ayşe düzkan
okur dediğimiz seçmenler…
belki görmüşsünüzdür, yeni akit gazetesi, "doların yerini tl’nin almasından korkuyorlar" başlıklı bir haber yapmış. erdoğan’ın dış ticarette milli para kullanımını uygulamaya çalışması sonucunda, uluslararası ticarette türk lirasının doların tahtını sallamasından korkulduğu iddia ediliyor. bakın, daha uygulama yok sadece çalışmaları "gözlerini korkutmaya" yetiyor. haberin devamında abd ve dolar lobileri çıldırtılıyor, türkiye, dev yatırım hamleleri ve dış ticaret atılımlarıyla ülke tarihinde görülmemiş bir aşama kaydediyor falan. abd ve dolar lobilerini harekete geçiren de türkiye’nin 2016 yılında çin’le para takası yapması.
belki bir sindirella değil ama matriks pekala bu haber kadar gerçekçi olabilir. böyle şeyleri akit’e mahsus sanmayın, takvim de, iran-irak ticaret odası başkanı’nın, iki ülke arasındaki ticarette dolar yerine euro, riyal ve dinar kullanılması kararını, "ve dünya doları terk ediyor" şeklinde sunmakta bir sakınca görmemiş.
takvim böyle, sabah zaten böyle, özellikle demirören grubuna geçtikten sonra hürriyet ve milliyet’in de bunlardan geri kalır yani yok. merkez medya mı dersiniz, anaakım mı… her neyse, hepsinde bir "şahlandık, gidiyoruz, açın türkiye’nin önünü" havası var. her türlü olumsuz ekonomik gösterge de malum, dış güçlerin oyunuyla açıklanıyor.
bu ortamda halkbank ve ingbank’ın, geçen gece, bir saate yakın bir süreyle güncel kurun çok altında fiyatlarla dolar ve euro işlemi yapmış olması ilginç bir gelişme tabii. çok güvenilir olmasa da kimi ekran görüntüleri başka bankaların –örneğin tekstil bank, finansbank, kuveyt bank- da benzer kur verdiği yönünde. sosyal medyadan öğrenebildiğimiz kadarıyla bu işlerden anlayanlar böyle bir hatanın mümkün olabileceğini söylüyor. fakat aynı şeyin –en az- iki bankada birden olması, bunlardan birinin halkbank olması fazla büyük bir tesadüf gibi görünüyor. halkbank, o sırada yapılan bütün alım satım işlemlerinin iptal edileceğini, ingbank ise o sırada herhangi bir işlem yapılmadığını açıkladı. ama tabii anaakımdan beslenmeyen akıllara iki şey geldi; döviz spekülasyonu ve abd’deki mahkeme sebebiyle ceza alması muhtemel olan halkbank’ın içinin boşaltılması.
böyle durumlarda anaakım medyanın yapmadığı, yapamadığı iş tabii ki alternatif medyaya düşüyor. hiçbir sonucu olmayan bir hata mı oldu yoksa iddialar gerçek mi? hadi bankalar basına bilgi verme konusunda isteksiz olabilir, böyle bir hatanın nasıl sonuçları olabileceği bilen ve adı açıklanmadan bilgi verebilecek bankacı bulmak pekala mümkün.
sadece bu konu da değil. bugün birçok mecrada yazan solcu, marksist iktisatçıların analizlerini ve aktardıkları verileri gerçek hayatın içinden bulup çıkartmak ve sergilemek de alternatif medyanın göreve bence.
siyasetin önceliği gündemi belirlemektir, tabii. geçtiğimiz bir hafta içinde sol siyasetin merkezine cumartesi anneleri, dersim yangınları ve 1 eylül oturabilir. ama basın sadece bu gündemi değil bütün ülkenin gündemini takip etmek ve bilinmeyenleri göstermek, açıklanmayanları açıklamak zorunda. herhangi bir mecranın hem bağımsız hem muhalif olmasının yolu, sadece muhalefetin gündemini takip etmekten değil, halkın gündemine dair gerçekleri açığa çıkartmaktan geçmiyor mu?
otobüste, dolmuşta bankalar konusu konuşulmaya başlandı. pazartesi günü iş başı yapıldıktan sonra yemek saatinde, çay molasında zamlar ve işten çıkartmaların yanında da bu konu konuşulacak. televizyon kanalları böyle bir şey olmadı gibi davranacak belki, gazeteler de öyle. herkesin kafasındaki soru işaretlerini reisin buyurgan sesi ve yarattığı heyecan belirsizleştirecek. "türkiye çok iyi bir yere doğru ilerliyor, bugünler geçecek, şimdilik hepimizin fedakârlık yapması gerekiyor!"
buna karşı başka bir heyecan yaratarak mı mücadele edeceğiz yoksa halkı gerçeklere ikna ederek mi? ben siyasi bilincin ikincisiyle mümkün olduğunu ve bu noktada özellikle basına çok büyük iş düştüğünü düşünüyorum.
akit’in, takvim’in, sabah’ın yazdıkları çoğumuzda öfke uyandırıyor, zaman zaman gülüp geçtiğimiz de oluyor ama türkiye nüfusunun çoğunluğu olup biteni buralardan öğreniyor. bu insanların böyle yanlış bilgilenmesinin vahametini anlamak için seçmen olduklarını mı hatırlamak gerekiyor? bu insanları ancak ülkenin kaderini belirlediği iddia edilen seçimler geldiğinde mi hatırlayacağız? o zaman da bilinçsizliklerine lanetler okuyarak mı dikkate alacağız? bütün bunlardan bize düşen bir iş, bir sorumluluk gerçekten yok mu?