Enver Topaloğlu
Otuz yıl geçti ‘Unutmadımaklımda’
Otuz yıl önce, 2 Temmuz 1993’te Sivas'ta, Madımak Oteli'nin kundaklanması sonucu otuz beş kişi katledildi. Katledilen otuz üç aydından üçü şairdi. İkisi otel görevlisi.
Modern Türkçe şiirin üç şairini aynı otelde bir araya getiren, aynı ateş çemberinde sıkışmalarına neden olan, davet edildikleri Pir Sultan Abdal Şenliği için Sivas’a gitmeleri değildi. Ülkede şenlik yapmanın, kutlama, anma düzenlemenin “suç” sayılmasıydı. Onların katledilme nedeni, toplu katliama, linçe göz yumulması, duyarsız kalınmasıydı. Devletin ve yasaların bu konuda mağdurun yanında olmamasıydı.
Otuz yıldır külleri üstümüze yağan Madımak Oteli’nin kundaklandığı sırada merdivenlerde oturan üç şair Metin Altıok (1941), Behçet Aysan (1949), Uğur Kaynar’dı (1956). Şenlik için gittikleri şehirde yakılarak katledildiler...
Madımak Oteli’nde katledilen diğer aydınların ve iki otel çalışanının isimlerini de hatırlatalım: Yeşim Özkan, Nurcan Şahin, Muhibe Akarsu, Muhlis Akarsu, Murat Gündüz, Handan Metin, Ahmet Özyurt, Huriye Özkan, İnci Türk, Özlem Şahin, Yasemin Sivri, Asuman Sivri, Sehergül Ateş, Gülender Akça, Gülsün Karababa, Mehmet Atay, Hasret Gültekin, Serkan Doğan, Muammer Çiçek, Belkıs Çakır, Asaf Koçak, Edibe Suları Ağbaba, Menekşe Kaya, Koray Kaya, Serpil Çanik, Erdal Ayrancı, Asım Bezirci, Sait Metin, Carina Cuanna Thuıjs, Nesimi Çimen, Kenan Yılmaz, Ahmet Öztürk.
İYİLEŞMENİN ÖN KOŞULU…
Yaşanan her katliamın arkasında daha önce yaşanmış, benzer olaylarla kırımla, kıyımla, katliamla yüzleşilmemiş, hesaplaşılmamış olduğu gerçeği yer alıyor. Hesaplaşmak, yüzleşmek iyileşebilmenin önkoşulu. Deniyor ya toplum olarak bir türlü iyileşemiyoruz. Belki de bu nedenle; suçluların korunup kollanması, neticede suçun cezasız kalması nedeniyle iyileşemiyoruz. Katliamın otuzuncu yılı dolayısıyla sivil toplum örgütlerinin yöneticilerince yapılan açıklamalarda da aynı kaygı dile getiriliyor. Suçluların cezasız bırakıldığı belirtilerek davanın zamanaşımına uğraması ihtimali vurgulanıyor. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Mamak Şube Başkanı Fadime Yıldız’ın açıklamasında aynı soruna değiniliyor: “Katliamın üzerinden otuz yıl geçmesine rağmen katliamın hesabı verilmemiş, arkasındaki gerçek sorumlular açığa çıkarılmamış, adalet yerini bulmamıştır. Katillerin çoğu affedilmiş, yurtdışına çıkarılmış, normal yaşamlarına devam etmiştir. Tutuklu olanlar serbest bırakılmıştır. Otuz yıllık hukuk mücadelesinde adeta aileler, Alevi örgütleri ve vicdanlar yargılanmıştır.”
Kötülük de bulaşıcı. Nesilden nesle aktarılıyor. Bu coğrafyada yaşayan Ermeniler için büyük kıyım ve yıkımın simgeselleştiği tarih olan 1915’le yüzleşilmemiş, hesaplaşılmamış olduğu için 1938 Dersim katliamının gerçekleşebildiği söylenebilir. Aynı şekilde 1920’de “Mustafa Suphi ve yoldaşlarını” Karadeniz’de, Trabzon’da katleden “Yahya Kaptan ve adamları” cezasız kaldığı için “yedi TİP’li genç” Ankara’da, Bahçelievler’de Abdullah Çatlı öncülüğündeki ülkücü teröristlerce canice öldürülebilmiştir.
Çok geriye gitmeye gerek yok. Üç, dört kuşağın geride bıraktığı tarihe bakmak yeterli. Gerçekleşmiş çok sayıda katliamda, aslında bir önceki katliamın suçlu ve sorumlularının cezasız kalmasının payının büyük olduğu anlaşılabiliyor.
ANILARI ÖNÜNDE SAYGIYLA
Metin Altıok, Pir Sultan Abdal Şenliği için Sivas’a giderken modern Türkçenin şiir siciline, hafızasına, tarihine adını çoktan kalıcı olarak yazdırmış bir şairdi. “Gezgin”di, “Yerleşik Yabancı”ydı, “Kendinin Avcısı”ydı; “Küçük Tragedyalar”ın, “İpek ve Klabtan”ın, “Gerçeğin Öte Yakası”nın, “Dörtlükler ve Desenler”in, “Süveyda”nın, “Alaturka Şiirler”in, “Soneler”in, “Hesap İşi Şiirler”in şairiydi. Anısı önünde saygıyla eğilerek onu kendi şiiriyle selamlıyoruz. Alıntımız, ilk baskısı 1994’te Korsan yayınlarınca yapılan “Soneler” kitabından, on dokuzuncu sone:
Engel tanımaz saraylara bile girer acı;
Solgun bir oteldir yine de meskeni.
Üreyip zenginleşmektir çünkü onun amacı,
Çatlak aynalardan alır kendine gerekeni.
Özümler titizlikle aşkı da sevgiyi de,
Göz göz odalarıyla acının otel peteği.
Ürpertiyle geçen o pıhtı gecelerinde,
Konuk etmiştir kimbilir kaç kırık yüreği.
Otel ki, ebruli bir gurbet kamaştırır,
Sürme çeker yalnızlığın şehlâ gözlerine.
İnsanı seçsin diye ölümlerle tanıştırır,
Uyuşuk bir zamanın seğiren derisinde.
Ey otel; ülkemin ta kendisisin sen benim!
Bazen seni küçültmek için otellere giderim.
Behçet Aysan ve şiirine ilişkin, Sivas katliamının yirmi dördüncü yılında Gazete Duvar’da yayımlanan “Halkların İntikamı Unutmamaktır” başlıklı yazımızda şu değerlendirmeyi yapmıştık: “Behçet Aysan yetmiş kuşağının içinden geçen, ancak seksenli yıllarda şiirleriyle adından söz ettiren ve kitapları bu dönemde yayımlanan bir şair olarak dikkat çeker. Lirik, kederli, zaman zaman melankolik olmakla birlikte şiirlerinde yaşama sevincini, direncini özellikle barış tutkusunu yansıtan duygu ve duyarlılığı ön plana çıkardığı görülür. Seksen sonrası şair kuşağı içerisinde yer alır. Şiirlerinin temel sorunsalını, şairin şiirin öznesi olarak dünyayla, hayatla kurduğu ilişkide varlığının ve varoluşunun sorgulanması oluşturur.” Şaire, bütün şiirlerinin toplandığı “Düello” kitabından bir şiirle anısı önünde eğilerek saygı ve selamlarımızı sunuyoruz:
durmadan taşırdım yanımda üç şeyi
iri çakıl tanelerini, çatlamış bir narı
bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
ipekten
çalınmış
umutlarla taşırdım
ah sevgilim derdim, ölüm
ne kadar çoktu yaşadığımızda.
bize hep beyaz mendil
sallayan
ölüm ki,
iki kapısında
haki bir yalnızlık
dikilirdi
ve hatırlatırdı
bize, güz kuşlarının
uçup gittiği denizleri.
bense, yulaf kokan
dağlı ellerinde
dolaşmak gibi kolaydır
sanırdım yaşamak ve sana kansız
bir gökyüzü
getirirdim
getirebilsem ah,
- avlusunda çocukların
korkmadan oynadığı -
lalelerle
donanmış simli bir gökyüzü.
bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
çatlamış bir narı, unutmadım.
Uğur Kaynar’ın ateşin ortasında kalacağı şehre gelmesine vesile olan sadece şenlik değildir. Kaynar zaten oralıdır, Sivaslıdır. Bu şehirde, Zara’da doğmuştur. Kaynar’ı “Bir Sevdaya Destandır” şiiriyle anıyor ve saygıyla selamlıyoruz:
Sen sonunu biliyordun.
Bense başından okuyayım
şiir tadında bir gidişi,
kaybolurken ağıt ninnileyen sesinin kirişinde.
Bak.
Elimi göğsüme basıyorum.
Dizinin dibine oturmuş sayarak acımı,
dizelerde
sözcüklerde,
damla / damla kanıyorum.
Tarihi bilinmez bir zamanın kıyısında
birikti kan göletleri
Akşamlar kavuşuyordu gecelere.
Güneş batışlarını
ay ışığına teslim edip,
heyecanla bindik
kuş kanadına.
İndik mavilerden,
koynumuzda yıldızlar.
Bir zeytin dalına sığındık.
Ekmeğimiz yoktu
tütünümüz de.
Sıcak sohbetleri açlığımıza doyurduk,
yağmur sularından
sağanak / sağanak
sağıldı saçlarımız.
Yanık türkülerin söylendiği
topraklardan salınan,
buğday başakları gibi
tok ve gür bir sesle çoğaldı gülüşlerimiz.
Yanı başımızda duran
küskün suratlar şakladı
oysa,
meskenimiz dardı,
dumandı yerimiz.
Sevdamız ise
kuşatılmış köz yürekte
umutlarca tığ,
düşmanlarca toy bir amandı.
Aman dedik
aman tuttu ellerimiz
Çingene eteklerinden eleyip zamanı,
puşt bıçaklarında bilendi hıncımız.
Göçmen kuşlara fal açtık
gecelerden.
Sen mavi boncuklarını
benim gözlerime takıp,
nazar değmesin diyerek
isyan öpüşlerine yürüdün.
Yürüdük,
heybemizde taş
sırtımızda sızı.
Sürülmüş sınır boylarımızda yola koyulduk
çıplak ayaklarımızı.
İsyan hangi kuytu köşemizde saklanır,
güneşse hangi şafakta bizi karşılar bilinmez
KALANLAR ÖLENLER İÇİN
Dışarıda toplanmış linççi ve kundakçı güruh, şeriat sloganları atıp “yakın” diye bağrışırken üç şairin otelin merdivenlerinde oturmuş bekledikleri sırada, aralarında konuştukları, “Kalanlar ölenler için şiir yazar” dedikleri belirtiliyor. Kalanlar acıyı, yaşananı tarihe, hatıraya, hafızaya geçirmek için şiir, şiirler yazdılar. Ağıtlar yaktılar. Kemal Özer “Temmuz İçin Yaralı Semah Yangın Şiirleri”ni yazdı ve yayımladı. Bir betik okuyalım:
Bizi bir araya getiren
Gülü sınavdan geçirecek o sözdü
Bir taş biri taştan daha ağır
Susmak mı konuşmak mı hangisi
Dedemin siteminde tartılan yükümüzdü
Akif Kurtuluş, arkadaşları için ağıt yaktı. Yazdıklarını bir kitapta topladı. Tarihe öyle not düştü. Onun, davetli olduğu şenliğe son anda geç kaldığı için gidemediğini de kaydedelim. Sunacağımız “Saat Farkıyla” başlıklı şiir de şairin o gecikmenin duygu ve düşüncelerinin egemen olduğu şiirlerini bir araya getirdiği ve “Hayat, Saat Farkıyla” adıyla yayımlanan kitabından:
gölgemden başka bir şey değilim
kendimden kaçtıkça küçülen
ziyanım yarışma programlarında soru
alay konusu mahallede hezeyanım
takıntı bile tenezzül etmiyor bana
herkes beni kendi hüznü sanıyor
anlayamadım kötü mü iyi mi
sayamayacak yaştayım
unutulmuş diller gibi
yitip giden ölülerimi
hepsini toplasam belki bir
çıkarsam birden fazla
acıyı daha büyük acı alırmış:
bir yalan daha ekledim yazdıklarıma
ne zaman gitmiştiniz, neden kaldım burada
kaldım… hayat, saat farkıyla galiba
Sivas katliamında yaşamını yitirenlerin ardından; acıyla, yasla kaybettiği şair arkadaşları için şiirler yazan şairlerden biri de Haydar Ergülen.
Ergülen’in “Kırk Şiir ve Bir” kitabında yer alan “Metin” adlı şiirini okuyalım:
Bu şiir bir şeye benzeyecekse en çok
unutulmuş bir şehre benzesin isterim
hiç kimse görmemiştir çünkü orada
ince çatılı alnına acıyı siper edip
evinin yolunu gözleyen yakışıklı bir “Gezgin”!
Bu şiir yarıda kalacaksa, ıssız kalsın
İsterim, benim de sessiz başka
bir anlam bulamayan şu kelimelerim
ve kâğıttan bedeni şiirden ince
ruhuna iliklensin “Yerleşik Yabancı”nın!
Çekip gidecekse dokunaklı mecazların
yurduna bir gün, bir ormanda geçsin
isterim bu şiir ve “Kendinin Avcısı” olsun
şair, kimseler onu bulmadan önce!
Bir sebebi varsa bu şiirin, kurtarsın
isterim yüzümüzden hayat denen maskeyi,
bıraksın ömrümüze şiirini de bir avunmalık,
keder gibi çıplak “Küçük Tragedyalar”ın!
Bu şiir bir yağmuru çağıracaksa, kül
şiire düşmeden seni çağırsın isterdim:
Tenha dilde sevdiğim, Metin abi, şairim!
Merdivende oturmuş bekliyorlardı. Kurtulmayı, kurtarılmayı beklediler. Hâlâ merdivende oturmuş bekliyorlar. Bekliyorlardır. Adaletin yerini bulmasını, katillerden hesap sorulmasını bekliyorlar. Bekliyoruz. Bekleyeceğiz. Unutmadımaklımda…
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.