Sedat Ergin'in eksik ve yanıltıcı darbe değerlendirmesi

Değerli meslektaşım Ergin'in ‘Gülencilerin Hiç Mi Kabahati Yok?' başlıklı yazısında tartışmaya açık, düzeltilmeye muhtaç bulduğum bazı noktalar…

 Yavuz BAYDAR

Türkiye'nin makus talihine çok sert bir sille vurmuş olan 15 Temmuz darbe girişiminin üzerindeki soru işaretlerini kaldırmak, bu kanlı ve ölümcül girişimin arka planını aydınlatmak, biz gazetecilerin boyun borcu.

Evet, biliyorum, Türkiye'ye hakim olan ‘Erdoğan marka AKP hikayesi' hepimizi çok yordu, neredeyse sürmenaj noktasına getirdi, ama oldum olası gerçeklere erişimden mahrum edilen halkımıza karşı böyle bir sorumluluğumuz var. Biz derken, tabii ki, gözü siyasi misyonerlikle, aktivizmle, yalan yayma hırsı, önyargı ve intikamcılıkla kararmamış dürüst gazetecileri kastediyorum.

Neden böyle bir sorumluluk? derseniz, yargının onyıllardır iyice politize olmuş halini, iktidarlar tarafından kirli amaçlar uğruna tepe tepe kullanılmasını, bir türlü ‘adalet dağıtır' hale gelmemesini hatırlatmak isterim.

Bunu, hiçbiri sonuçlanmayan faili meçhul cinayetlerde, KCK gibi kitlesel davalarda, Ergenekon ve Balyoz gibi kilit süreçlerde iyice tecrübe ettik.

Yargı kendi içindeki çürümeyi halledemedi, buna izin verilmedi ve bu yüzden de biz, en azından bir avuç gazeteci, elden geldiğince gerçeğe ulaşmaya çalışmak zorundayız.

15 Temmuz'u doğru anlarsak, başka pek çok sorunun cevabını  da yerli yerine koyacağız.

Hep bunu yazıyorum, 17 Temmuz 2016'dan bu yana.

Ne yazık ki, Türkiye'yi saran kitlesel hipnoz ve kollektif ‘yargısız infaz etme' cinneti nedeniyle, 15 Temmuz hala muamma, ortada paylaşılmış somut deliller yok, TBMM Komisyonu hiçbir kilit tanığı dinleyemeden dağıtıldı, ve ancak şimdi, o da bazı dış haber kaynakları altını deştikçe, biz bu konuyu inceleme imkanı buluyoruz.

Bu vesilelerden biri, İngiltere Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu‘nun kapsamlı raporuydu. Bu metni daha ilk günden Artı Gerçek'te önce Koray Düzgören ardından ben okuyarak ana hatlarıyla ele aldık. Türkiye medyası artık ‘kirli kültür'e dönüşen otosansür ve korku nedeniyle o yana hiç bakmadı, raporun iyi kötü kısmi tercümesiyle haber olarak yayınlanması bile dört-beş gün aldı.

Oysa gözden kaçmayacak bir metindi bu, ve sıkı Saray yandaşı kimi yorumcular, yayınlanması ardından yerlerinde hopladılar.

Ve şaşırtıcı biçimde, raporun kimi bulgularına zımni onay bile verdiler.

Beni asıl düşündüren, değerli meslektaşım Sedat Ergin'in geçtiğimiz günlerde raporun ‘eksik ve eğik okumasına' dayalı yazısı oldu.

Kişisel görüş elbette özneldir, ama bu raporun niteliği ve içeriği, incelediği hadisenin çapı, etki alanı ve mahiyeti, ancak bir yere kadar öznellik kaldırıyor.

‘Gülencilerin Hiç Mi Kabahati Yok?' başlıklı bu yazıda tartışmaya açık, düzeltilmeye muhtaç bulduğum bazı noktaları ele almak istiyorum:

"Avam Kamarası raporu, cemaatin kimliği, geçmişteki icraatı, polis, yargı ve ordu gibi kurumlara ne derinlikte nüfuz edebildiği gibi başlıklarda ciddi derecede zayıf bir metin olarak dikkat çekiyor. Raporu hazırlayanların 15 Temmuz’a giden süreçte cemaatin Balyoz ve Ergenekon gibi davalar üzerinden yaptığı hamleleri de tam olarak kavradıkları söylenemez" diye giriyor yazıya Ergin.

Yorum:

Metnin zayıflığını iddia edebilmek için, TSK içinde özellikle 1950'lerden itibaren hangi kimlik ve çıkar gruplarının (mesela Masonlar veya daha nice başkaları) geleneksel olarak yuvalandığı ve etki-çekişme alanı oluşturduğunu bir bütün olarak ele almak gerekir ve ne yazık ki, bu kurum içindeki gruplaşmaların ne ölçüde olduğuna dair bilgi elde edip paylaşacak bir şeffaflık hiçbir zaman olmadı. Kaldı ki, Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda da, genel kanaat o davaların özünün dolu olduğu ise de, esas sorun yargının nasıl konjonktür dayalı ve kademeli olarak Gülenist ve onun karşıtı gruplar tarafından dış müdahalelere açık olduğunun anlaşılmasıdır. Müebbet ve beraat arasında salınan karar gelgitleri, o davaların üzerine sinen ‘ifrat ve tefrit' algısını maalesef kalıcı kılmıştır. Artık açıktır: Türkiye'de adalet algısı problemli ise, bunun sebebi, yargının çürük ve kullanıma açık yapısıdır.

Rapor, büyük bir iddia ile 15 Temmuz’un doğrudan Gülen cemaatinin bir tasarrufu olduğu tezini çürütmeye soyunuyor' diye devam ediyor Ergin.

Ekliyor:

"Rapor, dinlediği tanıklara dayanarak, 15 Temmuz’un arkasında ordu içindeki dört grubun bulunduğunu ileri sürüyor: 1) Fethullah Gülen ve destekçileri, 2) Mustafa Kemal’in ideolojisi adına hareket eden unsurlar, 3) Ayrıcalıklarını ve ordu içindeki konumlarını kaybetmek istemeyen unsurlar ve 4) Üstleri tarafından kandırılarak ya da zorlanarak darbeye katılmaya sevk edilen askerler.  Bu saptamalar, 15 Temmuz’u ordudaki Gülenciler, Atatürkçüler ve ayrıcalıklarını kaybetmek istemeyenlerin bir araya gelip, alt kademeleri de kandırarak 15 Temmuz kalkışmasını birlikte planlayıp birlikte icra ettikleri gibi bir kabule götürüyor ki, bu tezin 15 Temmuz’un bugüne dek açığa çıkmış olan gerçekleriyle örtüştüğünü ileri sürebilmek mümkün değil.

Yorum:

Raporun ‘çürütme' gibi bir amacı olmadığı aşikardır. Çok farklı siyasi kimliklere ait milletvekillerinin işbirliğine dayalı, imzasını taşıyan rapor, kendi imkanları çerçevesinde bir karanlık sürecin rönrgen resmini çekerek gerçeğe ulaşma sürecinde bir katkı özelliği taşıyor. Daha fazla bir iddiası veya gizli niyeti yok. Olsa olsa, İngiltere hükümetini ‘uyarma' amacı taşıyor olabilir.

Ergin'in iddia ettiğinin tam tersine, 15 Temmuz arkasında dört farklı grubun olduğuna dair saptamalar gerçeklerle örtüşüyor.

Örneğin eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, CNNTürk'e verdiği mülakatta darbenin arkasında üç grubun olduğunu söylemişti.

Ayrıca BBC'de yer alan bir araştırma haberde, bazı TSK mensupları da bu gözlemlere katılıyor.

Ergin devam ediyor:

"Rapor, bu haliyle Gülencilerin kalkışmanın planlama ve icrasında oynadıkları belirleyici rolü görmezlikten geliyor. İlginç olan, raporun 15 Temmuz’la ilgili olarak bugüne dek ortaya çıkmış olan delil külliyatına da şüpheci bir şekilde yaklaşması. Gülencilerin suçluluğuna ilişkin delillerin "büyük ölçüde anlatıma, itiraflara dayandığı, ikincil derecede delil olduğu" eleştirel bir tonla ifade ediliyor. Bazı itirafların geçerliliğinin "baskı altında alındıkları" iddiaları nedeniyle tartışmalı hale geldiği de öne sürülüyor.

Gelgelelim, cemaat konusunda raporu hazırlayanların da biraz kafası karışmış. Çünkü "hareketin yapısı ve niyetleri konusunda belirsizlikler bulunduğunu, Gülencilerin bazı ana faaliyetlerinin şeffaf olmadığı, bu durumda faaliyetlerinin tümüyle hayırseverlik amacı taşıdığının teyit edilemeyeceğini" de teslim ediyor komitenin onayladığı rapor. Yine de parlamento komitesi, İngiliz hükümetine Türk hükümetinin darbe ve Gülenciler konusundaki tezlerine itibar ettiği için eleştiriler de yöneltiyor. Burada ilginç bir nokta, Avrupa’dan Sorumlu Devlet Bakanı Alan Duncan’ın Gülencilerin "devlet içinde devlet olduğu" tezini komite önünde kabul ettiğine ilişkin beyanıdır."

Yorum: Raporu hazırlayanların ‘kafasının karışmasından' daha doğal bir şey yok. Çünkü onlar bir mahkeme kararı hazırlamıyorlar, bir dizi tespitin dökümünü yapıyorlar ve bu ‘kafa karışıklığı' ile izah edilebilecek bir şey değil. Raporu hazırlayanlar, Kkendilerine sunulan yazılı veya sözlü malzemeden bazı – kısmen muğlak – başka çıkarsamalara da yer veriyorlar. Bunun ana sebebi raporun atıfta bulunduğu Türkiye Londra Büyükelçiliği cevaplarının da somut veriler sunmakta başarısız olmasıdır. Rapor sonuçları okuyam kişilere bırakıyor, veriler ve gözlemler sunmakla yetiniyor. Duncan'ın ‘devlet içinde devlet' kabulü de raporda kişisel – ve önemli – bir tespit olarak yer alıyor, ama o kadar.

Ergin'in analizini eksik kılan asıl önemli unsur, aynı günlerde ve öncesinde, AKP kanallarından iyi haber alan Cem Küçük ve Rasim Ozan Kütahyalı'nın söyleyip yazdıkları.

Küçük, TV'deki yorumlarında raporun ciddiye alınması gerektiğinin altını çizdi ve darbe girişiminin içindeki ‘karma yapıya' vurgu yaptı.

Kütahyalı ise Sabah'taki bir kaç yazısında konuya bodoslama girmişti ve zaten Küçük'ten de övgü almıştı.

Şimdi onun son birkaç yazısından – şu ana kadar yalanlanmayan – parçaları, Ergin'in yazısına kontrast olarak buraya alalım:

"…15 Temmuz ihanetine FETÖ'cü hainlerin yanında FETÖ-dışındaki generallerden de büyük katılım olduğu yine somut bir bilgidir. Bu gerçeği inkâr eden komik duruma düşer. Devletin tüm birimleri bu bilgiyi teyit etmektedir." (14 Mart 2017)

"Dün de ifade ettiğim gibi 15 Temmuz ihanetine FETÖ'cü hainlerin yanında FETÖ-dışındaki generallerden de büyük katılım olduğu %100 bilimsel gerçektir. Evet, bu darbeciler kendine Atatürkçü ya da Kemalist diyor ama dediğim gibi darbeci darbecidir.

"Fetullahçılar, terfi stratejisi açısından önlerinde engel kimse hepsinin kellesini almıştır. Bunların içinde milliyetçi-muhafazakâr subaylar da epey vardır. Sol-Kemalist olup kendi terfi stratejilerine engel olmayanlara dokunmamışlardır. Maalesef dokunmadıkları ve kendine Atatürkçü diyen subayların önemli kısmı 15 Temmuz'a katılmıştır…" (15 Mart 2017)

"Bu rapor 15 Temmuz'un Gülenistler- Kemalistler- Kariyeristler ittifakı ile kotarıldığını tespit ediyor… Daha önce 27 Şubat'ta yazmıştım…15 Temmuz'dan 5-6 gün sonra bilinçli bir devlet politikası benimsendi ve milletimizi darbe karşısında bir bütün tutmak için bu ihanetin sadece FETÖ kısmı özellikle vurgulandı ve diğer kısmın üstü örtüldü… Bu esasen çok iyi niyetli ve sağduyulu bir politikaydı çünkü FETÖ-dışı ideolojik unsurlar vurgulansa toplum yeniden ayrışabilirdi. Toplumun tamamı 15 Temmuz sonrası FETÖ'den tiksinir haldeydi. Millet olarak mutabık olduğumuz tek konu bu FETÖ meselesiydi. Devlet de bu birlik tablosunu bilakis güçlendirmek istedi… Fakat bugüne geldiğimizde Türkiye'nin menfaatleri gereği 15 Temmuz'un gerçek fotoğrafını ortaya koymak zorundayız. Türk devlet politikası bu anlamda değişmek zorundadır." (28 Mart 2017)

" 15 Temmuz, omurgasını ve planlamasını şüphesiz Gülenistlerin yaptığı bir darbedir. Fakat darbecilerin önemli bir kısmı ve özellikle üst tabakanın çoğunluğu biyografik istihbarat açısından incelendiğinde Fetullahçı asla değildir. Artık bu konuda ülke olarak kendimizi kandırmayalım. Hem hükümet hem muhalefet bu konuda gerçekçi davranmayarak Batı âlemindeki FETÖ'nün ekmeğine yağ sürüyor…"

"Maalesef 15 Temmuz'a 171 general ve amiral katılmıştır. Bu dehşet bir rakamdır. Ordudaki generaller ve amirallerin yarısıdır. Bunların önemli bir kısmı da FETÖ'cü değildir. İngiliz raporu bu anlamda maalesef haklıdır. Bu darbeciler Recep Tayyip Erdoğan'a düşmanlığın ve 27 Mayıs'tan bugüne süren darbeci zihniyetin etkisiyle bu askeri darbeye katılmışlardır. Şüphesiz ki tüm darbeciler gibi onlar da vatan hainidir…" (29 Mart 2017)

Evet, bunlar da, devlet içinden ta 16 Temmuz'dan bu yana bilgilendirilmiş bir yazarın tespitleri.

Ve benim, Ahmet Şık, Ümit Cizre, Mehmet Yılmaz, Ümit Kıvanç ve Gareth Jenkins'in son birkaç aydır yaptığı tespitlerle (Ergin'inkilerle değil) örtüşüyor.

Ergin yazısına ‘Gülencilerin Hiç Mi Kabahati Yok?' başlığını koymuş idi.

Gülencilerin hiç kabahati olmadığını öne süren, aklı başında tek bir analize rastlamadım bugüne kadar.

Şu ana kadar çıkan tespitlerin hiçbirinin içinde ne ‘Gülenciler tamamen masum' tespiti var – ki darbe koreografisinde açık seçik görünüyorlar –  ne de kimse Gülencilerin darbe için ‘esas düğmeye basanlar' olduğunu düşünüyor.

Bir de şu var:

Eğer 15 Temmuz'a 171 general ve amiral katıldı ise – ki bu rakam Deniz Baykal'ın TBMM'de yaptığı konuşmadaki rakama yakındır – ve bu üst rütbeli subayları çoğu – Kütahyalı'nın dediği gibi – FETÖ'cü değil ise, ve iddia edildiği gibi eğer darbenin başını Gülenistler çekti ise, bu kadro Gülenistler'den o kadar nefret ettiği halde neden onların peşine takılmıştır?

Bunun mantıklı bir açıklaması var mıdır?

Artı Gerçek'te ‘Hukuk Düşmenlığı Yaparak Kimseyi Hiçbir Şeye İkna Edemezsiniz' başlıklı yazımda, İngiltere raporunda yer alan, Gareth Jenkins'e ait bir alıntıya yer vermiştim.

Ergin yazısına bu önemli tespiti neden köşesine almadı, bilmiyorum.

Ben gene de bir kez daha aktarayım ki, altı çizilsin.

Şöyle diyor Jenkins:

‘Ne kadar ilginçtir ki, aylarca süren yoğun sorgulamalara rağmen darbenin nasıl planlandığına ve koordine edildiğine dair hiçbir ikna edici kanıt şu ana kadar açıklanmamıştır. Ve hiçbir şüphe yok ki, böyle kanıtlar olsaydı, Türk makamları bunların kamusal alanda paylaşılmasını mutlaka sağlarlardı.’'

Öyle değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi