Mehveş Evin
Orospu diye bağırsalar, tükürseler de kadınlar yılmadı
Bir derdimiz yoktu, 80’lerin sonuna kadar her şey sütlimandı. Bu sükuneti kaldıramadılar. Derken Miloşeviç, Kosova’da Sırpları koruyacağını ilan etti. O güne kadar hiçbir sorun yaşamadığımız komşularımızla aramızda görünmez duvarlar örüldü. Kendi komşum, beni ihbar etti. Sırplardan nefret ediyordum...
Derken Belgrad’da bir grup Sırp kadın, her gün savaşa karşı meydanlara çıkmaya başladı. ‘Arnavutlar kızkardeşimizdir, Miloşeviç katildir’ deme cesaretini gösteriyorlardı, müthiş şaşkındık. Meydanda bir saat konuşmadan, sessiz protesto yaparken türlü saldırılara maruz kaldılar. Orospu diye bağıranları mı istersiniz, yüzlerine tükürenleri mi?
Birinin yüzüne okkalı bir tükürük isabet etti. Ama o milim kıpırdamadı. Tükürüğü de silmedi. Öylece durdu, tükürük yüzünden aktı. Daha sonra ‘Nasıl yapabildin, silmeden nasıl durabildin?’ diye sorduğumda bana şu cevabı verdi: ‘Eğer o tükürüğe tepki verip silersem, onu görmüş olurdum. Oysa onu yok farz ediyorum.’"
Bu sözler, Kosova Kadınlar Ağı’ndan Igballe Rugova’ya ait... Rugava, haftasonu Demos Araştırma’nın İstanbul’da gerçekleştirdiği ‘Kadınların Barış Mücadeleleri: Sırbistan, Kosova ve Türkiye" konferansında etkileyici, samimi bir konuşma yaptı.
Çözüm sürecinden artık hiç bahsedilmediği, barışı savunmanın dahi kriminalleştirildiği, barışı savunan siyasetçilerin tutuklandığı bir Türkiye’de, barışı konuşmanın tam da zamanı.
Siyasi erk konuşamadığına, savaş diline sarıldığına göre... Ama ömür boyu savaş ve şiddetle yaşayamayacağımıza, en çok biz savaştan zararlı çıkacağımıza göre... İş bir kez daha kadınlara düşüyor.
KADINLAR ÖZÜR DİLEYEREK BAŞLADILAR
Yugoslavya iç savaşında toplam 100 binden fazla insan hayatını kaybederken, toplu kıyım ve tecavüzlerin bilançosu hala tam bilinemiyor... Kosova’da yaşanan savaş, 1.5 milyon insanın (toplam nüfusun %90’ı) zorla yerinden edilmesine, 225 bin Kosovalının ölümüne ve 5 binin infazına neden oldu. Köyler, çiftlikler tarumar edildi. Kosova’da 20 binden fazla tecavüz vakasıyla ilgili hala adalet tecelli edebilmiş değil...
Türkiye’de Kosova’ya empati, genelde Müslümanlık, din kardeşliği üzerinden kuruluyor. Ancak burada esas olan, gücü ele geçiren aşırı milliyetçi bir liderin, birlikte yaşayan farklı etnik ve dini grupları birbirine düşman etmesi... Savaşlar bitse dahi düşmanlıkları sona erdirmek, geçmişle yüzleşmek hiç kolay değil. Savaşan da barış görüşmelerini yürüten de erkekler, adalet olmadan barış da gelmiyor. Peki ne yapılabilir?
Rugova, savaşın sonlanıp BM konseyinin barış görüşmelerini yürütmeye soyunduğu zamanda kadınların dışlandığını anlattı. Bunun üzerinde Sırp (Women In Black-Siyah Giyen Kadınlar) ve Kosovalı kadınlar Makedonya’da buluşmuş:
"Buluştuğumuzda Sırp kadınlar, bize oturmamızı söyledi. Bir an tereddüt ettim, çünkü Kosovalı kadınlar buna tepki gösterecekti. Ama onlara güvendim ve yerime oturdum. Karşımıza sıra sıra dizildiler. Ve hepsi, tek tek, yapılanlardan dolayı üzüntülerini ve özürlerini bize sundu. Hepimiz ağlamaya başladık. Bizim için çok anlamlıydı, barışı önce biz, kendi aramızda yaptık..."
Olaylar, coğrafya ve tarih elbette farklı. Ama kimse, Yugoslavya iç savaşının acı ve öfkesinin Türkiye’dekine kıyasla ‘daha hafif’ olduğunu iddia edemez. Rugova’nın anlattıkları, tecavüzün, acının, kaybın çok taze olduğu bir dönemde iki tarafın kadınlarının biraraya gelip, barışı inşa etmeyi başarmalarına dair müthiş bir örnek.
Öyleyse Türkiyeli kadınların neden barış dilini yükseltme şansı olmasın?
KADINLAR BARIŞI NASIL İNŞA EDEBİLİR
Türkiye’de barışçıl çözüm için yılmadan çalışmalarını sürdüren Barış İçin Kadın Girişimi, TJA (Tevgera Jinên Azad) gibi güçlü kadın oluşumları var. Kayıpları için yıllardır meydanlarda direnen Cumartesi Anneleri, Barış Anneleri deneyimi var. Çoğu feminist oluşum da savaşa karşı biraraya gelme çağrısını yeniliyor. 8 Mart’ta, toplumun farklı kesimlerinden kadınların yaptığı yürüyüş, barışın ve kadın dayanışmasının seslendirildiği en etkili eylem oldu.
Ancak Batı ile Doğu’yu, farklı gruplardan kadınları ‘barış’ şemsiyesinin altında biraraya getirmek bugünlerde daha zor görünüyor.
Konferansta kolaylaştırıcısı olduğum ‘Türkiye’de Kadınların Barış İnşasına Katılımı" bölümünde bir nebze bunları konuştuk. HDP milletvekili, TJA üyesi ve Cumartesi annesi Pervin Buldan, Türk-Kürt anneleri birarada hareket edebildiği zaman barışın inşa edilebileceğini söyledi.
Hakikaten müthiş olurdu, ama şimdilik uzak bir ihtimal gibi duruyor. Peki anneler biraraya gelemese bile, farklı dini, sosyal ve etnik gruptan kadınlar, LGBTi, antimilitarist ve demokrat grupların ortaklaştığı bir ‘barış’ın inşasına başlanamaz mı?
Çözüm süreci şimdilik berhava edilmiş olsa dahi, sivil toplum, hele kadınlar, siyasi yetkililerin ne yapacağını beklemek ve ona göre davranmak zorunda değil. Kadınlar bunu savaşın ortasında başarabildiyse OHAL’de de başarabilir...