Seçimden öte bir mesele olarak demokrasi: Kavram ve kapsam meselesi
Karar süreçleri ve erk/güç ilişkileri bağlamında demokrasi tarihi tartışmalarında merkezden atanmış yerel kurumlar/yöneticiler ve seçilmiş yerel yönetimler, yürütme çerçevesinde resmin tamamının anlaşılması için dikkate alınması gereken unsurlardır.
İllüstrasyon:Bonil
Uzun zamandır bu köşede sürdürdüğüm Osmanlı ve Türkiye demokrasi tarihi tartışmalarında çok önemli bulduum ve daha önce birçok yazıda ele aldığım eşitliksizler denklik fobisi (egalofobi) Türkiye tipi kast sistemi sorunsalı, geceye evirilen altı demokrasi şafağı hakkındaki son yazılarımda arka planda kaldı.
Süreçle ilgili bazı genel gözlem ve tespitleri tartışırken, demokrasiyi daha ziyade anayasa ve meclis ile sınırlı olarak ele aldım, ancak yukarıda sözünü ettiğim genel bir arkaplan üzerinde bu tartışmayı yaptığımı belirtmek isterim.
Bu yazıda ise son-not olarak, yine başa dönerek önemli uyarıyı tekrarlamak istiyorum: Demokrasi tarihi elbette anayasal ve parlamenter tarihle sınırlı tartışılamaz .
Son zamanlarda daha çok karşımız çıkan bu minvalde sınırlama ve özellikle demokrasiyi meclis ve seçimle özdeşleştirmenin yarattığı mühim sorunları tartışmayı başka mecralara bırakıyorum.
Ancak konuyu bu yazıyla kapatırken, genel demokrasi tartışmalarının daha geniş sınırları ile bu bağlamda demokrasinin kapsamı veya içeriği hakkında birkaç ekleme veya hatırlatma yararlı olacaktır.
KUVVETLER AYRIMI TARTIŞMASI BAĞLAMINDA DEMOKRASİ
Öncelikle, hukukun üstünlüğü (rule of law) temeli üzerine kurulmuş kuvvetler ayrılığı (separation of powers) sorunsalını dikkate alan bir demokrasi tartışması, resmin tamamını görmeye biraz daha yaklaştıracaktır bizi. Bu konudaki tartışmalarda, yasama, yürütme ve yargının yanı sıra, yirminci yüzyılda giderek daha çok öne çıkarılan dördüncü kuvvet olarak basın da hesaba katıldığında, geniş kapsamı kavrama konusunda önemli bir adım atmış oluruz.
Modern Osmanlı ve Türkiye özelinde bu analize beşinci kuvvet olarak ordunun da eklenmesi gerektiğini söylemek mümkündür. Elbette, karar süreçlerine katıldığı veya -katılma potansiyeli olduğu ölçüde ordunun kuvveti, demokrasinin gelişmişliği ve gücüyle ter orantılıdır. Ancak demokrasi tarihinde sadece darbeler aracılığıyla parlamenter anayasal rejime ara vermesi nedeniyle değil, ‘normal’ zamanlarda rejim üzerindeki vesayet ve hatta devlet politikalarını doğrudan belirleme rolü nedeniyle de dikkate alınmalıdır.
Günümüzde maalesef uzaklaşılan, radikal, katılımcı, müzakereci v. demokrasi tartışmaları yakın zamanlara kadar en öne çıkan altıncı kuvvet olarak sivil toplum aktörleri (kişi ve kurumlar) de ihmal edilmemelidir.
Son olarak, hakkında çok çalışma yapılmış olmakla birlikte, kuvvetler ayrımı sorunsalında bağımsız bir kuvvet olarak ele alınmayan, ancak yasama ve özellikle seçilmiş yürütmeyle karmaşık ilişki içinde olan (yargı ve ordu dışındaki) yüksek bürokrasinin de farklı bir kuvvet olarak kuvvetler ayrımı denklemindeki yeri de önemlidir.
Kuvvetler ayrımı veya birliği tartışmalarında, yerel güçlerin/yönetimlerin rolü de ihmal edilmiş bir başka konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kendi başlarına çok sayıda çalışmanın konusu olan merkezkaç güçler olarak yerel elit/ayan, yerel bürokrasi (valilik ve kaymakamlık çatısı altındaki birimler) ve özellikle yerel yönetimler (seçilmiş başkanlıklar ve meclisler ile en altta muhtarlıklar), maalesef kuvvetler ayrılığı veya birliği tartışmalarında yeterince hesaba katılmamaktadır.
Oysa karar süreçleri ve erk/güç ilişkileri bağlamında demokrasi tarihi tartışmalarında atanmış yerel kurumlar ve seçilmiş yerel yönetimler, yürütme çerçevesinde resmin tamamının anlaşılması için dikkate alınması gereken unsurlardır.
Osmanlı ve Türkiye demokrasi tarihi bağlamında kuvvetler ayrılığını tartışırken, Batı için yaygın olarak kullanılan yürütme-yargı-yasama şablonunu aşarak, demokrasinin temel sorunlarından fren ve denge mekanizması (checks and balances) meselesini yerel özgünlüğüyle ele almak gerekir.
BÜTÜNCÜL DİYALEKTİK YAKLAŞIM VE EŞİT(SİZ)LİKLER MESELESİ
Ayrıca, önceki yazılarda sözünü ettiğim kesişimsellik ve diyalektik bütüncül yaklaşım ile eşitliksizlikler/hiyerarşiler haritası çerçevesinde bu tartışmanın yapılması, devasalığı ve karmaşıklığı ile demokrasi resmini daha iyi okumamızı ve anlamamızı kolaylaştıracaktır: Sınıf, toplumsal cinsiyet, kolektif kimlik, dağ-ova, şehir-kır ve küresel Doğu-Batı veya küresel Güney-Kuzey düzleminde eşit(siz)likler ve güç ilişkileri, demokrasi tarihinde önemli göstergeler olarak kullanılmalıdır.
HALKIN İKTİDARI OLARAK DEMOKRASİ
Son bir hatırlatma da kavramsal çerçeveyle ilgili olacak.
Demokrasi kavramının halk anlamına gelen demos ile güç, kudret, iktidar ve yönetim anlamına gelen kratos sözcüklerinin birleşmesinden oluştuğu, konuyla ilgili her metnin başında ifade edilir.
Ancak genellikle bundan hemen sonra demokrasi tartışmaları kratos, yani karar süreçlerinde güç ve erk ilişkileri ve buna bağlı olarak yönetim ve iktidar bağlamında yapılır.
Oysa sorunsalın temelini oluşturan ve yakından bakıldığında oldukça karmaşık ve sofistike bir kavram olduğu anlaşılacak olan demos, en az kratos kadar önemli olmasına rağmen, eleştirel bir yaklaşımla tartışılmadan, muğlak bırakılmakta ve çoğu zaman keyfi olarak kullanılmaktadır.
Demos bağlamında kavramsal çerçevenin üç boyutu söz konusudur.
Birinci boyut, demos kavramının (herkes için değişebilen ve teorik tartışmalarda önem verilse bile pratikte pek sorgulanmayan) anlamını ve içeriğini sorguladığımızda, modern döneme ait diğer birçok kavramla ihmal edilen ilişkisidir: Halk, cumhur, ulus, toplum (society/sosyal), ulus/millet ve populus.
İkinci boyut ise, demokrasiden tamamen bağımsız ve farklı olgularmış gibi tartışılan yönetim/rejim ve genelde siyasetle ilgili diğer kavramlar arasındaki ilişkidir: Cumhuriyet, sosyalizm ve ulus(al) devlet.
Üçüncü boyut ise, ikinci boyutla yakından ilgili ideolojiler arasındaki ilişkidir: Cumhuriyetçilik, toplumculuk/sosyalizm ve ulusçuluk/milliyetçilik.
Ayrıca aynı bağlamda ele alınması gereken iki ideoloji olarak popülizm ve halkçılık da (kavramların keyfi veya özensiz kullanımı sorgulanarak) bu tartışmanın kaçınılmaz parçasını oluştururlar.
ynı olguyla ilgili farklı kavramsallaştırmanın getirdiği engin literatür ve bilgi birikimini önümüze koyan münferit tartışmaların, bütüncül bir yaklaşımla yapılması da hayati önem taşımaktadır.
Bu bağlamda, modern aydının veya yeniden ica olarak demosu
Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme.