Salgın, gerçekleri gizleyerek önlenemez

Sağlık Bakanlığı baştan beri hem evrensel standartları uygulamadı hem de şeffaf davranmadı. Buna rağmen iktidar başarı masalları anlatıyor. Ve Türkiye hâlâ ilk 10’da.

Saray rejiminin Coronavirus’e karşı adı konmamış bir Sürü Bağışıklığı metodunu uyguladığını ve pratikte buna Alaturka Sürü Bağışıklığı denebileceğini yazmıştım. Çünkü "5 gün Sürü 2 Gün Bağışıklık" formülünü benimsemişti Ankara. CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, Artı TV’de katıldığı bir programda, daha gerçekçi bir tanımlama yaparak, Erdoğan’ın Türkiye’de virüse karşı Sınıf Bağışıklığı yöntemini hayata geçirdiğini söyledi. Bu nedenle çalışmak zorunda kalan işçiler, yoksullar daha çok ölüyor salgında. 

Zamanı geldiğinde mutlaka hesap sormak gerekecek. İktidar, süreci başından beri hiç şeffaf olmayan bir şekilde yönetmeye çalışıyor. Dünya Sağlık Örgütünün kriterlerini zaten kullanmayan Sağlık Bakanlığı, hasta ve ölümlerin coğrafi dağılımını, cinsiyet ve yaşlarını da yayınlamıyor. Oysa ki bu bilgiler mahremiyete girmediği gibi, virüsten korunmak durumunda olan insanlar için elzem bilgiler. Ayrıca değerlendirme yapacak, önlem önerecek uzmanlar için de bu bilgiler önemli.

Bilim Kurulu ne işe yarar? Ne işe yaradı? Bunu ancak Kurulun toplantı tutanaklarının yayınlanmasıyla öğrenebiliriz. Şeffaflık bunu gerektirir. Kuruldaki doktorlar, devlet sırrını koruyan ajan ya da casus değil ki, gizli saklı bir iş de yapmıyorlar, tam aksine bütün toplumu ilgilendiren bir konuda inceleme-araştırma yapıp, siyasilere öneriler yapan bir grup. Bütün halkı ilgilendiren bir konunun halk tarafından bilinmesi şarttır, şart. 

Süreç kötü yönetildi, kötü yönetiliyor. Çünkü Sağlık Bakanlığının sitesinde bile ilk 17 günde boşluk var. Hatırlayalım, ilk başta resmen kabul edilmese de virüsten ilk ölen kişi Kara Kuvvetleri eski Komutanı emekli general Aytaç Yalman oldu. Tanınmış bir şahsiyet olduğu için, ailesi ve yakınlarının baskısı neticesinde Yalman’ın ölümü COVID-19 olarak kayıtlara geçirilebildi. 

Fransa’da mesela virüsün ilk önce Aralık 2019 sonunda saptandığı anlaşıldı. Birçok ülke, geriye giderek, Aralık 2019 öncesi vaka ve ölümlere de artık COVID-19 perspektifinden bakıyor. Ankara, İran sınırını geç kapattığı için de hata yaptı.

Çok sayıda hekim, hastalarının ölüm kayıtlarına COVID-19 yazmalarına rağmen, Bakanlığın kabul etmediğini medyada açıkladı. Bir doktor, hastaneye COVID-19’dan başka bir hastalık nedeniyle gelip sağlığına kavuşan ve bilahare taburcu olan hastaların da Bakan’ın günlük açıklamalarında sanki Coronavirus’ü yenerek sağlığına kavuşmuş hasta olarak gösterildiğini söyledi. Artık Ekrem İmamoğlu’ndan Financial Times gazetesine kadar çok geniş bir çevre, Türkiye’de açıklanan resmi hasta ve ölü sayısının gerçeği yansıtmadığını söyledi, yazdı. Hoş, bu durum bazı başka ülkeler için de geçerli, ama söz konusu ülkelerde, iktidarın kendi çıkarı için sayıları tahrif etmesinden çok, bir dizi teknik, mesleki, tıbbi sorun ve olanaksızlıklar nedeniyle resmi rakamlarda sorun var. 

Oysa ki bir devletin en temel görevi, yurttaşlarının yaşam hakkını sağlamak ve savunmak. Beni salgından koruyamayan, hastalığımı tedavi edemeyen devleti n’aapım ki? Altına dantelli örtü koyup televizyonun üstüne mi yerleştireyim?

Sağlık çalışanları, COVID-19 testlerinde de büyük sıkıntılar olduğunu açıkladı. Zaten Türkiye’nin günde 50 bin test yapma kapasitesi varken, son zamanlarda test sayısını giderek düşürmesi de vaka sayısını düşük göstermeye yönelik olsa gerek. Aslında hiç test yapmasanız, 0 vaka çıkar!

Bir başka önemli hata, Bakanlık, salgını sadece hastane bazında ele alıyor. Dolayısıyla istatistikler ve tedavilerde de sorun çıkıyor. Pandemi sadece yurt düzeyinde değil dünya çapında etkili. Salgına karşı mücadeleyi hastanelerle sınırlı tutmak, toplum içinde yayılan/bulaşan hastalığı görmezden gelmek, önleyici tedbir almamak, sadece hastalananları tedavi etmek anlamına geliyor. Bakanlık bu konuda geç de olsa uyandı sanki, filiyasyon çalışmalarına başladı. Ama Halk Sağlığı/Toplum Sağlığı birimleri ve uzmanları ile insan hayatı ile ekonomi arasında insan hayatını tercih eden bilim insanları ve siyasetçiler kaale/ciddiye alınmadığı için, amaç en çok sayıda yurttaşın virüsten korunmasını sağlamak olmasına rağmen, iktidar en az sayıda hastayı hastanelerde tedavi etmeyi tercih etti. 

ABD’de, polisiye bir olay değil ama, FBI hâlâ, virüsü ülkeye ilk getiren Avrupa’dan gelen bir kadını arıyor. Bizde, Mart başıydı galiba, bir Türkiye’de virüslüler haritası yayınlandı. En az vaka Dersim’de vardı. Oradan aklıma geldi o harita ile Umre’den dönenlerin ikamet haritası üst üste konsa ilginç bilgiler elde edebiliriz. Zaten Diyanet’in o dönemde Umre’ye izin vermesi ve organize etmesi yeteri kadar büyük bir skandal değilmiş gibi, dönen bazı grupların bırakın karantinayı ateşi bile ölçülmeden evlerine gönderilmesine izin verilmesi, büyük bir ihtimalle salgının Türkiye’deki ilk hamlesini oluşturdu. 

Dikkat ettim, bütün dünyada krizi en kötü yöneten liderler, medyadan medet umdukları için sık sık basın toplantıları düzenleyip başarı, zafer öyküleri anlatıyor. Krizi iyi yöneten devletlerde, resmi açıklamaları Başkan ya da Bakan değil, konunun uzmanı sağlık yetkilisi yapıyor. Normal… Çünkü salgın siyasilere bırakılmayacak kadar vahim bir sorun. Zaten siyasetle bilim yani siyasetle tıp arasındaki savaşta, bilimin ağırlık kazandığı ülkeler (Almanya, G.Kore) başarı kazanırken, ötekiler (ABD, İngiltere, Fransa, Türkiye, Brezilya…vs…) başarısızlıklarıyla dikkat çekiyor. İşte zaten tam da bu başarısızlığı örtbas etmek için, bu ikinci grup ülkeler, özellikle de Türkiye, gerçek dışı zafer masalları anlatıyor. Gerçek, tahrif edilmiş bile olsa, eksik olsa da istatistiklerde. Türkiye hep ilk ona girdi bu sıralamalarda. 

Kendi yurttaşına bir türlü maske dağıtmayı başaramayan bir yönetim, bütün dünyaya maske gönderse, bu ülkede yaşayan ve maskeye ihtiyacı olan yurttaş ve ön cephedeki sağlıkçılar nezdinde güvenilir/inanılır olmak mümkün mü?

Sosyal medyada bir arkadaş yazmış: "Maske satışını yasaklamak doğru bir karardı. Bu yasağı kaldırmak da doğru bir karar oldu. Şimdi maskenin serbestçe satılmasını yasaklamak yine doğru olacaktır". Doğru söze ne denir?

Amiyane tabirle tamamen çarşaflamış durumda Saray. Salgın krizini iyi yönetemeyince, doğru dürüst önlem alınmadığı için çok sayıda yurttaşın hayatını kurtarabilecek yaklaşımlar benimsenmedi. Sebebi belli: Her şey sermaye için sevgilim! Buna bir de Tek Adamın insancıllık konusundaki temel eksikliklerini katarsak, mesele daha iyi anlaşılabilir.

Zaten Suriye ve Libya’daki saldırgan politikaları nedeniyle askeri ve diplomatik alanlarda tökezleyen iktidar, yaklaşmakta olan devasa ekonomik krize de çare bulamıyor. 

E o zaman, son kamuoyu anketlerinde AKP’nin MHP oylarını ekleseniz bile, azınlıkta kalmasından daha doğal bir şey olabilir mi? 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi