çevirdi, Elsa Triolet çevirdi, Red Türküleri derledi. Mesleğin inceliklerini çok iyi uygulayan bir arkadaşımızdı. Gazeteciliğe de meraklıydı. Cumhuriyet gazetesinin bağımsızlığını kalıcı hale getirmek için statü oluşturma çalışmalarını, Le Monde’un yapısından esinlenerek hazırlamıştı. Zeki miydi kurnaz mıydı emin değilim ama gazetedeki arkadaşlar ona ‘’Yılan’’ kod adını uygun görmüşlerdi. Sakin, efendi, muzip, mizahı olan bir gazeteci idi. Saman altında devasa su şebekeleri kurmuştu. Bir İngiliz generali kadar yönetim uzmanı idi.
Yazı işlerinde gececilere, sigara paketinin arkasına birinci sayfa taslağı çizip hangi değişikliği nasıl yapacaklarını anlatır, gazeteden öyle çıkar, diye anlatırlar. Bir de çizgi roman meraklısıydı. Saint-Joseph’liydi sonra da Mülkiyeli. Açıkçası her şeye rağmen severdim ben Okay’ı. Hoş sohbet bir adamdı. Aramız iyiydi.
Gerçi son zamanlarda, 2-3 yıl önce, Yakup meyhanesinin girişindeki masasında yeni gelenleri ciddi ve saygılı bir sevecenlikle ağırlar, ancak benim de başıma geldi, Yakup’dan ayrılan dostlarını, ana-avrat küfür ederek uğurlardı.
‘’Okay’ın Kitabı’’nı iki günde notlar alarak okudum bitirdim. Galiba hayatımda beni en çok hayal kırıklığına uğratan kitap oldu. Yarıda bırakıp kitabı fırlatıp atasım geldi. Okuduğum bazı bölümlerden sonra, ‘’Bunları Okay mı demiş yoksa kıytırık bir AKPli mi konuşuyor?’’ diye tereddüte düştüm.
Edebiyat düşkünü liseli genç, sonra Ankara’da Mahir Çayan’ın takdir ettiği bir teorisyen hatta ideolog adayı oluyor, bilahare de Cumhuriyet gazetesinin en parlak döneminin yazı işleri müdürü. Vakti zamanında Okay’a ‘’Komünist gazeteci’’ diye hitap edildiğini bizzat kendisi hatırlıyor.
Aklı başında, muhalif, solcu bir aydın iken, bir insan nasıl böyle sıradan bir iktidar yanlısı olabiliyor? Kuşkusuz çok çeşitli nedenleri olsa gerek. Gerçi Okay’ın içki masasından eski bir arkadaşı, ben bunları anlatınca ‘’Yoo çok şaşırmadın, Okay 3. dubleden sonra senin tarif ettiğin megaloman ve egosantrik kimliğini dışa vurur ayrıca bir solcuya yakışmayacak sözler ederdi’’ dedi.
Aytekin’le söyleşileri, herhalde rakı masasında yapmamışlar. Zaten artık özüne dönmek ve içini dökmek için o masaya ihtiyaç kalmamış.
Mahir Çayan’la muhabbetten Gezi’yi (s.149) ve 17-25 Aralık’ı darbe teşebbüsü (s.155) olarak nitelemeye, yetmezmiş gibi Özal’ı (s.134), Erdoğan’ı (s.144), A.Gül’ü (s.147) hatta Binali Yıldırım’ı (s.148) öven bir şahsiyet var karşımızda. Okay şirazeyi kaçırmış, Reza Zarrab’ı bile neredeyse masummuş gibi gösteriyor (s.156). Ergenekon yargılamalarını da savunuyor (s.173-175).
Söyleşi yapıldığı sıralarda Okay, yandaş bir televizyonda haftalık bir tartışma programının kadrolu katılımcısı idi. Geçmişini inkar edip, vicdanını seri ilanlar sayfasında kiraya çıkarmak cazip gelmiş demek ki. Halbuki değer mi?
Okurken ben önce içerledim, sonra üzüldüm. Keşke okumasaydım bu kitabı… Keşke Aytekin yayınlamasaydı bu uzun söyleşiyi… Ya da keşke Okay eski Okay kalsaydı…
Okay’ın bu topyekün dönüşümü, iktidardan düşmeyle mi ilgili bilemem ama İlhan Selçuk’un ters etkisi olabilir, Yakup’daki fazla mesailer olabilir, gelecek beklentisi olabilir. Hiç biri ikna edici gerekçeler değil.
Kitapta beni rahatsız eden o kadar çok şey var ki… Benim tanıdığım Okay ne megalomandı ne de benmerkezci. Ama kitapta öyle.
Sağcı olabilir bir insan, AKP’yi de savunabilir. Ama bunu yaparken de az çok ikna edici, somut gerekçeleri olması gerekir. Hele eskiden solcuysa bu dönüşümün nedenlerini de anlatmak konumunda. Okay ise çok muğlak, çok genel bir söylemle iktidar yanlılığını ifşa ediyor. Kahve sohbeti düzeyinde. Okay’a göre, kendisi hariç herkesin kafası karışık. Bir çok siyasal/toplumsal olay ve gelişmeyi de komplo teorileriyle açıklamaya çalışıyor. 68’i de garip gerekçelerle inkar edip, ‘’Manipüle edildik, kullanıldık’’ diye yorumluyor (s.48 ve s.162).
Anlattıklarında, ne kadar önemli bir gazeteci olduğunu ispatlamaya çalışırken, gerek patronlarla (Özellikle Korkmaz Yiğit, s.108) gerekse siyasi iktidarla ne kadar yakın ilişkiler içinde olduğunu itiraf ediyor. Oysa ki Okay, gazetecilik etiğini çok iyi bilir(di).
Israrla birkaç kez ‘’Gazetecinin birinci görevinin gazeteyi çıkarmak’’ (s.131) olduğunu söylüyor ki, böyle bir kural yok. Okay meseleye şahsi, yani Yazı İşleri Müdürünün dar penceresinden bakıyor. Sanki esas sorumluluğu patrona karşıymış gibi. Gazetecinin birinci görevi gerçekleri yazmak, bunu yazabilecek ortam yoksa, gazete çıkarmanın bir anlamı/amacı yok. Çünkü doğruları yazamadığın zaman çıkardığın şey, gazete değil propaganda bülteni ya da yalan haber kataloğu oluyor.
Aytekin’in uyarısına rağmen Okay’ın sık kullandığı bir deyim de ‘’Gazetecilik Suçu’’. Ne literatürde ne de pratikte var böyle bir kavram. Pardon, iktidarı savunmak durumunda iseniz olabilir.
Okay’ın literatüre bir başka anlamsız katkısı da ‘’yüksek doz gazetecilik’’ deyimi. Antibiyotik mübarek!
Aytekin zaman zaman, sonuç alamasa da, Okay’ın söylediği yüksek anlam değeri olmayan bölümlerde sorularla müdahale ediyor (s.132) ama nafile.
Okay’ın ilginç tezlerinden biri de, iktidarların basın üzerindeki baskılarını neredeyse görmezden gelip ‘’kendi dayanaklarımızı kendimiz tarumar ettik’’ görüşü (s.135 ve 145). Okay’ın bütün söylediklerinde bugünkü iktidara muhalefet izi, tozu olabilecek bir tek satır bulunmuyor.
Okay, kişiler hakkında görüş belirtmeyeceğini söylüyor ama sonra bir yerde öyle ayrıntılı bir örnek veriyor ki, o örneğe uyan bütün galakside bir tek kişi var. (s.137).
Okay, öylesine konuşmuş. Banda kaydetmişler. Sonra da Aytekin birkaç dipnot eklemiş ve matbaaya göndermişler metni. Okay’ın söylediklerine dokunmak istemediğini kitabın sonunda açıklıyor. Yani doğru dürüst bir editör çalışması yapılmamış. Bu nedenle Okay, mesela askeri okullara 11 yaşında öğrenci alabiliyor.(s.164). Ya da ‘’endeks’’ gibi havalı ve Fransızca bir sözcüğü kullandığı her yerde yanlış kullanıyor. (s.166).
Okay eskiden adap usul bilirdi onu da unutmuş: ‘’Dışişleri Bakanı Gündüz Ökçün, İran’ı ziyaret etti, heyette ben de vardım’’ diyor. Oysa ki gazeteci, heyette yer almaz, ziyareti izler.
Okay, ben tanıdığımda medya literatürünü takip eden bir gazeteciydi, anlaşılan bu okumaları bıraktığı gibi geçmiş hakkında doğru olmayan önermeler yapıyor: ‘’Goebbels diye bir adam var’’ (s.142) dediği Nazilerin Propaganda Bakanından ‘’farklı ses çıkaran herkesi öldürmeyi prensip edinmiş’’ biri olarak söz ediyor ki, Goebbels’in böyle bir şöhreti yok. Keza, bugünkü Libération gazetesinden ‘’sol bir yayın politikasına devam etse de’’ diye söz ediyor. Okay solcuysa doğrudur, Liberation da en az onun kadar solcudur.
Okay’ın hassas konulardan ince çalımlarla uzaklaşma becerisi de önemli. Mesela Cumhuriyet gazetesinin kuruluşundan sözederken ‘’Istanbul’da bir Ermeni’nin maatbaasında’’ basılıyor, diyor ama bildiği halde o matbaanın nasıl müsadere edildiğini söylemiyor.
Gazetecilik ilkesine uymayan bir girişimini de olumlu bir işmiş gibi anlatması en azından ayıp. F.Gülen hakkında neredeyse sipariş bir yazı dizisi hazırlayıp yayınlamak. Sonra da tiraj 50 bin arttı diye sevinmek! (s.153). Tabi ki Cumhuriyet’te değil.
Okay itiraf ediyor: İki arkadaşı Mehmet Ağar (s.31) ve Ertuğrul Özkök (s.190). Basına kazandırdığı şöhret de Fatih Altaylı (s.110). Bu isimler yoruma mahal gerektirmiyor.
Hakkını yemeyelim, bunca iktidar yanlısı görüşlere, sığ gözlem ve tahlillere rağmen, Okay özellikle CHP ve militan gazetecilik konuları ile kısmen de olsa Kürt meselesi hakkında, kanımca, doğru şeyler söylüyor.
Okay’ın Kitabı aslında bir Dönüşüm kitabı: Gregor Samsa iyi bir gazeteciydi, bir sabah uyandığında kendisini AKPli olarak buldu!
(*) Okay’ın Kitabı, Söyleşi: Aytekin Hatipoğlu/Karakarga/Haziran 2018/ 210 s.