Bilmez Hocadan Tarih Tersleri
Şafakların geceye evirilme süreçleri ve nedenleri
Şimdiye kadar modern Osmanlı ve Türkiye tarihinde demokrasi şafaklarının başlangıç noktalarını, yani gecenin sona erip gündüze evirilme olasılıklarının ortaya çıkışlarını ve kısa süren bu dönüşüm süreçlerinde yaşananları mümkün olduğunca nedenleri ve nasılları ile tartışmaya çalıştım.
Demokrasi tarihiyle ilgili bazı genel tespitler ve gözlemler bağlamında bu hafta, bu şafakların kısa süre sonra son bulmaları ve habercisi oldukları gündüze değil de geceye evirilme aşamalarını ele almaya çalışacağım.
*****
Öncelikle belirtmek gerekir ki Osmanlı-Türkiye demokrasi tarihinde demokratik dönüşümlere gebe şafaklar vaat ettikleri doğumu gerçekleştirememiş ve akim kalmışlardır.
Bu gerçeklikten yola çıkarak, modern Osmanlı-Türkiye demokrasi tarihinde gecelerin hakimiyeti ve sürekliliğini konuşmak mümkün olabilir: Nihayetinde, çoğu çok kısa süren şafakların gündüze değil de geceye evirilmesi nedeniyle, modern tarihte egemen izlek olarak gayri-demokratik süreklilik karşımıza çıkmaktadır.
Dolaysıyla, demokrasi tarihinin daha büyük kısmı demokrasi özlemiyle geçmiştir.
Yani, modern Osmanlı-Türkiye tarihinde askeri veya sivil darbeler, (genelde iddia edildiği gibi) sapma olarak görülmemelidir. Esasen, normali oluşturan askeri veya sivil otoriterlik (farklı versiyonlarıyla diktatörlük)’tir. Öte yandan bu ‘normalin’ sürekliliğini bitirmeye aday dönüm noktaları olarak karşımıza çıkan kısa dönemli demokrasi inşa girişimleri (şafaklar) ise bu ana izlekten sapma/kopuş niteliğindedir.
Başka bir deyişle, büyük bir resim üzerinden incelendiğinde, modern Osmanlı-Türkiye tarihinin normali, kısa süreli alacakaranlık dönemleriyle beraber maalesef gece karanlığıdır. Gündüze evirilme umutları olarak şafaklar ise her biri akamete uğramış normalden sapmalar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu nedenledir ki genelde Osmanlı-Türkiye modern siyasi tarihi incelemelerinde, daha uzun sürmüş olan bu karanlık dönemler doğal olarak daha çok yer kaplamaktadır.
Ancak asıl olarak kısa aydınlık umutlarının neden ve nasıl sona erdiğini, şafakların neden ve nasıl yeniden geceye evirildiğini detaylarıyla tartışmak, özellikle (küresel çapta yine böyle bir evirilme yaşamakta olduğumuz) günümüzde büyük önem taşımaktadır.
Demokratikleşme yönündeki tüm devrimci/dönüşümcü süreçler her seferinde neden ve nasıl bitti/bitiyor?
Neden dönüşümcülerin ve eskiyi devirme iddiasındaki devrimcilerin projesi her seferinde çöktü/çöküyor?
*****
İtiraf edeyim ki zaten genelde demokrasi tarihyazımının en zayıf olduğu bu konuda, ben de güçlü argümanlar, daha doğrusu açıklamalar sunamıyorum.
Bu nedenle makro tarih analizlerini amaçlayan bu yazılar, daha çok bu sorulara dikkat çekme ve tartışmaya çağrı niteliğindedir: Bu noktada, her bir demokrasi şafağının, yani dönüşüm umudu döneminin sonunda kırılma (geceye evirilme) yaşanmasının nedenlerini sorgulamak ve özellikle bunun nasıl yaşandığını tartışmak için öncelikle anlamlı ve somut sorular sormayı, afaki cevaplar önermekten daha anlamlı buluyorum.
Demokrasi şafaklarının sökmesi ve şafaklarda yaşananlarla ilgili bugüne kadar dile getirdiğim genel gözlemler ve tespitler, neden sorusuna cevap vermek için önemli ip uçları sunmaktadır. Ancak kırılmayı tam olarak anlamak için bu ip uçları kesinlikle yeterli değildir. Anlamak için, yeniden geceye evirilme yönünde gerçekleşen kırılmanın detaylarını (nasılını) tartışmak gerekmektedir.
Bu yazıda, bu konuyla ilgili sadece bazı genel tespitler ve gözlemler ile yetineceğim.
*****
Şafakların gündüze değil de geceye evirilme anındaki önemli bir mesele, süreci bitiren ve gecenin sahibi olacak yeni güç merkezinin neresi olacağıdır.
Kaba bir tarifle, Osmanlı-Türkiye modernleşme tarihi (1789/1838 sonrası) bağlamında devlet içindeki erk savaşımında, nihai olarak bir yanda Saray/Köşk (Sultan veya Reis) ve diğer yanda Babıali/Çankaya (Hükümet) iki erk merkezi olarak öne çıkmaktadır.
Bu konuyu başka bir yazıda daha detaylı bir şekilde tartışmak üzere şunu belirtmeliyim ki Osmanlı-Türkiye modernleşme tarihi, özellikle siyasi düzlemde, bu iki merkez arasındaki erk savaşımı ve güç kaymaları tarihi olarak da okunabilir.
Bu yazı bağlamında bu konunun önemi, şafakların geceye evirilmesinden sorumlu başat aktör/leri ve takip edecek gecenin sahiplerini görmeyi kolaylaştırmasıdır. Nihayetinde bu merkezler, sadece modernleşme stratejisinin rengini ve niteliğini belirlemez; takip eden gecenin sahibini de gösterir.
*****
Güç merkezleri arasındaki rekabet bağlamında şunu belirtmek yanlış olmaz: Osmanlı-Türkiye tarihindeki demokrasi şafaklarında güç merkezleri arasındaki rekabette tarafların zaafları, bunlardan faydalanmayı bekleyen gece bekçilerinin değerlendireceği fırsatlar olagelmiştir.
Şafakların yeniden geceye evirilme anlarında, tetikte bekleyen gecenin bekçilerinin yeni muktedirler arasındaki rekabetten veya çatışmadan yararlanmayı çok iyi başardığını görüyoruz. Bu nedenle, en ufak sarsıntı veya güçsüzlük bile ‘geriye dönüş’, daha doğrusu ‘normale dönüş’ yönündeki adımları kolaylaştırmaktadır. (Bu kolaylığın nedenlerini, önceki yazılarda tartışmaya çalıştım.)
Böyle bir gelişmeyi, öncelikle 1876-78 yılları arasında yaşanan birinci şafakta görmekteyiz: Zaten çok zayıf olan, Mithat Paşa önderliğindeki devrimci/dönüştürücü Genç Osmanlı kuşağından aktörler sağlam bir örgüt oluşturmayı başaramamışlardır. Anayasa hazırlık sürecinde bile aralarında sağlam bir iletişimin ve uyumun olmaması, kendilerinin teker teker kolayca tasfiye edilmesi konusunda statüko yanlılarına büyük bir fırsat sunmuştur.
Benzer bir şey, 1960-80 alacakaranlığında (beşinci şafak) yaşanmıştır. 12 Mart 1971 darbesiyle normal ayarlara dönme girişimi, kontrol edilemez bir dalgaya yol açınca, statükonun bekçisi olarak ordu, büyük burjuvazinin desteği/onayı ile önce dalgayı kontrollü olarak sele çevirmiş, sonra 12 Eylül 1980 darbesiyle demokratikleşme önünde kurduğu devasa barajla, ülkeyi çürümüş sakin sulara boğmuştur. Müesses nizam aktörlerinin başarılarındaki en büyük etmen, yine şafakların devrimci/dönüştürücü aktörleri arasındaki iletişimsizlik ve çatışmalar olmuştur.
*****
Diğer tüm şafaklardaki kırılmalarda ise, demokratikleştirme vaadiyle iktidara gelen aktörlerin, erklerini koruma dürtüleri asıl belirleyici rolü oynamıştır. (Bu dürtünün ortaya çıkmasının ve belirleyici olabilmesinin nedenlerini, önceki yazılarda tartışmaya çalıştım.)
Yeni muktedirler bu tavırlarını/tepkilerini, genelde devrimin/dönüşümün tamamlanması iddiasına dayandırmaktadırlar. Diğer bir dayanak da bu dönüşüme direnenler veya direnme potansiyeli taşıyanların “iç ve dış mihraklar” oldukları argümandır. Erk konsolidasyonu ve sürekliliği için bu iki ‘gerekçe’, daha çok gerçeğin üstünü örtmek için (uydurulmuş değilse) abartılı ‘düşmanlar’ yaratmaya yaramaktadır. Bu ‘düşmanlar’, erkin konsolidasyonu ve sürekliliği için kolayca araçsallaştırılmaktadır.
Nitekim 1908 sonrasında yaşanan birkaç yıllık ikinci şafağın ardından İttihat ve Terakki Fırkası ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan bölgesel erk boşluğu nedeniyle mümkün olan üçüncü şafağın ardından Mustafa Kemal önderliğindeki Cumhuriyet Halk Fırkası, otoriter modernizasyon amacıyla diktatörlük inşa sürecinde buna benzer yöntemler ve araçları bolca kullanmışlardır.
*****
Üçüncü demokrasi şafağının geceye evirilmesinde dönüm noktası niteliğinde olan Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim 1923) sonrasında tek parti diktatörlüğü inşa edilirken çok önemli bir başka gerekçe/argüman da geriye dönüş (restorasyon) tehdidi olmuştur.
1950 öncesindeki birkaç yılda yaşanan dördüncü şafağın bizzat devrimciler/dönüştürücüler tarafından birkaç yıl içinde geceye evirilmesinde de bu ‘tehdit algısı’ belirleyici rol oynamıştır.
1920’lerde Mustafa Kemal önderliğindeki CHF, ‘eski/gizli İttihatçılar’ ve ‘karanlık şeriat’ tehdidini öcü olarak kullanırken, 1950’lerde Menderes önderliğindeki Demokrat Parti ise Kemalist müesses nizam ve özellikle ordunun vesayetini (bu vesayeti Demokles’in kılıcı gibi tepesinde gerçekten hissederek) aynı şekilde kullanmıştır.
Altıncı şafak olarak değerlendirebileceğimiz 2002 yılı sonrasındaki on yılın ardından, karmaşık bir kırılma sürecinin akabinde geri gelen devletleşmiş parti ve tek adam diktatörlüğü (tedrici karanlıklaşma veya geceye evirilme) örneğinde Erdoğan önderliğindeki AKP hayali veya abartılı tehditler ve düşmanlar üreterek ve bunu rekabetçi otoriteliğin inşasında başarılı bir şekilde kullanarak benzer bir yoldan gitmiştir.
Bu süreçte eski müesses nizamın ve özellikle ordunun gerçekten devam eden vesayeti, bizzat şafağın parlaklığına gölge düşüren ve hatta alacakaranlığı sürekli kılan bir faktör olmuştur. Ancak Gülen cemaati ile iş birliği içinde bu vesayetin görece geri püskürtülmesi, şafağın gündüze evirilmesine yol açmamıştır.
Diğer yandan, vesayete karşı mücadele iddiasıyla esasında erkin konsolidasyonunu amaçlayan AKP, sınıf, kimlik ve hayat tarzlarına müdahale başta olmak üzere pek çok farklı nedenden dolayı büyük bir hoşnutsuzlar ve mağduriyetler ordusu yarattı. Bu kitlelerin yol açtığı Gezi Direnişi (daha doğrusu patlaması!), iktidarın amaçladığı erk konsolidasyonunun zamanla diktatörlüğe evirilmesi önünde kimlerin engel olabileceğini AKP’ye gösterdi. Bu noktada, otoriter bir rejimin inşası yolunda, daha fazla demokrasi talebiyle ortaya çıkan demosun büyük bir kesimi, AKP tarafından ‘demokratikleşme’ olarak sunulan sürecin düşmanları ve ‘dış güçlerin maşası’ olarak gösterilecekti. Buna paralel olarak, AKP’nin o zamana kadarki en etkili siyasi ortağı olan Gülen cemaati ile yaşadığı erk savaşı da bu cemaatin en büyük tehditlerden biri olarak ortaya çıkmasına yol açmıştı.
Dolayısıyla, kendilerini demokratikleşme sürecinin önderleri olarak sunanlar, diğer şafakların akıbetinden farklı olarak, iktidarlarını korumak için müesses nizamın bekçileriyle ittifakı ve geceye evirilmeyi el birliği ile gerçekleştirmeyi yeğlemiş oldular.
Sonuç olarak, MHP müfettişliğinde müesses nizamın bekçiliğini yapmak, bizzat bu nizamı dönüştürmek iddiasıyla ortaya çıkan ve iktidara gelen Milli Görüşçülerin tüccar popülist AKP’sine kalmıştı!
*****
Şafakların her seferinde geceye evirilmesiyle ilgili belki de en önemli genel gözlem, bazı durumlarda demokrasi şafaklarına imkan veren ‘demokrasi kahramanları’nın aynı zamanda geceye evirilme/kırılma sürecinin de asıl aktörleri olmasıdır!
Osmanlı-Türkiye demokrasi tarihinde ‘demokrasi kahramanları’nın bu ikili rolünü, yaşanan altı şafak hakkında sekizinci ve sonuncu genel gözlem ve tespit olarak, gelecek hafta ele alacağım.
Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (Yayınları için: https://bilgi.academia.edu/BulentBilmez