Mehmet Altan
Proletaryadan Prekaryaya
HDP öncülüğünde kurulan 6'lı ittifakın adının "Emek ve Özgürlük İttifakı" olduğunu okuyunca aklıma Ruşen Çakır ile 21 Nisan 2020’de, pandemi başlangıcında yaptığımız uzun söyleşi geldi.
Çünkü o yarenlikte "emek" açısından dünya gidişatını da konuşmuştuk.
xxxxxx
Ruşen soruyor:
"Koronavirüs sürecinin gidişatına küresel olarak baktığında, ekonomik ve buna bağlı olarak siyasî açıdan, nasıl bir dünya görüyorsun?"
Ben de yanıtlıyorum:
"İktisadî olarak dünya, bu küreselleşmeyle birlikte muazzam bir atılım yaptı; olağanüstü nimetler oluştu. Fakat bu nimetlerin paylaşımında büyük bir adaletsizlik ortaya çıktı.
Yani inovatif, yeni bir şey yaratarak zenginleşmenin önünü açan yeni bir çağ, henüz toplumun ihtiyaçlarını tamamlayamayan büyük kalabalıklarla bir arada durunca, bundan yararlanan ve yararlanamayanlar arasında büyük bir dengesizlik çıkardı ortaya.
Öfkeli kalabalıklar, mevcutta kendine yer bulamayan, inovasyona, niteliğe, yaratıcılığa yönelik bir hamle yapmakta güçlükleri olan, zafiyetleri olan insanların, bu yeni çağ karşısında öfkeleri birikti. Ve bu öfkeler, faşizmi, otoriter yapıları doğurdu. Küreselleşmenin yol alması için, bir taraftan da bu teknolojik atılımın nimetlerinin eşit bölüşülmesi gerekiyor…"
xxxxxx
Sonra devam etmişim:
"Mesela, bu korona sürecinde, insanoğlunun, tuzu kuruların ‘yok’ saydığı meslekler öne çıkıyor: Hastanelerde hastalara koşturanları, kuryeleri, ekmek dağıtanları, elektrik, su, doğalgaz sistemlerinin sürdürülmesi ve arızaların giderilmesi için çalışanları bu tuzu kurular yok sayıyorlardı.
Şimdi, bu koronayla birlikte, bu yapının iskeletinde çalışan ve saygı gösterilmeyen, ‘yok’ sayılan, fakirliğe, fukaralığa mahkûm edilmiş insanların ne kadar önemli olduğu ortaya çıktı.
Bütün kitlenin nitelik kazanacağı, yeni çağa uygun hale geleceği, eksiklerini giderebileceği bu sanayi-sonrası toplumun, teknolojik olarak ilerleyen ama toplumsal olarak buna uyum sağlayamayan yapının giderilmesine yönelik çareler ve tedbirler gelecek.
Bütün dünyada siyasetin amacı, bu dengesizliği gidermek olacak."
xxxxxx
"Yeryüzü, sanayi dönemini kapatmanın bütün güçlüklerini yaşıyor. Teknolojik olarak kapattı ama toplumsal yapı ve düzenleme olarak kapatamadı.
Bu da bir kriz demektir.
Türkiye’nin teknolojik olarak, ileri teknoloji niteliğindeki ihraç malları, toplam ihracatımızın yüzde 2’sidir.
Burada, siyaseti finanse eden grup, müteahhitlerdir.18 yıl, müteahhitler için bir ‘Altın çağ’ oldu.
Ama inşaat işçileri, madenciler için de bir cehennem oldu. İşçi cinayetleriyle, müteahhitlerin yükselmesi arasındaki büyük çelişki ve dram, aslında, ‘Neleri değiştirebiliriz, değiştirilmesi gereken temel sorunlarımız nedir’ konusunu gözlerden sakladı ve bunları değiştiremedi."
xxxxxx
Şimdi artık kimliğini üretim gücüne dayandıran proletarya yok…
Sosyal yapı değişti…
Proletaryanın yerini prekarya dediğimiz koca bir güvencesiz çalışanlar ordusu aldı…
Bu dönemin yeni sosyal sınıfı ‘prekarya’ oldu.
"İstikrarsızlık, belirsizlik, hayat üzerinde kontrol kuramama ve tabir-i caizse sürekli bir uçurumda olma hâli prekaryanın tanımını oluşturdu.
Prekaryanın kurduğu tüm toplumsal ilişkiler -ailesiyle, arkadaşlarıyla, iş yeriyle, siyasetle- güvencesizlik temelinde yükseldi…
Prekarya güvencesizlik ve belirsizlik içinde doğdu, onunla yoğruldu."
Daha evvel de vurgulamıştım:
"Pandemi dönemi, topluma prekaryalaşmanın niteliğini moto-kuryeler üzerinden gösterdi.
Atomize hale gelen bu emekçi kesim olmasa toplumsal yapı neredeyse kendini idame ettiremeyecekti.
Yok sayılan ve sefalete mahkûm edilen yığınların yaşamı taşıdığı, toplumun bilincine yansıdı.
Ama yeni çağ sancıları birçok ülkede de güvencesiz çalışmanın terkisinde faşizmi de getirdi… Teknolojik merkeziyetsizlik, toplumsal yapıda güvencesizlik doğurunca, kurdun dumanlı havayı sevmesi gibi ‘devlet, ulus, otorite, düzen, disiplin’ nidalarıyla faşizm yeniden sahneye girdi. Otoriter devlet anlayışı üzerine kurulu aşırı milliyetçi ideoloji iştahla dansa başladı…"
xxxxxx
Dünyanın proletaryadan prekaryaya geçtiği bir dönemde "emek" kavramı açısından yaşama nasıl yaklaşmalı?
Türkiye’de nasıl bir yaklaşım benimsenmeli?
Galiba günün toplumsal açıdan zor sorulardan birisi bu…