Saman alevi gibi

Adalet Yürüyüşü bittiğinde biraz beklemiş ve 'saman alevi mi?' sorusunu sormuştum. Tespit, iddia değildi. Ve şimdi bu sorunun cevabını alıyoruz: Gerisi gelmiyor, gelecek gibi de görünmüyor.

"Bakanlar Kurulu bitti, YAŞ da bitti, siz de biraz tatil yapın...''

Başbakan Yıldırım'ın sözleri, anlamak isteyen herkese aslında pek çok şeyi anlatıyor.

Şunu anlamak, bundan sonrasındaki muhalefet stratejisinin anlamlı ve etkili bir şekil almasına kafa yoran ve katkıda bulunmak için gayret sarfedenler için yeterli:

Cumhurbaşkanı Erdoğan, kimilerinin utangaç bir dille 'istibdat' diye adlandırdığı Orta Asya tarzı bir tek adam faşizminin inşası amaçlı yürüyüşünde önemli hiçbir engelle karşılaşmadan, adım adım ilerliyor.

Meclis, kendi temel işlevini iyice kadük kılacak bir içtüzük tadilatından sonra, ortada bunca sorun varken, Ekim'e kadar kapıları kapattı mı?

Sesi sert ve yüksek çıkan üçüncü büyük Meclis grubunun, HDP'lilerin tasfiyesi, ve CHP'lilerin kuşatılması için zemin daha bir olgun hale getirildi mi?

YAŞ toplantısı, Erdoğan ile yeni müttefiklerinin ortak iradesi doğrultusunda, mevcut sertlik siyasetine senkronize bir ordu çatısı dizaynıyla neticelendi mi?

Görmez'in Diyanet'ten gönderilmesi ile etrafa yeterince gözdağı verilmiş oldu mu?

Zaten onyıllardır köhnemiş olan, ta 1980'den beri laiklikten ve evrensel değerlerden budanmış bulunan eğitim sistemi üzerinde, son 'yüce' ve 'ulu' katkılarla İslami bir egemenlik, koyu Sünni renklerde bir vesayet kurularak, her şey bundan sonraki kuşaklar için çok daha beter bir hale getirildi mi?

Guantanamo tarzı tek tip giysi meselesi ilerliyor mu? Buna muhalif kesimden gelmeyen itirazlar, zımni bir kabulü işaret ediyor mu?

AİHM'in Gülmen/Özakça kararı, Ankara-Strasbourg hattında insanın aklına getirmek bile istemediği, Baku'den ilham almış bazı akçeli şulu bulu kirli pazarlıkların yansıması mı? Bu karar kanun manun tanımadan zaten bildiğini okuyan Saray hükümetine 'şimdiye kadar yaptıklarına bundan sonra da devam et' rahatlığını verdi mi?

Almanya ile kapalı kapılar ardında büyük projeler imzalanıyor mu?

AB'nin gözünde Türkiye, muhalefetinde güçlü bir 'ortaklık' muhatabının - bir türlü veya henüz - bulunamadığı bir ülkeye dönüşmüş iken, ABD ve AB başkentleri 'ne halleri varsa görsünler, bunlardan cacık olmaz' moduna geçerek, sadece ticarete  odaklanarak ilerlemeye karar vermedi mi?

O halde, neyi nasıl okumak gerekir?

Kimse hayale kapılmasın.

Bu iktidar yolun sonuna filan gelmiş değil.

Bunu iddia ederseniz, sadece iddia etmiş olursunuz.

Bir hüsn-ü kuruntudur bu; dolayısıyla da tahlilleri çarpıtır, çözüm yolunu aydınlatmak yerine loş bırakır.

Gayet rahat ilerliyor Saray.

Yıldırım'ın rahatlığına ek olarak, bir nevi teyit tadında, Ayhan Oğan'ın sözlerini de araya ekleyelim.

AKP Merkez Karar ve Yürütme Kurulu (MKYK) üyesi Ayhan Oğan, "Biz yeni bir devlet kuruyoruz. Beğenin beğenmeyin bu devletin kurucu lideri Tayyip Erdoğan’dır. Yapılan Yüksek Askeri Şura (YAŞ) yeni bir TSK’nın inşasıdır. Biz vesayet düzenini yıktık" dedi ve bugün de ek açıklamayla daha da detaylandırdı:

"Türkiye, 100 yıl önce yarım kalan planların ve projelerin yeniden açıldığı bir saldırıyla karşı karşıya. 15 Temmuz bu saldırıların somut cisimlenmiş haliydi. Bu uluslararası bir saldırıdır. Amacı devleti çökertip vatanı bölmek, milleti birbirine düşürüp iç savaş çıkartmaktı. Halk meydanlarda toplanarak milletin liderinin yön ve yol göstermesiyle bu saldırıyı bertaraf etmiştir. Türkiye anayasa değişikliğiyle beraber devletin içine sızmış olan bütün bu yapıları tasfiye etmektedir. Bu yapılar tasfiye edilirken aynı zamanda yeniden devletin tahkim ve inşa süreci de beraber yürütülmektedir. Bu inşa sürecinin lideri de Recep Tayyip Erdoğan'dır.

Türkiye'nin antiemperyalist ve bağımsız bir devlet olmasından yana olan siyasiler de belirgindir, mesela MHP lideri Devlet Bahçeli, Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek, BBP lideri Mustafa Destici.''

Tarif edilen ittifak net ve güçlü mü?

Hem de nasıl.

Dahası da var: YAŞ kararları.

Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na getirilen Org Yaşar Güler, öteden beri, Suriye'ye askeri müdahale ve bağımsızlık niyeti güçlenen bölgesel Kürt oluşumunun belkemiğinin eldeki her imkan kullanılarak kırılmasının en ateşli destekçisi mi?

Boşluğu kapatmak için generalliğe terfi eden 61 albayın hemen tümü, Kürt illerinde 2015'ten beri süren operasyonlarda kilit rol oynayan komando tugaylarında görev almış olanlar mı?

Oğan'ın isimlerini verdiği Türk-İslam Sentezi şahsiyetleri ile bu TSK yapısının arasında bir senkronizasyon bozukluğu riski kaldı mı?

Açıklamalarında Oğan, hızını kesmediği gibi, bundan sonraki asli kuşatmanın HDP yanında nasıl CHP'yi de saracağını, ana muhalefetin oyun alanının nasıl daraltıldığını da anlatıyor:

Maalesef ana muhalefet lideri 100 yıl önceki mandacı zihniyetin taşıyıcısı pozisyonundadır. 16 Nisan itibariyle artık yeni bir süreç başlamıştır. Bu devletin yeniden teşkilatlanma, organize olma sürecidir, yeniden inşa sürecidir. Bunu engellemeye de hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.

Siyasi tarih bunu şöyle yazacaktır: "Türkiye Cumhuriyetinin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk, kurucu partisi CHP'dir. İkinci kuruluş, Türkiye'nin tam bağımsız, halkın devleti olarak dizayn edildiği, kurumsal yapıya kavuştuğu sürecin lideri de Tayyip Erdoğan ve onun yanında saf tutan siyasi liderlerdir. Ve o kuruluşun partisi de AK Parti'dir".

Kimse bizim vatanseverliğimizi test etmeye kalkışmasın. 15 Temmuz gecesi tanklar havalimanını kuşattığında halkla beraber direnmek varken kaçıp giden CHP liderini sorgulayın."

İşte böyle.

Geçen yıl 16 Temmuz'da Ankara'da 'derin AKP' içinde alınan kararla darbenin bütün sorumluluğunun Gülencilere yüklenmesi kararının alınması ardından (bunun için Rasim Ozan Kütahyalı'nın yazılarını öneririm), muhalefet içindeki garez kabartılarak bir 'FETÖ korosu'na dönüştürüldü mü?

Netice?

Bu toplu papağanlık, diyelim haklı ve anlamlıydı, bir yıl aradan geçtikten sonra, nasıl bir muhalefet güçlenmesine yardımcı oldu?

Oğan tane tane anlatıyor.

Sosyal medyada Oğan'ın çizdiği  'yeni devlet' inşasıyla ilgili rastladığım bir tweet, belki de Türkiye'nin hazan mevsiminin en yalın tasviridir:

'Beyaz Türkler, günde 4444 kez FETÖ sakızı çiğneyerek buna engel olabilirsiniz, ha gayret!

'Kahrolsun İstibdat, Yaşasın Hürriyet', durumu eksik tanımlayan içeriğini bir yana bırakın, altı tamamen boş bir slogandan ibaret bugün.

Böyle bağıranlar, acaba İstibdat dönemini ne kadar biliyorlar?

Mesela Çırağan Baskını'nı?

Wikipedia'ya girmek yasak ama, ben kopyaladım, gerisini başka kaynaklardan okuyabilirsiniz.

''20 mayıs 1878'de, Padişah II. Abdülhamit'in karşıtlarından Ali Suavi ve beraberindeki 150 kadar kişi teknelerle Çırağan Sarayı'na çıkartma yaptı ve sarayın muhafızlarını etkisiz hâle getirdi. Asiler, V. Murad'ın tutulduğu bölmeye ulaştılar, ancak akli dengesi yerinde olmayan V. Murad korkuya kapıldı ve asilerle gitmeyi reddetti. Ali Suavi eski padişahı ikna edemedi. Bu arada, saraya yetişerek olaya müdahele eden Beşiktaş Muhafızı Yedisekiz Hasan Paşa komutasındaki askerler asilerden 60'ını öldürdüler. Hasan Paşa, kalın bir sopayla başına vurarak Ali Suavi'yi öldürdü ve bu başarısız ihtilâl girişimini bastırdı.''

Ali Suavi FETÖ'cü müydü acaba?

Herhangi bir kaynakta rastlamadım, ama bu eğitim sisteminde pek yakında 15 Temmuz'un ucu da buraya bağlanabilir. Buna 'tabii ki' demeye hazır AKP ötesine epey taşmış bir kitle var çünkü.

İstibdat telaffuzu yapanlar, acaba Abdülhamit'e muhalefetin nasıl pek çok noktada birbiriyle istişare ederek, muhalefet asgari müştereğinde birbirine tutunarak, taktik anlaşmalarla rejimin altını oyduğunun, yani esas odak noktasının muhalefet ittifakı olduğunun farkında mıdırlar?

Kızıl Sultan'ın yıkılmasından sonra, Mahmut Şevket Paşa suikastinin bir başka dikta rejiminin inşası için ne kadar kullanışlı olduğunu, o dönemi okuyarak anlamak gerekmez mi?

Tarihi anlamayan bir muhalefet, şimdiden faşizme dönüşmüş olan, haydi faşizm demeye çekiniliyor; dört başı mamur bir 'mobokrasi' haline bürünen bu yönetime karşı alternatif oluşturamaz.

Adalet Yürüyüşü bittiğinde biraz beklemiş ve 'saman alevi mi?' sorusunu sormuştum. Tespit veya iddia değildi. Ve şimdi bu sorunun cevabını alıyoruz: Gerisi gelmiyor, gelemiyor, gelecek gibi de görünmüyor.

Siyasette muhalefet, hele ana muhalefet, sabah 9'da açılan, 17'de kapanan bir arzuhal veya avukat bürosu değildir. 24 saat sokakta, insanların arasında olacaksınız. Vapurda simitçi mi dövüldü, çocuk yaştakiler insanlık dışı yerlerde mi çalışıtırılıyor, kadınlara taciz (çellist kız vakasında olduğu gibi) resmi boyutlara mı vardı, işsizlik tırmanıyor mu... Madem muhalefeti seçtiniz ve insanlara hayal iddiasındasınız, o zaman karşılığını verecekseniz.

450 km yürüyüp kenara çekilmekle, Diyarbakır'da demokratik hak kullanan diğer muhalefete utangaç bakış atmakla, tatile gitmekle olmaz bu işler.

İktidar yolun sonuna geldiyse, diyelim doğru, halk o yolun sonunda ne bulacak?

Bu enkazı, biriken bu devasa çöp yığınını nasıl temizleyeceksiniz?

Belki de Ertuğrul Günay'ın yerinde tespitleriyle noktalamak gerekir:

''Gerçekten ana muhalefet partisi, uzunca bir süredir ülkede yaşanan olayları anlamakta ve tanımlamakta zorluk çekiyor. Bu zorluk nedeniyle de, sonuçta olaylara, -kamuoyunu yönlendirmekte, algıyı yönetmekte çok daha başarılı olan- iktidarın gözü ve tanısıyla bakmaya başlıyor. Bu bakış açısı, yüzeydeki bütün karşıtlığa rağmen, muhalefeti derinde bir yerde, zihin altında iktidarın ideolojik hegemonyasına mahkum ediyor.''

...

''En vahimi, ana muhalefet, kendi terim ve kavramlarıyla değil, iktidarın terim ve kavramlarıyla konuşuyor.

İktidar, karşıtlarıyla ilgili gergin, önyargılı, ötekileştirici, suçlayıcı tanımlar ve tarifler yapıyor, kendince bir dil üretiyor. Algı yönetiminde başarılı.

Muhalefet de buna karşılık iktidarın yargılarını ters yüz eden yeni bir dil üretemiyor; onun kavram ve tanımlarıyla konuşuyor. Bu söylem, bütün yıpranmışlığına karşın, iktidarın düşünsel hegemonyasını sürdürmesine, fikren ve fiilen ayakta durmasına yardım ediyor.

Oysa, ön yargıları yıkan yenilikçi ve cesaretli bir yeni söylemin hangi tabuları yıktığının ve hangi sonuçları aldığının, çok uzaklara gitmeye gerek yok, ana muhalefetin yakın tarihinde somut ve başarılı örnekleri var.

Belki çok konuşmak yerine, biraz tarih okumak gerekiyor.''

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yavuz Baydar Arşivi