Savaş Kılıç

Savaş Kılıç

Peki okurun hakkını kim savunacak?

Yakın zamanda bir yayınevi, kitaplarını makineye çevirttiğini itiraf etmek zorunda kaldı. Bu durum okurun hakkını kim koruyacak sorusunu tekrar gündeme getirdi. Yayıncılık alanında bir özdenetim mekanizması yoksa, okur aldatılmadığından nasıl emin olacak?

Yayıncılık alanında çevirmen ve editör olarak çalışıyorum, ama ben de öncelikle bir okurum. İlgi duyduğum ya da kendimce araştırma yaptığım alanlarda çıkan yayınları zaman zaman alıyor okuyorum. Bu yayınların bir kısmında çeşitli sorunlarla karşılaşıyorum, ama en çok da bir kitapta onlarca, hatta yüzlerce dizgi yanlışıyla karşılaşınca şaşırıp üzülüyorum. Bu işlerle uğraşanlar bilir, ne kadar özen gösterirseniz gösterin bazen dikkatinizden kaçan bir ya da birkaç yanlış olur kitapta; üzülürsünüz, bir sonraki baskıda düzeltmek için not alırsınız. İşin doğasında vardır bu. Ama bir kitapta onlarca, yüzlerce yanlışın olması yoktur doğasında, bu bariz bir özensizliğin, bazen de belli bir kötü niyetin sonucudur.

Özellikle bu işlere alan dışı sebeplerle heves eden girişimcilerde kitabın kapağına, kâğıdına özen gösterip içeriğini ihmal etme eğilimi vardır. Aslında başka bir alanda çalışan ama kitap yayınlaması gereken ya da buna heves etmiş kişilerde de haliyle işin gereklerini bilmemekten ya da umursamazlıktan ileri gelen belli bir ihmal olabiliyor. Şaşırıyorsunuz ama bunlar nispeten öngörülebilir durumlar. Bir de büyük sermaye gücü olduğu halde satışa sunduğu kitaplarda irili ufaklı çok sorun olan yayınevleri oluyor. Sinirlenmezseniz, elinizde dökülen bir kitapla, öyle kalakalıyorsunuz.

Bu tür durumlarda kendi kendime sorarım: Peki okurun hakkını kim savunacak? Yayıncılık alanındaki bütün aktörlerin olmasa da bir kısmının kimi güçlü ve nüfuzlu, kimi güçbela ayakta duran çeşitli örgütleri vardır. Gerek resmi merciler karşısında gerekse kamuoyu nezdinde üyelerinin haklarını savunmaya çalışırlar. Ama alanın kurucu unsurlarından biri olan okuru temsil eden bir kurum ya da örgütlenme yoktur. Bu tür kuruluşlarla yapılan toplantılara görevim icabı katılmış biri olarak söyleyeyim: Haklarını savunan da pek çıkmaz hani. Yayıncılık sektörünün en zayıf halkası onlardır.

Ne gibi hakları olabilir ki zaten okurların? Sonuçta parasını verip matbu bir kâğıt tomarını (ya da daha nadiren, bir e-kitap dosyasını) alması yeterlidir. Salt müşteri olarak kaldığı sürece kitabı okuması bile ikincil bir konudur. Fakat, madem tüketiciler, okurların da başka tüketiciler gibi birtakım haklarının olması akla uzak bir şey olmasa gerek. Tek hakkı kitaba ucuza ulaşması, indirim ya da taksit imkânlarına sahip olması değildir herhalde. Yayıncının bakışı kitapçınınkinden ibaret olamaz.

Malumunuz, yakın zamanda bir yayınevi, bir okurun müstear çevirmen isimlerinden şüphelenmesiyle, kitaplarını makineye çevirttiğini itiraf etmek zorunda kaldı. Hoş, beyanlarına bakarsanız bunu mecburi bir itiraf saymıyorlar; meğer onlar zaten açıklayacakmış da bu “deneysel proje”nin çıktılarını kamuoyuyla paylaşmak için doğru zamanın gelmesini, hatta bu açıklamayı çevirilerden biri iyi kötü bir ödül alınca yapmayı bekliyorlarmış. Ama bu sürede terziden özel dikim bir giysi satın aldığını düşünen okurların üç kuruşa üretilmiş fason mal kullanmasında bir sorun görmemişler belli ki. Madem makine çevirisi makbul bir şey, yayınevleri neden bunu yakalanmadan çok önce, kitap kapağında açıkça yazmıyor? "Makine çevirisi olduğunu bilsem o kitabı almazdım" diyecek okurlar vardır herhalde. Ne yapacak bu okurlar? "Kitabı" iade edip parasını alabilecekler mi? Yoksa uyanık tüccarın "Satılan mal geri alınmaz" ilkesi (!) mi uygulanıyor?

Satın aldığımız her ürünün menşei, içeriği açıkça yazılmak zorundayken, kitabın nasıl “üretildiği” konusunda doğru bilgilendirilmek hakkı değil midir okurun? Peki ya kitabın içeriğinin belli bir kalitede olmasını beklemek? Kitapta bilgi ya da mantık hatalarının bulunmamasını, tercümeyse çevirisinin belli bir düzeyde olmasını? Satın aldığı kitaba hiç olmazsa “tashih” yapılmış olmasını bekleyemez mi? İşin editörlük kısmında akla gelen ilk sorular bunlar.

Kitabın içeriğiyle, yayına ne denli iyi hazırlandığıyla veya çevirisinin niteliğiyle ilgili denetlemeyi normalde eleştirmenlerin, eleştiri/kitap tanıtımı yazanların yaptığını, yapabileceğini varsaymamız gerekiyor. Ama piyasanın özgül koşulları nedeniyle pek o kadar kolay değil bu. Örneğin yayınevlerinin reklamlarıyla ayakta duran bir yayında öyle bir yazıyı yayınlatamayabilirsiniz. Ya da aynı zamanda yayınevlerine çeviri yapan biriyseniz yeni iş alamamak endişesiyle hiç yazamayabilirsiniz. Yahut bir yayınevinde çalışıyorsanız rakibinize yüklendiğiniz iddiasıyla karşılaşmak istemediğiniz için yazsanız bile yayınlamaktan vazgeçebilirsiniz.

Bir de ekonomik boyutu var işin: Hiperenflasyon hortlamışken diyelim ki kitap fiyatına –amiyane tabiriyle– önce bindirim sonra indirim yapılmadığından, okur fiyatlama konusunda oyuna getirilmediğinden nasıl emin olabilir? Bunu denetleyen bir merci var mıdır? Olabilir mi?

Okurun ekonomik haklarını koruması, hatta bu konuda bilgi ya da denetim talep etmesi daha zor, çünkü yayıncılığın muhasebesi konusunda enikonu bilgi sahibi olmak gerekiyor. Benim gibi bu alanlarda çalışanların az çok bilgisi oluyor ama öyle ya da böyle bir iddiada bulunmak bilginin ötesinde birtakım koşulları gerektirir – tıpkı içerik konusunda olduğu gibi. Peki yayıncı örgütlerinin bu konuda bir takip ve denetim mekanizması olabilir mi? İdeal çözüm bu herhalde. “Serbest piyasa ekonomisi” denen düzeni, sadece kendi çıkarımıza olduğu zaman argüman olarak öne sürmek yerine, özdenetim mekanizmaları geliştirmek için uygun zemin olarak görebiliriz.

Ve şimdi “makine çevirisi” örneğiyle, korunması gereken bir hak daha olduğu anlaşılıyor: ürünün üretim süreci ve üreticisiyle ilgili doğru bilgilendirilme hakkı. Okurun bu hakkı nasıl güvenceye alınır? Hukuki düzenlemeler yapılması için çevirmenlerle yayıncıların örgütleri birlikte girişimde bulunabilir mi? Sonuçta “makine çevirisi”nin insan çevirisi olarak sunulması, işini iyi yapmaya çalışan yayıncılar açısından da bir sorun değil mi? Haksız rekabet oluşturmuyor mu?

Dahası, makine çevirisinin bu şekilde istismar edilmesi birçok hukuki sorunu peşi sıra getirmeye aday. Çeviri kitaplar "işlenme eser" sayıldığı için, bu eserin bir sahibinin olması gerekiyor, kimin adı yazılıyor resmi belgelere? Müstear isimlerin arkasındaki gerçek isim ne? Türkiye'deki telif mevzuatı açısından önemli bir soru bu. Örneğin hiç yabancı dil bilmeyen bir yayınevi sahibinin onlarca çeviri eser sahibi olması nasıl ele alınacak hukukta? Diyelim ki o makine çevirisini bir başkası da kendi adını yazarak yayınladı, kim kime intihal davası açacak?

Eleştiri kanalı tıkalıysa –ya da ona yakın bir durum varsa– içerik konusunda okurun hakkı nasıl korunacak? Şu anda yayıncılık alanında bir özdenetim mekanizması yoksa, okur aldatılmadığından nasıl emin olacak? Büyük ve güzel sorularımız duruyor yerli yerinde.


Savaş Kılıç: 1975'te doğdu. Türk Dili ve Edebiyatı ve dilbilim eğitimi gördü. İngilizce ve Fransızcadan çevirileri, çeşitli dergi ve kitaplarda yayımlanmış yazıları var. Metis Yayınları'nda editör olarak çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Savaş Kılıç Arşivi