Alp Altınörs
Seçimlerin beklenmedik sonuçları
14-28 Mayıs seçimleri, pek çok açıdan genel beklentilerin aksine sonuçlar verdi. Bu çapraşık durum, Türkiye’nin içinde bulunduğu çoklu siyasal ve iktisadi krizler ortamının bir sonucu olarak görülebilir.
Belki bu bağlamda ilk söylenebilecek olan, bir dönem daha iktidarda kalması beklenmeyen Erdoğan’ın devletin cebri gücüne dayanarak da iktidara tutunmayı başarmasıdır. Dipten gelen bir dalga halinde yükselen ’değişim’ talebinin karşısında Erdoğan, bürokratik-otoriter bir devlet kampanyasıyla, özellikle Anadolu’nun taşrasında, deprem bölgesinde, Karadeniz ve İç Anadolu’da muhalefete nefes alanı bırakmayarak, HDP kapatma davası ve Kobani-Kumpas davası gibi hamlelerle yargı eliyle siyaseti dizayn ederek, devletin (silahlı kuvvetler, polis ve jandarma dahil) tüm güçlerini ve kamu maliyesinin bütün imkanlarını seferber ederek, seçimleri önde bitirdi.
Neticede seçimi kazanan bir siyasi parti değil, Erdoğan’la ittifak halindeki MİT’iyle, Genelkurmay’ıyla devletin tepe bürokrasisi oldu. Erdoğan Türkiye’ye özgü Alevi, Sünni, laik, İslamcı, Türk-Kürt toplumsal çelişkilerini son sınırına kadar zorlayıp gererek, bu gerilimi de Kılıçdaroğlu’nun üzerine boca ederek istediği sonucu elde etti.
MEHMET ŞİMŞEK GÜNAH KEÇİSİ OLACAK
Ancak bu galibiyetle birlikte, belki bu tarihte ilk kez, bir iktidar kendi kendisine ekonomide ‘enkaz devretmiş’ oldu. Seçim meydanlarında ’faiz asla yükselmeyecek, hatta daha da düşecek’ vaadiyle seçmenden oy isteyen Erdoğan, seçimlerin hemen ardından, faizleri yükseltecek bir ekibi maliyenin başına getirdi. Faizleri artırma kararı Erdoğan’a aittir; ama seçmen nezdinde günah keçisi olarak Mehmet Şimşek ve Gaye Erkan gösterilecektir. Tıpkı Eylül 2021’den beri sürdürülen suni biçimde düşük (hatta bedava) faiz politikası gibi, bu yeni politikanın da en ağır bedelini emekçi halk ödeyecektir. Bu kez, faizlerin artmasıyla ekonomide genel bir durgunluk, kesat oluşacak ve işsizlik artacaktır.
Kimi liberal iktisatçıların “Mehmet Şimşek’e destek olalım” çağrıları, aslında Erdoğan’ın kendisini maskelemesine destek vermek anlamına gelir. ”Geldi Tayyip, gitti nasip” duygusunun kitlelerde oluşmaması için öne sürülen iki figür, ona olmadık bir rol biçmektir.
HDP AKTİF SİYASİ VARLIGINI ASKIYA ALDI
Bu seçimlerin bir diğer beklenmedik sonucu, iktidara yerleşmeyi bekleyen, hatta bakanlıkları daha seçim öncesinden paylaşmaya başlayan altılı burjuva muhalefetinin, seçimleri kaybedince hızla dağılmasıdır. Millet ittifakı sona ermiş, hatta mecliste Kılıçdaroğlu’nun önceki veya bu seçimdeki desteğiyle yer bulmuş İyi Parti, Deva, Gelecek, Saadet partileri CHP’yle mesafeyi açmanın derdine düşmüştür. Kılıçdaroğlu, Kürt halkından aldığı paha biçilmez desteğe rağmen, bizzat ördüğü ittifakın kurbanı olmuştur.
Bu seçimlerin bir diğer önemli sonucu, HDP’nin aktif siyasi varlığının, seçimlere ’Yeşil-Sol Parti’ çatısı altında katılma kararının bir sonucu olarak askıya alınmasıdır. Kamusal alanda HDP’yi temsil eden figürlerden Selahattin Demirtaş’ın “aktif siyaseti bırakması” da bu durumun bir diğer ayağıdır.
2020 Eylül’ünden bu yana sürekli medya terörüne ve sosyal medya linçine maruz bırakılan, Kobani-Kumpas Davasıyla yöneticileri hapsedilen , Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davası seçim döneminde dahi sürdürülen HDP, bu üç yıllık meşruiyet mücadelesini 14 Mayıs seçimlerine katılarak taçlandırabilirdi. Bu seçim listelerini YSK’ye verildikten sonra olası bir kapatma riskini göze almak anlamına gelecekti. Oysa, HDP, daha ‘sağlam’ ve ‘güvenceli’ olan yolu seçerek, seçime katılmaya karar verdi. Tabii ki bu denli zorbalık altındaki bir partiyi kimse, güvenceli yolu seçtiği için suçlayamaz. Ama sağlamcı ve güvenceli yolu seçerek atılım yapmak mümkün olmayacaktı. Nitekim, HDP’nin yaşadığı oy kayıplarının önemli bir kısmının seçime bir ay kala yapılan bu isim değişikliğiyle ilgili olduğunu düşünüyorum.
Bu karar, hem 3 yıllık bir meşruluk mücadelesinin manevi kapsayıcılığının sandıklara yansımasını engelledi, hem HDP’nin sandık kurullarına üye vermesini engelleyerek, sandık güvenliğini zayıflattı, hem de Yeşil Sol Parti’nin tanınmaması önemli oy kayıpLara sebep oldu.
İTTİFAKIN NESNEL TEMELİ ZAYIFLADI
Bu arada, seçim döneminde yaşanan son derece talihsiz YSP-TİP tartışmalarının her iki tarafa, ama özellikle de YSP’ye oy kaybettirdiğini, geçmiş seçimlerde HDP’ye oy vermiş insanları başka tercihlere doğru uzaklaştırdığını da belirtebiliriz. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın oy pusulasında mevcut parçalı biçimiyle yer alışının ittifaka birçok milletvekilliği kaybettirdiği de gözlemlenebilir bir olgudur.
Bu seçimlerin gösterdiği bir diğer politik sonuç, seçim barajının yüzde 7’ye indirilmesiyle, Kürt ulusal demokratik siyaseti, mecliste temsil için ittifaklara ihtiyaç duymayacak bir aşamaya gelmiştir. Böylece 2015 seçimlerinde başlayan, Türkiye demokrasi güçleriyle Kürt ulusal hareketi arasında, HDP’nin yüzde 10 barajını aşması temelinde ortaya çıkan birlikteliğin nesnel zeminin zayıfladığını görüyoruz. Herhalde AKP-MHP de yeni seçim yasasında barajı yüzde 7’ye düşürürken gözettikleri bir amaç da HDP’nin Batı illerinden aldığı dayanışma oylarını azaltmaktı. Hakikaten de geçmişte HDP’ye verilen, ‘baraj oyu’ diyebileceğimiz destek oyları bu seçimde CHP’ye kaymış görünmektedir. Ki bu durumda (örneğin, Ankara’da) YSP’nin yaşadığı oy kaybının önemli bir sebebini bu oluşturmaktadır.
Bu yeni durum, Kürt siyasal hareketinin karşısına ki seçenek çıkartmaktadır: İlk seçenek, HDP’nin her dönem üstlendiği ama son dönemde pek de hakkını veremediği ’evrensel özgürleştirici’ rolü yeniden ve yeni koşullarda inşa etmek üzere Türkiye demokratik ve sosyalist güçleriyle yeni bir ortaklaşmaya gitmesi.
İkinci seçenek ise, Kürt ulusal ve bölgesel temsilini esas alan bir zemine doğru çekilmek… Bu tercih, sonuçları itibariyle, Türkiye siyasal ortamı üzerinde çok derin etkilerde bulunacaktır.
Alp Altınörs: Çevirmen, yazar, siyasal iktisatçı, düşünce işçisi. İngilizce, İspanyolca ve Rusça dillerinden çeviriler yapmakta ve bu dillerde araştırmalar yürütmektedir. "İmkânsız Sermaye- 21. Yüzyılda Kapitalizm, Sosyalizm ve Toplum" adlı kitabın yazarıdır. Uluslararası siyasal iktisat, uluslararası ilişkiler, filoloji ve tarih disiplinlerinde; SSCB, Çin Halk Cumhuriyeti ve Osmanlı İmparatorluğu tarihi, sosyalizmin sorunları ve 19. Yüzyıl Rus edebiyatı üzerine pek çok makalesi ve çevirisi bulunmaktadır. TED Ankara Koleji Lisesi'ni ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirmiştir. 2008 yılında İstanbul'da kurulan Nazım Hikmet Marksist Bilimler Akademisi'nin koordinatörlüğünü yürütmüş siyasal iktisat dersleri vermiştir. 2014-2016 yıllarında HDP Merkez Yürütme Kurulu'nda yer almıştır