Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Osmanlı’yı kurtarmak: Kast sistemini mi kastları mı?

Türk-İslamcı vatansever sağcı hükümetlerin neoliberal politikaları sayesinde vatanın yaşadığı yıkım, hiçbir düşmanın başaramayacağı aşamaya geldi. Ekolojik felaketi durdurmak için gereken şey, belki vatanı vatanseverlerin ellerinden kurtarmaktır.

Günümüz aydınları düşün atalarından, modern Osmanlı aydınlarından devraldıkları devlet kurtarıcılığının sınırlarını hem güncel politika hem de tarihyazımı bağlamında aşamadıkları için, daha başından bu sınırların dışına çıkan özgürlükçü Osmanlı aydını Velestinli Rigas gibi isimleri görmüyor veya görmezden geliyorlar.

1790’larda yazmış ve mücadele etmiş Velestinli Rigas’ın kurtarıcılık hayalinin kapsamı gerçekçi ve eleştirel bir şekilde tartışılmalıdır. Ancak halkın düşmanı olarak gördüğü devleti, kurtarılacaklar veya yaşatılacaklar arasında saymadığı kesindir.

Gerçi sonraki yıllarda devleti kurtarmayı/yaşatmayı değil, toplumun mutluluğunu önceleyen ve tam da bu nedenle alternatif arayışlara girenlerin sayısı zaten çok değildir. Devletin radikal dönüşümünü (reform) veya yerine yenisini koymak üzere nadiren yıkılmasını (devrim) kendisine görev bilen Osmanlı aydını ancak 1890’lardan sonra yeniden ortaya çıkacak, ama devlet-toplum-birey özdeşliği söyleminin, daha doğrusu toplum ve bireyin devlete tabi olması anlayışının hakimiyeti karşısında bu aydınlar marjinal kalmaya mahkûm olacaktı.

****

Geçen yazıda eklemeyi unutmuşum, bu sefer unutmayayım: Elbette bu özdeşlik ilişkisinde, en azından ilk kuşak muhalif aydınları için kendi ikballerini ve hatta varlıklarını borçlu oldukları devlet ile dönemin aydınları arasındaki organik bağ sadece düşünsel ve duygusal değil, aynı zamanda –doğrudan veya dolaylı olarak– materyal bir bağdı.

Devlet dışı kaynaklar sayesinde var olma koşullarının birazcık da olsa oluşması için medya kapitalizminin ve burjuvazinin gelişmesini beklemek gerekecekti.

*****

Alternatif arayışı meselesine dönecek olursak, marjinal olmayan ve hatta giderek yaygınlaşarak tek ‘devrimci’ kurtarıcılık seçeneği olarak etnisite-merkezli ulusçuluğun ‘bağımsız’ modern devlet kurmak üzere Osmanlı’dan ayrılma (‘kurtuluş’) alternatifini unutmamak gerekiyor. 19. yüzyılın başından itibaren giderek daha sık ve yaygın rastlanmak üzere, toplumun mutluluğu için gerekli görülen ‘halk yönetimi’ için bağımsızlık ve ulus-devlet inşası başat kurtuluş projesi haline gelir. Aslında ayrıldığı veya ‘kurtulduğu’ modern Osmanlı’nın olumlu ve olumsuz neredeyse tüm niteliklerini devam ettiren, modern Osmanlı’nın mikro-modeli olacak devletlerdir söz konusu olan. Bazen destansı ‘kurtuluş savaşları’ sonrası kurulmuş olmaları ve kurucu aydınlarının kurtarıcı olarak tarihe geçmesi, aydının kurtarıcılık görevi ve misyonu hakkında bize çok şey söyler.

Osmanlı’da bu ‘kurtuluş’ veya ‘bağımsızlık’ savaşlarının sonuncusu, 1920’lerin başında Ankara’da toplanan Müslüman Osmanlı aydınlar tarafından gerçekleştirilir ki aslında nihayet Osmanlı’yı yıkan son ‘ayrılıkçı’ hareket de bu Kemalist aydınlardan gelmiştir!

*****

Tanzimat reformlarına tepki olarak Müslümanlar arasında ortaya çıkan ‘gâvura gâvur diyememe’ derdinden mustarip (!) ilk muhaliflerden, –meşrutiyetçilik, anayasacılık ve cumhuriyetçilik düşüncesinin öncüleri olarak yüceltilen– Genç Osmanlılara kadar; onların da devamı olarak kabul edilen Jön Türk kuşağından, 20. yüzyılın sol muhalefetine kadar geniş bir yelpazede yer alan düşünsel atalardan devralınmış bir fobiye dayanır bu ‘ölümüne devletçi’ anlayış: Azınlıklara karşı beslenen egalofobi (denklik fobisi).

Rigas’la başlayan, klasik Osmanlı’dan devralınmış Osmanlı-tipi kast sisteminin ortadan kaldırılması gibi devrimci ve eşitlikçi düşüncelere uzaklık, zamanla bizzat devlet eliyle yürütülecek bu sistemin daha eşitlikçi yöne doğru revizyonu (Tanzimat ideolojisi olarak resmi Osmanlıcılık) söz konusu olduğunda, açıkça karşı çıkmaya, daha doğrusu (fobik) bir tepkiye dönüşecektir. Çoğunluk aydınları arasında hâkim olan bu tepki (sivil Osmanlıcılık), ironik bir şekilde Abdülhamit zamanında resmî ideolojiyle iç içe geçmiş bir şekilde karşımıza çıkacaktır.

O günden bugüne meşrutiyet, cumhuriyet, ulus-devlet ve demokrasi tarihi, bu kast sisteminin daha rafine ve sofistike hale getirilmesi sürecinden ibarettir.

Bu dönem boyunca, halkın veya ezilen sınıf veya toplulukların iyiliği için devleti yıkmak bu aydınların aklına gelmediği gibi, kast sistemini sorgulayan radikal eşitlikçi ve çoğulcu her türlü girişim de bölücü, ayrılıkçı veya hain ilan edilmiştir.

*****

19. yüzyılda ortaya çıkan modern Osmanlı aydının muhalefet anlayışı, mevcut sultana karşı olmakla ve sultan değişimi amacıyla sınırlıdır. Saltanatın kendisine ve onun temsil ettiği kast sistemine karşı olmayı talep etmeyen bir muhafazakârlığa mahkûmdur.

Rigas’ın ve mücadelesinin sonraki on yıllarda özellikle Müslüman aydınlar tarafından görmezden gelinmiş olmasının önemli bir nedeni, daha 1790’larda doğrudan saltanatı karşısına alan ve onun yerine cumhuriyet talep eden ‘radikal’ söylemidir.

En az bunun kadar geçerli ve bence daha önemli bir neden de Osmanlı tipi kast sistemini parçalamayı hedeflemesinin yol açtığı egalofobi, yani denklik/eşitlik korkusudur. Çoğunluk Müslüman aydınlarının gayrimüslimlerle ilgili üstünlük kaprislerinden kaynaklanan bir fobidir bu. Kast sistemini kurtarma değil de –gayrimüslimler başta olmak üzere– sistemi oluşturan tüm kastları kurtarma iddiasının ve çabasının yol açtığı korku.

Nitekim, modern Osmanlı’da ihtilalci girişimlere baktığımızda ‘Kuleli Vakası’ndan Abdülhamit’e suikast girişimine ve 1876 ‘darbe’sinden 1908 ‘Devrim’ine kadar her seferinde en ileri hedef (maksimum program), sultanın devrilmesi veya değiştirilmesi üzerinden, hiyerarşi piramidinde erkin dağılımın biraz daha aşağı doğru yayılması, daha doğrusu ‘halkın temsilcisi’ olduğunu iddia eden elitlerle daha çok yetki paylaşımı için Saltanatı zorlamak olmuştur.

****

Açıkçası devletle özdeşlemiş modern Osmanlı aydının ‘muhalefet ufku’, devleti temsil eden saltanatla dolaylı veya dolaysız olarak özdeşleşme derecesinde muhafazakârlaşabilmiştir. Güya örnek aldığı Avrupa’da o sırada gelişen (özellikle muhalif) düşünce akımları düşünüldüğünde, bu muhafazakârlığın çarpıcılığı daha da belirginleşir. Avrupa’da yükselen sınıf temelli (devleti) yıkıcı sosyalist/komünist düşünce veya her türlü iktidara karşı mücadeleyi öne çıkaran anarşist, liberter ‘yıkıcı’ devrimci düşüncelerden etkilenmemek için giydikleri ‘koruyucu zırh’, reformizm bile değil, muhafazakârlıktır.

Bugün de Türkiyeli aydınlarda devam eden, kendini devletin parçası veya uzantısı olarak görme anlayışına dayalı bu geleneksel kapıkulu tavrı, ancak 20. yüzyıla gelindiğinde ‘tek muhalif ufuk’ olmaktan çıkacaktır. Oysa 19. yüzyıl Osmanlı aydınları için genelde tek seçenekti.

Hayatlarının bir kısmını geçirdikleri Avrupa başkentlerinde o sırada güçlenen radikal cumhuriyetçi ve liberal düşünceden veya komünist ve anarşist düşünceden etkilenmemek için bu aydınlar çok büyük çaba harcamış olmalılar!

KURTARILACAK OLAN NEDİR, KİMDİR? KURTARMAK NEDİR?

Modern aydın için kurtarılacak olanın vatan (ülke) ve millet (halk) olduğu söylenir. Osmanlı-Türkiye örneğinde bunlar devletle özdeşleştirilerek, devletin kurtuluşu veya (kurtulmuş devletin) bekası aydının asli görevi oluverir. Rigas’ı tartışırken dile getirdiğim ‘Osmanlı’yı kurtarma’ ifadesini bu nedenle belli bir söyleme gönderme amacıyla kullanıyorum.

Osmanlı’nın ne veya kim olduğu, duruma ve kullanana göre her seferinde değişir. Hatta ‘Osmanlı’ aynı anda hem devlet hem ülke hem de halk anlamına gelir ve duruma göre bunlar arasındaki hiyerarşik veya oransal ilişki değişebilir.

Kurtarılmak istenen ‘millet’, Osmanlı-tipi kast sistemine dayalı hiyerarşik bir yapıdan ibarettir.

Kurtarılmak istenen ‘vatan’, aslen ‘her karışı talan edilesi’ bir toprak parçasıdır.

*****

Söz konusu devlet olduğunda aydın için Osmanlı’nın kurtarılması, daha doğrusu yaşatılması (beka), bazen düzenin/rejimin - konumuz bağlamında Osmanlı-tipi kast sisteminin - olduğu gibi sürdürülmesine katkı sunmak anlamına gelir. Devleti kurtarmak ve yaşatmak, aslında çoğu zaman devletle birlikte kast-sitemini dönüştürmek, yani asrileştirerek (modernleştirerek) yaşatmak demektir.

Bu, bir aydının elbette ‘aydın’ olmasından kaynaklı doğal görevi değil, kendisine atfettiği bir misyon, daha doğrusu işgüzarlıktır.

Otoriterliği oranında halk üzerinde baskı kuran, özgürlükler ve eşitsizlikler önünde engel teşkil eden, yani dar bir kesimin diğer kesim üzerinde zulüm/baskı aracı olan bir devleti yaşatma misyonu, aydınlar için zalimlere gönüllü askerlik anlamına gelir. (Anarşistlerin hemen dikkat çekeceği üzere, öyle olmayan bir devletin mevcut veya olanaklı olup olmadığı tartışmasının yeri burası değildir.)

*****

Aydının görevleri arasında merkezi konumda olagelen kolektif kimlikler veya cemaat düzleminde ‘kurtuluş’, bu merkezi konumunu 19. yüzyılda sınıf düzleminde ve 20. yüzyılda toplumsal cinsiyet düzleminde ‘kurtuluş’ ile paylaşmaya başlar. 21. yüzyıla geldiğimizde, ekolojik kurtuluş da onların yanına eklenmiş durumdadır.

Vatanı çok sevdiğini, bazen mide bulandırıcı seviyede banallikle, yüksek sesle anlatmayı en büyük uğraşı sayan (neoliberal) ‘vatanseverler’, yarattıkları ekolojik tahribat nedeniyle, bugün vatanın ellerinden kurtarılması gereken canavarlara daha çok benziyorlar doğrusu.

Kolektif kimlikler veya cemaatler düzleminde eşitsizlikler konusunda daha çok sorunun kaynağını oluşturan milliyetçilerin, yurtseverlerin veya vatanseverlerin, sevdiklerinin bekası için her şeyi göze alırken asıl baki olmasını istedikleri şey, sevdikleri milletin dayandığı Osmanlı-tipi kast sitemidir. Sınıf ve cinsiyet düzleminde eşitsizlik konusunda zaten pek de olumlu sözleri bulunmayan bu vatanseverler, ‘bir karışını düşmana vermemek için ölmeye gönüllü’ olduklarını söyledikleri vatanı/coğrafyayı ekolojik yıkıma götürmek için adeta yarışmaktadırlar.

Onlarca yıldır Türk-İslamcı vatansever sağcı hükümetler yönetiminde, özellikle son zamanların azılı neoliberal politikalar sayesinde vatanın yaşadığı yıkım, hiçbir düşmanın başaramayacağı aşamaya varmıştır bugün. Doğaya düşman veya yıkımına duyarsız sivil vatanseverlerin bundaki payı en az o kadar büyüktür.

Ekolojik felaketi durdurmak için ilk yapılması gereken şey, belki vatanı vatanseverlerin ellerinden kurtarmak olmalıdır!


Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (İletişim için: [email protected])

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bilmez Hocadan Tarih Tersleri Arşivi