Gün Zileli
“Sağcılar Moskova’ya”!!!
(Geçen yazıda söz verdiğim “12 Eylül ve Sol” yazısını Moskova’daki IŞID baskını nedeniyle gelecek haftaya bırakıyorum)
BİR ZAMANLAR BİR SLOGAN VARDI…
1960’lı yıllarda sağcıların en meşhur ve yaygın sloganı “Komünistler Moskova’ya” idi. Sağcılar bu anti-komünist sloganla, solcuların Sovyetler Birliği’ne bağlı olduğunu, hatta “talimatları” Moskova’daki “komünist rejim”den aldığını söylemiş olurlardı. Solu kısa yoldan “kökü dışarda” olmakla suçlayan, karmaşık toplumsal sorunlara kafa yormak yerine çabucak sonuçlara varmak isteyen zihinlere hitap eden formüller peşindeki Sağ’ın üst düzeyde demagojik sloganıydı bu. Elbette basit zihinleri ne kadar tatmin ederse etsin, sorunlar üzerine ciddiyetle düşünen insanları kandıracak derinlikten yoksun, hatta gülünçtü. Zaten 1960’lı yılların ortalarından sonra kendiliğinden sahneden çekildi. Sağcılar bile süreç içinde bu sloganı kullanmamaya başladılar.
TV KANALLARINDAKİ SAĞCI UZMAN KALABALIĞI
23 Mart gecesi, pek alışkanlığım olmadığı halde, ekranlarda sıram sıram boy gösteren sağcı köşe yazarlarından, “terör uzmanları”ndan, emekli generallerden, sağ eğilimli akademisyenlerden, eski sağcı politikacılardan, sağa transfer olup akşam programlarında değişmez köşelerine kurulmuş gazeteci eskilerinden vb. oluşan kadrolarıyla televizyon kanallarının “tartışma” programlarından birkaçını izledim. Haber Türk… Haber Global vb… Elbette hepsinin ortak konusu, Moskova’daki, yüz elliye yakın insanın ölümüyle sonuçlanan silahlı saldırıydı.
IŞID DİYE BİR ÖRGÜT YOKMUŞ!
Çok ilginçtir ki, çoğunlukla yandaş ve sağcı gazetelerin köşe yazarlarının hemen hemen hepsi saldırının IŞID (isminde “İslam” olduğu için IŞID yerine, uydurma bir isim olan DEAŞ demeyi tercih ediyorlar) tarafından değil, Ukrayna ve dolayısıyla ABD tarafından örgütlendiği konusunda neredeyse hemfikirdi. Aklımda yanlış kalmadıysa, Haber Global’de programa katılan Akşam gazetesinin bir yazarı, mealen şunları söyledi: “Artık IŞID (ya da DEAŞ) diye bir örgüt kalmamıştır dünyada. Dolayısıyla olmayan bir örgütün böyle bir saldırı yapması mümkün değildir.” Bu sözlere konuşmacılardan pek itiraz eden olmadı diye hatırlıyorum. Ben kanal değiştirdikten sonra itiraz eden olduysa onu bilemem ama konuşmacıların hepsi benzeri bir ortak tutum içinde görünüyordu.
TERÖRÜN KAYNAĞI KİMMİŞ?
En tipiği olduğu için buraya Akşam yazarının sözlerini aldım mealen. Bütün sağcı konuşmacıların ortak kanısı şöyle özetlenebilir: Bu saldırıyı IŞID yapmış olamaz. Bütün oklar Ukrayna’yı, dolayısıyla onun arkasındaki Batı’yı, özellikle de ABD’yi göstermektedir. Zaten ABD Gazze’de İsrail’i desteklemesiyle, Suriye’de YPG’ye yardım etmesiyle vb. terörün kaynağı olduğunu kanıtlamıştır. Ukrayna yönetimini Rus Federasyonu’na karşı kışkırtan ve destekleyen Batı ve özellikle ABD’den başkası değildir. Kısacası, bugün terörün kaynağı ABD’dir. Ukrayna da onun maşasıdır. Dolayısıyla dünyadaki terör eylemlerinin bir numaralı şüphelisi ABD ve Ukrayna’dır.
SAĞ’IN TUTUMUNUN YEDİ NEDENİ…
Sağcı gazeteci ve yazarları hep bir ağızdan böyle konuşmaya sevk eden nedir? Bence bunun belli başlı nedenleri şöyle sıralanabilir:
Birincisi, İslamcı motiflerle hareket eden sağ, bugün, eh artık Rusya’da “komünist rejim” de yıkıldıktan sonra, en büyük düşman olarak Batı’yı, özellikle de ABD’yi görmektedir. Çünkü Filistin’de İsrail’in en büyük destekçisi Batı ve ABD’dir. Bir anlamda, İslamcı sağ, “Yahudi İsrail”in katliamlarına destek olan “Hıristiyan Batı”yı hedef almaktadır. Kısacası, İslamcılarla ABD’nin “komünizme karşı” sıkı müttefik oldukları 1960’lardan bu yana köprülerin altından çok sular akmıştır.
İkincisi, sağ, epey bir zamandır IŞID gibi aşırı İslamcı örgütlerin “terörist” eylemlerinden rahatsızdır. Eğer “terör” suçlaması bu örgütlerden ABD’ye kaydırılırsa İslamcılar böyle bir suçlamanın en azından manevi yükünü taşımaktan kurtulacaklardır. Yani İslamcı sağ, bir anlamda Süleyman Demirel’i yankılayarak, “bize İslamcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” demiş oluyorlar.
Üçüncüsü, Batı, Türkiye devletine karşı Kürt gerilla hareketine destek vermektedir. Hatta ABD, silahlı güçleriyle Rojava’daki Kürt gerilla hareketi YPG’nin destekçisidir. Dahası, Kıbrıs meselesinde de Batı ağırlıklı olarak Yunanistan’ın arkasında yer almaktadır. Dolayısıyla Batı ve ABD (bu kadar açık ifade edilmese de) Türkiye’nin düşmanıdır.
Dördüncüsü, Türkiye’deki sağcı ve muhafazakâr AKP, Batı’nın değerlerinden de kendi iktidarına karşı tutumundan da son derece rahatsızdır. Batı, ne kadar uzlaşmacı olursa olsun, demokrasiden yana tutumuyla AKP’yi ve sağcı yazarlarını her daim tedirgin etmektedir. Örneğin, hükümet karşıtı feminizm, LGBT+İ gibi hareketler Batı’dan güç ve cesaret almaktadır.
Beşincisi, Rusya’da artık “komünist” bir rejim yoktur. Dolayısıyla oradan Türkiye’deki rejime tehdit gelmemektedir. Bu durumda Rusya gibi büyük ve geniş doğal kaynaklara (en başta doğal gaz) sahip bir ülkenin komşuluğunu pekâlâ Türkiye’nin menfaatleri yönünde (yani Türk egemen güçlerinin menfaatleri yönünde) kullanmak mümkündür ve bu akıllıca bir tutum olur. Bu yüzden, Türkiye’nin, hiçbir menfaati olmayan Ukrayna gibi bir ülke yerine kocaman Rusya’yı desteklemesi, Ukrayna’yı Batı’nın kuklası ya da maşası olarak suçlaması daha akıllıcadır.
Altıncısı, Sağ, Rusya’nın başkanı Putin ile Türkiye’nin başkanı Erdoğan arasında büyük benzerlikler görmekte ve bu yüzden Putin’e ve Rusya’ya sempati duymaktadır. Putin de Erdoğan da otoriter başkanlardır ve her iki ülkede de tek kişi diktatörlüğünü andırır otoriter rejimler işbaşındadır. Buna, benzeri bir rejimin başı, Erdoğan’ın aziz dostu, Ermenistan’la savaş halindeki Aliyev’in Ukrayna savaşında Rusya’yı desteklemesini de eklemek gerekir.
Yedincisi, solun eski anti-emperyalist mirasına sahip çıkıp “Amerikan aleyhtarlığı” taslamak belki de solun karşısında eskiden beri ideolojik aşağılık duygusu içinde olan sağa yeni bir özgüven veriyor olabilir. Ne de olsa Sağ artık Amerikan 6. Filosu’nu kıble alarak namaz kılmamakta, tersine ABD’ye karşı aslanlar gibi kükremekte ve halk içindeki ABD aleyhtarı duygulardan nemalanmaktadır. Üstelik Putin’i sosyalist Sovyetler Birliği’nin devamı gibi görüp destekleyen Sol da onların bu tutumunu takdirle karşılamaktadır!
YENİ SLOGAN NE OLABİLİR!!!
Bu durumda şöyle ironik bir slogan geliyor akla:
“Sağcılar Moskova’ya”!!!
Gün Zileli: 24 Ekim 1946, Ankara doğumlu. 1968 gençlik hareketinde yer aldı. 1990 yılında İngiltere’de sığınmacı oldu. 1992 yılında anarşizmi benimsedi. 2000’li yıllarda altı kitaptan oluşan otobiyografisini yazdı. Romanları, özellikle Sovyetler Birliği’ndeki Gulag kampları hakkında biyografik çevirileri var.