okundu mu?

diğer yandan, camide, okulda ya da herhangi bir yerde bella çav çalmasından büyük memnuniyet duyulmasını da anlamakta güçlük çekiyorum.

chp iktidar için gerçekten bulunmaz bir nimet.

geçtiğimiz günlerde, sosyal medyaya sokakta yiyecek arayan kadınları gösteren görüntüler düştü. birinde bir kadın, iki çocuğuyla gecenin karanlığında "fazla yemek var mı?" diye apartmanlara sesleniyordu, bir diğerinde, fatih’te birkaç kadın çöp konteynırı boşaltılmadan önce içinden yiyecek topluyor, çöpçüler de onların işini bitirmesini bekliyordu. birkaç gün sonra suriyeli mültecilerin organlarını sattıkları haberi geldi. yoksulluk birçok yoksunluğa sebep olabilir ama açlık bunların en uç noktası ve yanı başımızda büyük bir vahşet olarak yaşanıyor.

cezaevlerinde koronadan kaynaklanan ölümler başladı, maalesef. binlerce insan salgının insafına terkedildi. çocuk istismarını, nikâhla aklama çabası sürüyor. 

derken, 2017 yılında bitlis’teki bir mezardan, ailelerine haber dahi verilmeden çıkarılan 282 cenazenin, istanbul adli tıp kurumu’na getirildikten sonra kilyos mezarlığı’nda bir kaldırımın altına, plastik kutular içinde, üst üste defnedildiği ve üstüne beton döküldüğü ortaya çıktı. hiçbir inançta, inançsızlıkta kabul edilmeyecek bir şey!

ama açlığı, ölümü, ölüye saygısızlığı, çocuk istismarını değil, cami minaresinden çalınan bella çav’ı konuşuyoruz ve ne gariptir ki chp’nin sayesinde.

bu vesileyle şunu ifade etmek istiyorum. türkiye’de camiler neredeyse dip dibe, ben mesela bir camiye yakın yaşıyorum, bir sonraki camiye yürüyerek taş çatlasa 15 dakikada ulaşabiliyorum. bu her yerde böyle, ezanın hoparlörle yayınlanmasına hiç gerek yok, müezzin pekala çıkıp kendi okuyabilir, mutlaka duyulur, üstelik o metalik tını olmadan, manevi anlam kuvvetlenir. anlam demişken, 15 temmuz öncesinde, sela duyduğumuzda, "acaba ölen tanıdık mı?" diye düşünürdük, artık hiçbir anlam ifade etmiyor. bu konu gündemdeyken seçimler sırasında camilerden dombra çalındığını, bazı yerlerde minareye akp bayrağının asıldığını öğrendik. bu başka birçok şeyin yanı sıra, camilerle, minarelerle ilgili her şeyi kimin denetliyor olabileceğini gösteriyor! konunun kutsala saygıyla ilgili yok, konu egemen olanın kutsal saydığına saygıyla, egemen olanın kendi kutsalının sınırlarında istediğini yapmasıyla ilgili.

diğer yandan, camide, okulda ya da herhangi bir yerde bella çav çalmasından büyük memnuniyet duyulmasını da anlamakta güçlük çekiyorum. türkiye’de her mahallede günde on defa bella çav, on defa da enternasyonal çalsa bile bu gerçek bir politik değişiklik anlamına gelmez, herhangi bir değişime sebep olmaz. uzun yıllarımıza damga vuran akp-chp çekişmesi, ezan, istiklal marşı, türk bayrağı, atatürk rozeti, osmanlı tuğrası gibi çeşitli simgelerle politik kimliğini ifade etme ve bunu siyaset sanma gibi bir alışkanlık oluşturdu.

fakat chp, muhalefet etmeyi bilmediği, siyaseti sadece karşısındaki partinin seçmeninin kendisine bir şans vermesini sağlamak sandığı için, konuşulmasa dikkat çekmeyecek bir konunun gündeme taşınmasını, onlarca konunun önüne geçirilmesini sağladı.

bir diğer chp’li konu, ekrem imamoğlu’nun eşcinsel evliliklere toplumun hazır olmadığı yönündeki sözleri. birçok yerde chp’li belediyeler, lgbti+ haklarını destekleyen işler yapıyor, çok güzel bir şey. bu, lobicilik de dahil olmak üzere çeşitli mücadelelerin sonucu. ama bu mücadele maalesef, bu hakların ve bu konunun –chp veya başka bir- partinin iç politik eğitiminin hatta sohbetinin parçası olmasını sağlamıyor. bu tür iç siyasi çalışmalar çok sınırlı bir alanda gerçekleşiyor. o yüzden, chp’de, istanbul gibi büyük bir kentin belediye başkanı seçilecek kadar etkili biri, bu konuda donanımsız oluyor. ve yine akp seçmeninin kendisine bir şans vermesini sağlamaya dayanan siyaset fikri çerçevesinde, ekrem imamoğlu böyle bir cümle sarf ediyor. halbuki onun kıvraklığında ve belediyeciliği siyasi kimliğinin önüne çıkarmayı onun kadar tercih etmiş biri, topu pekala yasama merciine atabilirdi.

ama bu vesileyle şunu hatırlatalım. toplum adalete hiçbir zaman hazır olmaz çünkü ayrıcalıklarıyla yaşamaya alışık olanlar, eşitliği kendilerine yönelik bir haksızlık sayar. bugün, "erkekler eşlerini dövebilir mi?" konulu bir referandum yapılsa "evet" diyecek olanların çoğunlukta olması ihtimali yüksek. bunların arasında kadınlar da olacaktır çünkü toplum, insanları kendilerine zarar veren bir bilinçle donatıyor ve bunu kırmak yani "toplumu hazırlamak" muhalefetin en önemli görevlerinden biri.

o yüzden, çoğunluğun tercihlerine dayanan bir demokrasiyi değil, eşitlik, özgürlük ve adaleti savunuyoruz. eşcinsel evlilik ya da daha doğru ifadeyle evlilik eşitliği, türkiye’de lgbti+ hareketin öne çıkarttığı talepler arasında yer almıyor, örneğin can güvenliği, maalesef öncelik taşıyor. ama bu durum eşcinsellerin beraberliklerini resmileştirme ihtiyacını ortadan kaldırmıyor. bu resmi ilişkinin olamaması, yıllar boyu birlikte yaşayan, birbirlerini seven iki kadından biri öldüğünde, akrabalarının, hayatta kalanı sokağa atabilmesine sebep oluyor mesela. nikâh, cinsel birlikteliği resmileştirmek için gerekli değil, ilişki bir ekonomik birim haline geldiğinde, tarafları korumak için gerekli. ilişkiler ekonomik birim oluşturmalı mı? biriyle aynı evde, birlikte yaşamayı tercih edip ekonomiden uzak durmak çok zor. eşcinseller için de… üstelik bu ilk akla gelen nokta, bunun vizesi var, birlikte yolculuk yapması var, birlikte çocuk büyütmeye dair meseleler var. o yüzden evlilik eşitliği çok haklı bir talep çünkü eşitlik haklı bir talep, çünkü eşcinsellerin, eşcinsel olmayanlar gibi, tüm haklarını kullanabilen insanlar olarak yaşamaya hakkı var. biliyorum, insan gibi yaşamak çoğumuz için çok zor bir hale geldi ama yine de, bu toz duman içinde gözden kaçmasın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi