Riba Modeli

AKP iktidarı bu politikayla gelecekten yemektedir. Torunlarımızın torunlarını dahi borçlandırmaktadır.

Erdoğan'ın açıklamaları üzerinden, bir 'yeni ekonomi modeli' tartışmasıdır gidiyor.  Erdoğan'ın en büyük mahareti, gerçekte yapmakta olduklarının üzerini yaldızlı kavramlarla örterek, kamuoyunun dikkatini meselelerin özünden uzaklaştırabilmesidir. Oysa ne ortada yeni bir durum (2017 ve 2019'un tekrarını yaşıyoruz), ne ekonomide yapısal bir değişim söz konusu, ne de ortada "model" denilebilecek tutarlı bir politika dizgesi var. Seçim ekonomisinin klasik taktiklerini uyguluyor. Erdoğan, TL'yi ucuzlatarak, bol ve ucuz krediyle ekonomide kısa süreli bir afyon etkisi yaratıp, seçime bu sanal rahatlama ortamında gitmek istiyor. Keyfince para basıp dağıtmak istiyor. Bunun için de para politikasını elinden geldiğince gevşetiyor. Ama bu sefer (201 ve 2019'un aksine) beklemediği bir hızlı sarsıntıya yol açtı. Döviz şokları ve yüksek enflasyonla beliren mali kriz, gerçek ekonomide bir ani durma etkisi yarattı. Ekonomik ortam rahatlayacağına, daha da kasıldı.Bu kez, artan toplumsal tepkileri saptırmak için "yeni ekonomi modeli", "Çin'de böyle kalkındı", "Nas ortada", "ekonomik kurtuluş savaşı", "stokçulara bu ülkeyi mezar edeceğiz" gibi açıklamalar yapıyor. Gerçekler ise bütün bu söylemlerle çelişiyor.

Faizler sistemli biçimde yükseliyor. Merkez Bankası'nın haftalık repo faizini 5 puan indirmesi, genel olarak faizlerin düştüğü anlamına gelmiyor. Örneğin, Türkiye Hazinesi'nin 5 yıllık Tahvillerinin faizi, Eylül'den bu yana 5 puan artışla, % 22,8 oldu! Tüketici kredisi faizleri % 24'lerde, ticari kredilerin ortalama faiz oranı % 18,88 düzeyinde. Bir tek, konut kredisi faizleri % 16'larda, o da, bu politika ile, müteahhitlerin kayırıldığını gösteriyor.

Erdoğan ne diyor? "Biz yüksek faize inanmıyoruz"! (Sanki faiz inanılacak bir şeymiş gibi?) 7 Aralık günü Merkez Bankası, bankalara 82 milyar TL'yi % 16,16 faizden ödünç verdi. Bankalar hemen aynı gün, bu paranın 3,3 milyar TL'si ile  % 22,8 faiz getirildi. Hazine Tahvili satın aldı. Aradaki para farkı (arbitraj) 6,5 puan! Alın size emeksiz kazanç (riba), alın size vurgunculuk!

Reel ekonomi, döviz şaklarının etkisiyle ani duruş yaşar, yatırımlar kesilir, mal döngüsü bile sıkıntıya girerken, Borsa İstanbul tam bir uçuş içinde! Gerçi, günümüz kapitalizminde borsaların gerçek ekonomi ile bağı zaten pamuk ipliği iledir. Borsalar spekülatif (vurguncu) sermayenin av alanlarıdır. Ama böylesine bir borsa balonu örneği de az görülmüştür. BIST 100 endeksi, 1500'lerden geldi, iki ay içinde 2000'i aştı. Bankalardaki TL mevduatı erirken, döviz çok dalgalı, aşırı riskli olduğu için göze alamayıp Türk Lirası'nda kalanlar yüksek kazanç için akın akın borsaya koştu. Borsaya 1000 lira koyan, kendini hiç yormadan 330 lira kazandı, iki ay içinde ortalama % 33 kar! (Kuşkusuz özellikle büyük sermaye sahiplerinden bunun çok üzerinde kazançlar elde edenler de mevcut). Alın size emeksiz kazanç (ribo), alın size vurgunculuk!

Dolar ve Euro'ya para yatıranlar, Erdoğan devalüasyonlarından en büyük kazancı elde ettiler. Dolarzadeler tabakası, tüm toplumun üstünde yükseliyor. Bunlar içerisinde en önde ise, garanti ödemelerin döviz cinsinden alan Hazine Garantili Müteahhitler bulunuyor. TÜFE bazlı "Reel Efektif Döviz Kuru", 54,33 ile tarihin en düşük düzeyini gördü. Türk lirası tarihi dip noktaları görürken, dolar milyonerleri haksız servet artışı sağlıyor. Dolar kuru, sadece şu son iki ayda, 8,8'lerden 17'lere tırmandı. Dolar milyonerleri, koltuğundan kalkamadan, iki ayda % 56 kazanç elde etti. Alın size emeksiz kazanç (riba), alın size vurgunculuk!

Ne diyordu Erdoğan? "Üretim, yatırım, istihdam"! Elde ne var? Borsa, döviz, tahvil! Buna eğer illa da bir "model" denecekse, bunun adı "Riba Modeli"dir. Emeksiz kazanca, kısa gün kazancına dayanmaktadır. Siyaseten de ekonomide sanal bir rahatlama ortamı yaratıp, seçmen desteğini toparlama arayışıdır. AKP iktidarı bu politikayla gelecekten yemektedir. Torunlarımızın torunlarını dahi borçlandırmaktadır.

Daha şimdiden, ekonomideki bu"yeni deneme" iflas etmiştir. Merkez Bankası'nın dövize müdahaleleri, denemeyi, sürdürecek mecallerinin de kalmadığına işarettir. "Hedef süre" olarak kaydıkları 6 ay içinde, ne yatırımlarda dişe dokunur bir artış görülecek, ne de istihdam da bir gelişme görülecektir. İhracatta gözle görülür bir artış sağlanmakla birlikte, bu, iktisattaki tipik "yoksullaştıran büyüme" zemininde gelişmektedir. Halk kitlelerinin alım gücü gerilemekte, iç pazar daralmaktadır. Döviz kurlarındaki artış sebebiyle, Türk burjuvazisi, ihracattan kazandığını geri ithalata vermek durumunda kalmaktadır. (B u kayıpları ise işçileri daha yoğun sömürerek telafi etmeyi çalışıyorlar.) Türkiye'yi yabancılar için kelepir ülke yapsalar da AKP iktidarının uluslararası sermaye ile yaşadığı "güven problemi" sebebiyle dişe dokunur bir sermaye yatırımı da gelmeyecektir. AKP'nin bel bağladığı Katar Petrol Emirliği'nin ve ya Birleşik Finans Emirlikleri'nin de Türkiye ekonomisine çare olabilecek bir kaynak akıtmaya pek niyetli olmadığı görülüyor. Neticede AKP, yaşadığı kitlesel erimeyi durduramayacak, ama emekçi-yoksul halk kitlelerine çok ağır bir bedel ödetecektir. Ufkunu kent (inşaat) rantının belirlediği, Hazine ve Maliye Bakanı'nı MÜSİAD'dan seçen, faiz politikasıyla müteahhitleri kayıran, hem işçi sınıfı, esnaf ve köylülüğe ekonomik-sosyal yıkım getiren, hem de büyük burjuvazinin çıkarlarına zarar veren AKP, artık geri döndürülemez bir erime sürecinin içine girmiştir.

Esas mesele, böyle bir süreçte, "Örgütlü Emek, Örgütlü Toplum" şiarıyla, emekçilerin ve yoksulların, haklarını koruyacak öz mücadelelerini geliştirebilmesidir. Zira sosyal yıkımdan emekçileri ancak kendi mücadeleleri kurtarabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Alp Altınörs Arşivi