ayşe düzkan
sefalet eken!
konuya sonundan gireceğim.
fransa’da sarı yeleklilerin gördüğü muamele, avrupa birliği ile demokrasiyi neredeyse eş anlamlı gören türkiyeli muhaliflerin fikrini değiştirecek mi, acaba? ki belçika da macron’dan geri kalmadı, polis şiddeti konusunda.
ayırca bu güçte eylemler ve bu sertlikte devlet şiddeti savaş öncesi suriye’de ya da herhangi bir zamanda iran’da gerçekleşse, "rejim meşruiyetini kaybetmiştir!" cümlesini ne kadar çok duyardık.
macron, "protesto edebilirler ama yolları kapatamazlar," dedi. tamam da, protestoyla bir sonuç elde edemiyorlar, hatta yolları kapatarak da. başka ne olabilir? göreceğiz. sonuçta insan tek başınayken de, kalabalık olarak da hayattan öğreniyor.
paris, eylemlere ve polis şiddetine aşinadır. sadece 1968’de değil, 2000’lerde de.
2005’te, çoğu afrika kökenli olan gençler birkaç hafta boyunca banliyöleri ayağa kaldırmıştı. o eylemleri ateşleyen, biri 15, diğer ikisi 17 yaşında olan üç çocuğun, polisten kaçmaya çalışırken saklandıkları trafoda, ikisinin ölmesi, birinin de ağır yanıklarla kurtulması oldu. göçmen gençlere yönelik polis şiddetinin ilk örneğini değildi bu. o zaman birçok yazar bu gençlerin üzerinde islami hareketlerin bir etkisinin olmadığını yazdı. ama suriye savaşı sırasında tekfircilere katılan müslüman fransız vatandaşları bu gençlerle benzer profildeydi.
iki yıl önce, 2016’da solcu gençler "gece ayakta/nuit debout" eylemleriyle, yeni çalışma yasasını protesto etmişti. "ayakta" olarak türkçeye çevrilen "debout" enternasyonal marşı’nın ilk kelimesi, "debout les damnés de la terre": dünyanın lanetlileri ayağa kalkın. (aynı marşın türkçede "uyan artık uykudan uyan" diye başlamasının üzerinde düşünmeye değer!)
haber fotoğrafları yanıltıcı olabiliyor. dünyanın farklı yerlerinde, sokakları dolduran, kimisi arabaları ateşe verip bankaları taşlayan, gaza, tazyikli suya maruz kalan insanların görüntüleri birbirine çok benzese de, yola çıktıkları noktalar ve talepleri ayrışıyor. her sokağa dökülme de kelimenin en genel anlamıyla ilerici bir anlam taşımıyor; hemen aklıma ukrayna geliyor. ama insanlar, bir dertleri olmadıkça sokağa böyle kalabalık çıkmıyor.
2005 eylemcileri, göçmenlere yönelik ayrımcılığa karşı çıkıyordu. 2016 eylemcileri gibi sarı yelekliler de neoliberalizmin sonuçlarını protesto ediyor. bu eylemlerin içeriğine ve gelişimine dair, artıgerçek’te çok bilgilendirici bir yazı çıktı. yıllardır paris’te yaşayan mehmet ali ayan’ın kadın eylemlerine de değinen yazısını da öneririm.
eylemlerin üzerinde yükseldiği talepler aslında sol siyasetin ve sendikaların sahip çıkması gereken şeyler; sadece benzin fiyatlarının yükselmesine değil, emekçilerin vergi yükünün arttırılmasına, büyük şirketlere vergi indirimi sağlanmasına ve bir milyon 300 bin euro’nun üzerindeki servetlere konan verginin kaldırılmasına, işten çıkartmayı kolaylaştıran, tazminat hakkını tehlikeye sokan değişiğe, kira yardımlarındaki kesintiye itiraz…
bu eylemlere katılma konusunda sol siyasetin ve sendikaların tereddüt ettiği çünkü yer yer cinsiyetçi, homofobik ve ırkçı söylemler olduğu aktarıldı; her yer böyle değil, çok farklı söylemler de görülüyor. nitekim sol sendikal konfederasyon cgt, 1 aralık için eylem çağrısında bulundu, çağrı metni türkçeye çevrilmiş, "birlikte kazanmak mümkün" diye başlıyor, "bizim yeleklerimiz kızıl olsa da…" ifadesini de gördüm. başlamış, yükselmiş bir hareketle ittifak kurulmaz da ona katılınır gibi geliyor bana ama ta fransa’da böyle tanıdık bir tutum görünce içim ısınmadı değil.
ırkçılık, cinsiyetçilik, transfobi, homofobi, sistemin parçası olan hiyerarşilerin sonucu ortaya çıkan ayrımcılıklar. bunların ideolojik sonucu olan söylemlerle mücadele bazen meydan okuma, bazen teşhir, bazen de iknaya dayanan, çok zorlu ve karmaşık bir mücadele süreci gerektiriyor. ancak ülkenin önemli bir kısmına, taşraya yayılmış, solun örgütlemediği, eleştirel bilincin hâkim olmadığı bir kalkışmada halkın sıradan bilincinin ve egemen ideolojinin, en azından yer yer, belirleyici olması kaçınılmaz. bence esas soru; kitleler sokağa dökülmeden önce bu talepleri dillendirenin ya da bu eylemleri örgütleyenin neden sol ya da en azından sendikalar olmadığı.
ama neoliberalizmin ortaya çıkarttığı yoksulluk fransa’ya özgü değil, dünyanın her yerinde görülüyor. eskinin "refah toplumları" yani başka ülkelerin kaynaklarını yağmalamış olan emperyalistler, eski sömürgeciler belki bunlardan daha az etkileniyor ama etkileniyorlar işte.
küreselleşmenin ilk dönemlerinde sermaye, emeğin ucuz olduğu ülkelere göçerdi, fabrikalar taşınırdı. ama artık emek de göçüyor ve en ucuz emeği her ülkede bulmak mümkün. fransa’da, özellikle kuzey afrikalı göçmenlerin varlığı daha eskiye, sömürgecilik dönemine dayanıyor ama göçe ve işsiz, geleceksiz, güvencesiz, ırkçılığın hedefi göçmenlere her ülkede rastlanıyor, bu insanlar her ülkede o ülke vatandaşlarından daha vahşi koşullarda sömürülüyor.
ama iyi-kötü bir işi, güvencesi, gelecekle ilgili umudu olan fransızların hayatı, yaşama ve çalışma koşulları da macron iktidarı aracılığıyla gelen depremden etkileniyor.
"söylem hiçbir şeydir, hayat her şey" demenin kıyısındayım. mesele bu kadar kaba değil tabii ama haklı sebeplerle sokağa dökülmüş insanların söylemine bakılmaz diye düşünüyorum. kaldı ki bir hareketin sonuçları, içinde yer alanların formasyonundan da, söylemlerinden de çok farklı oluyor.
sarı yeleklilerin bütün parlamenter/resmi politik mekanizmaya uzaklığı dikkate değer; bu sınırlar içindeki siyasetin kitlelerin ihtiyaçlarına yetmediği gerçeğinin bir işareti, bence.
bir sarı yeleğin üstünde, "sefalet eken öfke biçer!" yazıyor. çok doğru. öfkeyle kalkan zararla falan oturmaz ama illa kazançla da oturmuyor. öfkeyi toplumsal dönüşüme yöneltecek olan akıl ve örgütlülük. fransa’da olup biten en çok bunun nasıl sağlanacağı üzerine bir şeyler öğretecek bize.
ama başka kalkışmalarla birlikte düşündüğümde aklıma gelen birkaç şey var. sol siyaset, devrimler tarihine sahip çıkmak ve ayrımcı söylemlere karşı durmaktan ibaret olamaz. küreselleşme ya da herhangi bir tarihsel gelişmenin, emekçiler üzerindeki sonuçlarını hedef almadan, bir sol hareketin kitleselleşmesi, gerçek bir güç haline gelmesi mümkün değil. diğer yandan, kitlesel hareketleri başlatacak olan sol örgütlerin çağrısı olmuyor, o harekete yön vermek için hareketi başlatan halkın içinde, "suda balık" gibi olmak gerekiyor.
ancak, dünyanın her yerinde değil ama pek çok yerinde sol örgütlerin bu momentleri kaçırdığını görüyoruz. geçtiğimiz yirmi yılda dünyanın farklı yerlerinde eşitlik, özgürlük ve adalet talep eden kalkışmalar ortaya çıktı. bunların örgütlenme, eyleme yöntemleri farklı da olsa insanlığın ortak hedeflerini savunuyorlar. derdi tarihsel ve evrensel, ama yürüyüşü yenilenmiş solun bunların içinden çıkacağını düşünüyorum.