oyumu denize atarım yine de…

ama şu süreçte hdp’ye sahip çıkmayan bir chp’ye oy vermeye beni hdp dahi ikna edemez. bunu bir inatlaşma ya da meydan okuma olarak yazmıyorum...

dile kolay, altı yıl. görevler devredilmiş, hayatlar değişmiş, belki fikirler farklılaşmış, devletin kadroları baştan aşağı değiştirilmiş, en önemlisi bugün suçlanan parti tarafından, olayın soruşturulması için verilen önerge, iktidar partileri tarafından reddedilmiş. sürecin önemli ayrıntılarını ayşe yıldırım dünkü yazısında tane tane anlatıyor. 

cuma günü sabaha karşı, onlaraca hdp’linin gözaltına alınmasını hukukla açıklamak mümkün değil. deva partisi milletvekili mustafa yeneroğlu ve gelecek partisi genel başkanı ahmet davutoğlu da benzer açıklamalar yapmış ama özellikle davutoğlu’ya düşen dönemle ilgili bilgi paylaşması, tabii ki.

bu insanlar ifade vermek üzere çağrılsalar gidecekleri belli çünkü açık alanda, halkın gözü önünde, kulağının dibinde siyaset yapıyor, sesleri kısılmaya çalışılsa da.

şunda sanırım hemfikiriz, 2014 yılında hdp’nin myk’sını oluşturan bu insanları gözaltına almak hatta daha ileri gidip tutuklamak dahi hdp’nin gücünü azaltmaz, hdp’lileri sindirmez. bunu akp yirmi yıla yaklaşan iktidar döneminde görmüştür, iktidarı da aşacak anlamda devlet çok daha uzun yıllardır farkındadır.

ama bu hamlenin iktidarın korkusundan, gidici olmasından, hele de yönetememesinden kaynaklandığını söylemek bana mezarlıktan geçerken ıslık çalmayı hatırlatıyor. korkulanın başa gelmesini engellemez ama korkulacak bir şey de yoktur zaten. ıslıkla bastırmaya çalıştığınız ses en fazla kavakların, çınarların arasında esen rüzgâra aittir. ama mezarların arasına saklanmış tekinsiz canlılara da ıslığın faydası olmaz.

yönetememe konusunda şunu hatırlatmak isterim: eğer yönetmekten kamu hizmeti vermeyi –örneğin salgını mümkün olan en az kayıpla atlatmayı, bütün vatandaşların her türden sağlık hizmetinden yararlanmasını ya da tüm öğrencilerin eşit ve sağlıklı şartlarda eğitim almasını- anlıyorsak bir başarısızlıktan söz etmek mümkün. ama ben yönetmeyi her koşulda –örneğin yedi düvelle kavgalı ve hazine tamtakırken- iktidarını sürdürebilmek olarak anlamayı daha gerçekçi buluyorum ve iktidarın herhangi bir yönetim sıkıntısı içinde olmadığını düşünüyorum.

ama bu, iktidarını sürdürmek için bazı önlemler almasına gerek olmadığı anlamına gelmiyor. bugün cumhur iktidarı açısından, karşısında şekillenebilecek bir muhalefet en önemli tehlike.

iktidar karşısındaki muhalefetin en iri gücü chp; dolayısıyla, herhangi bir muhalefet ittifakının onun etrafında şekillenmesi kaçınılmaz. ama ikinci güç de hdp ve iktidar, karşısındaki gücü bölmek istediğinde kamayı hdp’nin hizasından sokmanın en yararlı hamle olacağını biliyor çünkü her şeyden önemlisi en iri parçayı ayırabiliyor. ayrıca iktidar elindeki en büyük iletişim gücünün kürt hareketiyle bir biçimde bağlantılı olma iddiası olduğunun farkında. örneğin bahçeli’nin, ttb’yi ziyaret eden chp’ye, "kandil’i de ziyaret edecekler mi?" diye sorması gülünç görülebilir. ama o, bir kesime gülünç görünme pahasına, bir başka seçmene sesleniyor. ttb’nin, birkaç haftadır iktidar karşıtı münafık doktorların içinde bulunduğu bir harfler dizisi olarak gösterildiği seçmen kurumu hekimlikle değil, başka harf öbekleriyle ilişkilendirebiliyor ve kafası, büyük bir kolaylıkla karışabiliyor. bu türden bir iletişim, iktidarın baş kozlarından biri ve bu kozun etkili olmasında chp ve çevresindeki medyanın katkısı büyük. 

evet, bence mevzu chp ile epeyce ilgili. haziran’da gerçekleşen yerel seçimlerde iktidar karşısında şekillenen ittifakın çok şey yapabileceğini gördük. iktidar medyasının ve kadrolarının artık büyükşehir belediyelerinin bütçelerinden finanse edilememesi bile değerli. ve bu işin hdp olmadan yapılması mümkün değildi, bunu meral akşener dahi teslim eder, bence.

peki ya chp? her ne yaparsa yapsın, her durumda, her koşulda hdp oylarını alabileceğine inanıyor mu?

kendi adıma konuşayım. hdp seçmeniyim, yasal sebeplerle haziran seçiminde oy kullanmadım, kullanabilseydim de, bağrıma taş basarak falan değil, gönül rahatlığıyla imamoğlu’ya oy verirdim. onu ya da chp’yi benimsediğimden değil, başka bir yol, daha iyi bir çözüm olmadığına inandığımdan…  genel olarak, seçimde atılan oyun insanın bütün görüşlerini ifade ettiğini, onu bütünüyle temsil ettiğini düşünmüyorum, oy, tarihin belli anlarında kullanışlı olabilecek bir araç sadece ve bu, o anlardan biriydi. ("oy vermek bir işe yarasaydı yasaklanırdı" fikrine de bu tarihsel anda katılmıyorum, son yıllarda yaşadığımız tüm seçimlerde iktidara oy vermemek suçla özdeşleştirildi, daha ne yasaklanacak.)

ama şu süreçte hdp’ye sahip çıkmayan bir chp’ye oy vermeye beni hdp dahi ikna edemez. bunu bir inatlaşma ya da meydan okuma olarak yazmıyorum, bugün hdp’ye sahip çıkmayan bir chp’nin iktidarının akp’ninkinden hiç farkı olmaz da demiyorum. ama o fark, oyumu mundar etmeye değmez. ve inanıyorum ki, bu düşüncede yalnız değilim.

siyaset matematikten ibaret değil, seçim siyaseti dahi matematikten ibaret değil ama özellikle sandık söz konusu olduğunda, işe matematikle başlamakta yarar var. chp’nin "yeni" sağ partilerle birlikte yürümesi, kendi içinde ve dışında çok kişinin dileği ve tercihi olabilir.  ama matematik açısından bile, chp, en büyük ortağından vazgeçerken bir daha düşünse iyi eder gibi görünüyor, değil mi?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi