Okul Tıraşı

2021 Altın Portakal En İyi Film ödülü ve yirmiden fazla ulusal-uluslararası festivallerde ödül alan Okul Tıraşı, okuması için ebeveynlerince büyük umutlarla okula gönderilen çocukları odağına alıyor.

Yatılı okulda okumuş kimseler için ayrı bir kategori vardır zihnimde. Yatılı okulun bir çocuğun duygularını dondurduğuna dair büyük bir önyargım var. Yatılı okul geçmişi olanların, büyük ihtimalle çocukluk yarası almış olduklarına ilişkin gözlemlerim sonucunda tabii.

Akran zorbalığına eklenen ve çocuklardansa kurumun çıkarlarını önceleyen okul kuralları, ergenliğe giriş yolunda olan küçük bireylerin anne-babadan uzakta var olma çabasına eklenir. Olumlu yanları yok mudur yatılı okulların? Çevremdeki, sayıları hiç de az olmayan yatılı okul mezunu tanıdıklarımın hemen hepsi, işinde başarılı, içinde yaralı kimseler. Kendisi de bir yatılı okul mağduru olan Tezer Özlü’nün Çocukluğun Soğuk Geceleri’ndeki, “Bizim insanlarımızın insan sevmesi, insan okşaması çocukluktan engelleniyor. Saptırılıyor,” tespiti biraz da yatılı okulun çocuklukta bıraktığı etki gibi gelir bana.

Ferit Karahan’ın, senaryosunu Gülistan Acet’le birlikte yazıp yönettiği Okul Tıraşı, Van’da bir yatılı bölge okuluna götürüyor bizi. Yolları kapatan kar, gitmeyen araba, çalışmayan kalorifer kazanı, çekmeyen telefon, hemşiresi, doktoru olmayan revir, kaygan zemin gibi aksaklığı bol bir okulda aksayan şeyin temelde sistemin kendisi olduğunu, bürokrasinin açmazlarıyla da dalga geçerek anlatıyor yönetmen. 2021 Altın Portakal En İyi Film ödülü ve yirmiden fazla ulusal-uluslararası festivallerde ödül alan Okul Tıraşı, okuması için ebeveynlerince büyük umutlarla okula gönderilen çocukları odağına alıyor.

Arkadaşı Mehmet’in hastalanması üzerine Yusuf, tüm kayıtsızlıklarına rağmen sonunda öğretmenlerini seferber eder. Okulun aksaklıkları, Mehmet’in hastaneye götürülmesinin önünde sanki kasıtlı birer engeldir. “Fabrika, okul, kışla ve hastanelerin, hapishanelere benzemesi bir tesadüf mü?” diyen Foucault’yu da, cezaevindeki çocuk koğuşunda geçen sarsıcı filmi Duvar’la Yılmaz Güney’i de bol bol andım, Okul Tıraşı’nı izlerken.

ekran-goruntusu-2022-10-29-232114.jpg

Tolga Karaçelik’in yönetmenle yaptığı söyleşiden, yönetmenin de iki farklı yatılı bölge okulunda öğrenim gördüğünü öğreniyoruz. Bu bilgi, bizim, filmin detaylarının, sözünün, içe işleyen çocuk yalnızlığının neden bu kadar etkileyici olduğunu anlamamızı sağlıyor. Sanatçının self-analizi diyebileceğimiz süreç, belli ki filmin dokusuna ilmek ilmek etki etmiş.

İnsanı olabilecek en kötü hale de, en iyi hale de getirebilecek suçluluk duygusunun yetişkinlikte neden bu kadar baskın olduğunun cevabını da veriyor film.

Yusuf’un film boyunca tanık olduğumuz, arkadaşına ilişkin endişesinde aslında suçluluk duygusunun da önemli rolü olduğunu filmin sonunda anlarız. Temelleri çocuklukta atılmış her bir psikolojik süreç ruha mıhlanır, ömür boyu orada kalır. Ceza-ödül dengesinde narin çocuk ruhu mutlaka keder dolu bir yara alır. “Doğum yerimizi seçemeyiz. Ama doğduğumuz yerden uzaklaşabiliriz, bizi ezmeye kalkıyorsa, bizi öldüren şeyden uzaklaşabiliriz” diyor, Thomas Bernhard, Bitik Adam’da. Okul Tıraşı’nda ise işler pek de öyle gitmiyor. Tepeden bastırılan ve somut durumlara hiç de uymayan bir sistemin inatla kendini dayattığı bir coğrafyada, “yılanın başı” çocukluktan ezilmeye başlıyor.

Filmin sonunda önemsiz detaymış gibi şöyle bir kadraja giren, yavrusunu emziren anne köpek, bir bakıma filmin özeti gibi de anlaşılabilir.

Yönetmenin başarılı bir oyuncu yönetimiyle çocuklar üzerinden anlattığı hikâye, belki de devam filmi olabilecek bir serinin ilk sözüdür. Derin bakışlı, gidecek yeri olmayan Yusuf’un yetişkinliğe geçişini, yaşamının nereye evrileceğini merak ediyorum. Bernhard’a soru: Ağrıyan çocukluktan nasıl uzaklaşılır?

2703785.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi