Ceren Gündoğan

Ceren Gündoğan

Sanki Her Şey Biraz Felaket

Umut Subaşı’nın ilk uzun metraj filmi Sanki Her Şey Biraz Felaket, ülkenin gidişatıyla bireylerin yol haritasının doğru orantılı, ilintili, iç içe olduğunu, kendine has, sakin, üzerinde düşündürten bir mizahla gösteriyor.

“Benim derdimin içinde başkalarının acısı yok mu sanıyorsun?”

Umut Subaşı’nın ilk gösterimini Rotterdam Film Festivali’nde yapan, Adana, Ayvalık, Ankara ve İstanbul Film Festivalleri’nden ödüller alan ilk uzun metraj filmi Sanki Her Şey Biraz Felaket’in dört karakterinden biri, üniversite öğrencisi Zeynep söylüyor baştaki cümleyi. Tümden kahırlı bir sarmalın döngüsünde, ülkenin gidişatıyla bireylerin yol haritasının doğru orantılı, ilintili, iç içe olduğunu, kendine has, sakin, üzerinde düşündürten bir mizahla gösteriyor film.

Adorno’nun “bireysel yazgıyla toplumsal yazgı iç içe geçer” sözünün filmi izlerken zihnimde sık sık belirmesi de bundan.

İstanbul’da yaşayan, birbirinden ayrı hedeflere sahip dört gencin benzer umutsuzlukları, doğrudan günümüzde geçen film yoluyla hem toplumsal tarihe düşülmüş bir not hem de yenilikçi kurgusuyla Türkiye sinemasına önemli bir katkı.

Umut Subaşı’nın yazıp yönettiği doksan dakikalık filmde, üniversite öğrencisi Zeynep (Melisa Bostancıoğlu), rehberi konumundaki ev arkadaşı Ayşe (Melis Sevinç), mühendis Mehmet (Mert Can Sevimli) ve Mehmet’in çocukluk arkadaşı, iş arayışındaki Ali (İbrahim Arıcı)… Dört gencin rastlantılar yoluyla birbiriyle kesişen hikâyelerinde politik/ekonomik atmosferin götürülerini göstergelerle ve karakterler üzerindeki etkisiyle görüyoruz.

Kendisini yurtdışındaki hayatına hazırlarken havaya girip garsonla İngilizce konuşan Ayşe, filmin psikolojik katmanı en çok işlenmiş karakteri kanımca. İkiz kardeşi Lina’yı bize şöyle bir gösteren yönetmen, Ayşe’nin kafede tanıştığı Mehmet’e kendisini neden Lina olarak tanıttığının da ipucunu vermiş oluyor.

Mehmet, evli olduğu Seda ile orta-üst sınıf yaşantısını sürdüren, çalıştığını söylese de babalarının işlerinin başına geçen abisinden aldığı parayla geçinen, , göçmenlere bakışta içselleşmiş bir ırkçılığı normalleştiren, evliliğinde mutsuz bir adam. Afganistanlı Lina ile tanıştığı andaki ataklığı ve sonrasında Lina’nın Türkiyeli Ayşe olduğunu anladıktan sonra Ayşe’yle ısrarla İngilizce konuşmayı sürdürmek istemesi mizahın zirvesiydi diyebilirim.

AYNILAR AYNI YERE…

Mehmet ve Ayşe kendi yalanlarına kapılmış giderken astroloji yorumlarından duyduğu rakamlarla loto oynamaya giden Zeynep de Ali ile tanışır. Mehmet ve Ayşe’nin cüretkâr yalanlarının karşısında Ali ile Zeynep’in hile bilmez, dayanışmacı arkadaşlıkları tatlı bir karşıtlık oluşturuyor. Mehmet’in abisi açıktan bir temsiliyetle muhafazakâr, devletten ihaleler alan, eli kolu uzun, gör beni göreyim seni tarzında bir kimse. Ali’nin işe girmesi için aracılık ettiği kişi adına Ali’den on bin lira istemesi ve bizim de bu paranın yolculuğunu seyretmemiz başka bir komedi.

Türkiye’de özellikle genç insanların gelecek kaygılarını sorgulayan bir film yapmış Umut Subaşı. Filmin önemli başarılarından biri, bence politik baskının, ekonomik çıkmazın nedenlerini açıktan dillendirmeyerek açıkça gösterebilmesi. Yani sağ elle sol kulağı tutabilme hünerinde.

Kişisel karizmaların yerle bir olduğu, yapmam denen şeylerin yapılmak durumunda kalındığı (Ayşe’nin yurtdışına gidebilmek için kadın mehter takımı giysileri içinde enstrüman çalmaya çalışması gibi…) adeta kendine rezil olmak duygusuyla mutsuz ve umutsuz insanların filmi, Sanki Her Şey Biraz Felaket…

Anne baba evinde ailesiyle yaşayan Ali’nin Zeynep’le dertleşmelerinde söyledikleri Türkiyeli genç bireylerin açmazına dair önemli bir saptama; “senelerdir bir baltaya sap olamadım, benim suçum mu bu onu da bilmiyorum gerçi…”

Sanki yaşam bir yerlerde yaşanıp gitmekte ve bu insanlar hayalleri, umutları canlıyken gündelik yaşamın halledemedikleri dertleriyle bu hayallerin tam zıddı yerlerde konumlanmış gibi.

Filmin sanat yönetimi, mekân seçimi, kostüm tasarımları (Ece Kıltaç) gerçekle paralel, inandırıcı bir duygu veriyor. Filmin kurgusunu da yapan yönetmen, karakterlerin kendi başlarına kaldıklarında katıla katıla ağladıkları anların duygusunu neşeli bir müzikle kırmış. Anlıyoruz ki, dert büyükse de yönetmenin amacı seyirciyi ağlatmak değil. Zeynep’in ülke gündeminde olanları telefonuna ses kaydı olarak geçirdiği politik günce ile düşünürsek, film bize “bu sadece senin sorunun değil ve senin suçun da değil” diyor olabilir.

İronisi, mizahıyla mutsuzluğun altında bir yerlerde kalmış bir umudun da habercisi, Sanki Her Şey Biraz Felaket. Şimdilerde gün yüzüne pek çıkmasa da onun var olduğunu biliyoruz. Tıpkı filmin yapılabilmiş olmasının verdiği umut gibi…


Ceren Gündoğan: 1983 İstanbul doğumlu. İBBŞT TAL'de ve Akademi İstanbul Tiyatro bölümlerinde oyunculuk, Kocaeli Üniversitesi GSF/ Sahne Sanatları Dramatik Yazarlık bölümlerinde öğrenim gördü. İstanbul Devlet Tiyatroları’nda oyuncu ve reji asistanlığı, Asis Yapım'da proje tasarım asistanlığı ile dizi ve belgesel senaristliği yaptı. İlk romanı Yaralı Rüzgâr, 2022 Mayıs ayında Eksik Parça Yayınları etiketiyle yayınlandı. Artı TV'de Artı Sahne programı sürdürüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ceren Gündoğan Arşivi