Bilmez Hocadan Tarih Tersleri
Sentezci muhafazakarlığın temelleri üzerine son notlar ve popülist otoriterlik
Önceki yazılarda daha çok Namık Kemal odaklı olarak anlatmaya çalıştığım, Türkiye’de demokrasinin öncüleri kabul edilen Genç Osmanlıların gençlikten uzak muhafazakarlığı meselesini, kuşağın diğer öncülerinden bazı alıntılarla bu yazıda tamamlamak ve akabinde günümüze bıraktıkları miras üzerinden bazı değerlendirmelerde bulunmak istiyorum.
Sentezci Muhafazakarlığın Temelleri Üzerine Son Notlar
Öncelikle, kısa süreli de olsa kuşağın en radikal üyelerinden biri olarak önce çıkan, Paris Komününe katılmış, Kayazade Reşat Beyin Paris’te Fransa Cumhuriyeti savunusuna katılmak amacıyla Ocak 1870’te Cumhuriyetçi general olan General Trochu’ya yazdığı mektuptan bir alıntıyı vermek isterim:
"General, Türk’üm ve vatanıma Fransa'nın yaptığı hizmetleri unutmadım. Minnet duygusunun ve büyük bir millete zaruri olan demokratik ruhun heyecanlariyle, general, sizden rica ederim, Fransız Cumhuriyetinin düşmanlariyle harbetmek için beni gönüllü olarak Fransız ordusuna alınız. Vatanperverliğiniz hakkındaki hayranlığımı ve cumhuriyetçi Fransa için beslediğim bağlılık duygularımı lütfen kabul ediniz general".
Bundan kısa süre sonra yuvaya (‘vatan’ına) dönmesinin ardından, çok eleştirdiği otoriter devlete entegrasyon konusunda pek sorun yaşamayan diğer Genç Osmanlılar gibi, Reşat da cumhuriyetçi fikirleri bu kadar açık şekilde ancak Fransa bağlamında dile getir(ebil)mektedir.
*****
Bu kuşağın temsilcileri arasında cumhuriyet konusunda belki de en sistematik metinlere imza atan Ziya Bey’in cumhuriyetçilik fikirleri de ancak yurt dışında (bir süre için yalnız kalarak) çıkardığı Hürriyet gazetesinde yer bulmuştur. Sonradan alacağı Paşa unvanından da anlaşılacağı üzere, despotik Abdülhamit rejimine entegrasyon konusunda büyük sorun yaşamayan Ziya Paşa, Mart 1870’te Londra’yı terk etmek zorunda kalarak Cenevre’ye gelmiş ve Hürriyet gazetesini orada yayınlamaya devam etmişti. Bu sırada gazetede yayınladığı “Cumhuriyet İdaresi ile Şahsi İdarenin Farkı” başlıklı makalesi, konuyla ilgili klasik alıntılardan birini oluşturur:
Cumhuriyet yönetiminde padişah, sadrazam, imparator falan yoktur. Memleketin imparatoru, sadrazamı, padişahı memleket halkıdır. Cumhuriyet idaresinde milyonlarca halk, birkaç menfaatperest kişinin esiri değil, hukuk ve hürriyetini korumakta serbesttir. Cumhuriyet idaresinde cebir ve zulüm ile asker yazmak ve yüz binlerce kişiyi kendi diyarlarından alıp, kışlalarda çürütme yönetimi yoktur. Zira memleket herkesin bulunduğu müddetçe, herkes askerdir. Cumhuriyet idaresinde, tersanenin ihtiyacı olan kereste için, halk angarya da kullanılamaz. Halat, kereste lazımsa, parasını devlet verir, halktan satın alır. Cumhuriyet idaresinde bir Millet Meclisi olur. Bunun üyelerini halk seçer.
Özellikle parlamentonun önem ve anlamı üzerinde duran Ziya Paşa, halk rejimi anlamında cumhuriyeti teorik olarak överken ve “İsviçre Cumhuriyeti” üzerinden somut örnekle faydalarını anlatmaktadır. Bu arada öne çıkardığı, halkın rejimi sahiplenmesi sonucu güçlü bir ordu ve devlet ortaya çıkacağı argümanı, meseleyi son tahlilde devlet merkezli düşündüğünü göstermektedir.
*****
Osmanlı söz konusu olduğunda parlamenter anayasal yönetim anlamında meşrutiyet savunuculuğunu aşamayan Genç Osmanlılar arasında cumhuriyet konusunda belki de en açık sözlü kişi olan Ali Suavi ile bu yazıyı bitirmek isterim: Genç Osmanlıların kafa karışıklığının timsali olan ve tarihyazımında eklektik düşünesi ile öne çıkarılan Ali Suavi, hem etnisite-merkezli ulusçuluk anlamında Türkçülüğün öncüsü hem de etnisite-üstü ulusçuluk anlamında Osmanlıcılığın savunucusu olarak görülebildiği gibi, bazen metinlerinde proto-sosyalist izler bile bulunabilen bir aktivist düşünür olarak öne çıkarılabilmektedir. İşte bu Ali Suvai, kendi çıkardığı Muhbir gazetesinde şunu yazabilmiştir:
“Evâil-i İslam’da şekl-i hükümet demokrasi idi. Yani padişah, sultan, melik yok, müsavat var idi.”
Bu sözleriyle aslında Ali Suavi, demokrasi ve cumhuriyet fikrini İslam’ın özünde arayan Genç Osmanlı kuşağının yerli ve milli retorikle Batı paradigmasını sentezleme anlayışını ortaya yansıtmaktadır. Halk tarafından anlaşılma ve kabullenilme kaygısı ile popülist hesap/oportünizm ile içselleştirilmiş bir sentezin bu anlayışın arkasındaki rolleri, ayrıca tartışılmaya değer bir konudur.
Bir yandan kanun yapma kuvvetinin Allah’tan geldiğini belirten Ali Suavi, diğer yandan bu kuvvetin yeryüzündeki temsiliyeti bağlamında oldukça radikal sözler eder: Kanun yapma kuvvetinin bir kişi tarafından temsil edilmesi durumunda monarşi, bir grup tarafından temsil edilmesi durumunda oligarşi ve tüm ahali (halk) tarafından temsil edilmesi durumunda cumhuriyet rejiminin söz konusu olduğunu belirtir. Ardından halk hükümeti olarak cumhuriyetten yana kendi tavrını açıkça ortaya koyar: Dünyada tek meşru hükümet, cumhuriyet hükümetidir.
*****
Genç Osmanlıların fikirleri ve mücadelelerine dayandığına inanılan ve Osmanlı-Türkiye tarihinde ilk demokrasi deneyimi olarak kabul edilen I. Meşrutiyet ve ardından gelen II. Meşrutiyet ile Cumhuriyet dönemlerinin (yönetici ve muhalif) aydınlarında gözlemlediğim çocukluk hastalığı olarak egalofobi ile ergenlik hastalığı olarak anti-emperyalizm anlayışları, bundan sonra da tarih terslerinin konusu olmaya devam edecek. Bu anlayışların köklerinde Genç Osmanlı kuşağının muhafazakar sentezci ve eşitlik karşıtı (kast-sistemi yanlısı) anlayışının yattığına inandığım için de öncelikle Genç Osmanlılara öncelik vermem gerekiyordu.
*****
Bir süredir bu köşede Osmanlı-Türkiye demokrasi tarihi tersleri bağlamında günümüz demokrasi ve cumhuriyet anlayışının mustarip olduğu bazı ‘hastalıkların’ köklerini tartışıyorum.
Bunu yaparken, yapısal gelişme ve sorunlardan çok, onların temelinde yatan zihniyetle ilgili sorunlara odaklanıyorum.
Bu doğrultuda, 1820’lerden itibaren devlet eliyle başlatılan idari-hukuki modernleşme sürecinin sonucu olarak yaşanan yapısal değişimin Osmanlı-Türkiye demokrasinin temelini oluşturduğundan hareketle şu tarih tersini yeniden hatırlamakta yarar görüyorum: Cumhuriyet’in kurucuları ve onların öncüleri olan Jön Türkler başta olmak üzere demokrasi ve cumhuriyetin kurucusu sayılan ve asker-sivil aydınların öncüsü konumunda olan Genç Osmanlılar kuşağı, tam da bu temel üzerine oturan süreçte sorunlu buldukları eşitlik anlayışına ve ‘aşırı’ Batıcılığa karşı ‘muhalifler’ olarak ortaya çıktılar.
Bu hatırlatmadan sonra, söz konusu sivil muhalif kuşağın, yani Genç Osmanlıların zihniyetiyle ilgili yazıları önemli bir tarih tersiyle bitirmek istiyorum: Genç Osmanlıların hastalıklı ve sınırlı demokrasi ve cumhuriyet zihniyetinin ve sentezci muhafazakar modernleşme projelerinin en iyi uygulayıcıları, modernist tarihyazımında ‘demokrasi düşmanı’ müstebit sultan olarak anılan II. Abdülhamit ile günümüzün otoriter rejiminin ‘diktatör’ lideri olarak eleştirilen Tayip Erdoğan olmuştur. Sentezci modernleşme konusunda olmasa bile diktatöryal cumhuriyet konusunda iki dönem arasındaki belirleyici aktör olarak Mustafa Kemal Atatürk de aynı zincirin ‘uyumsuz’ halkası kabul edilebilir.
Cumhursuz Cumhuriyetçilikten Cumhuriyetsiz Cumhura: Popülist Otoriterlik ve ‘Diktatöryal’ Yönetimeler
Zikrettiğim yöneticilerin aralarındaki önemli farkları şimdilik bir yana bırakarak, detaylı tartışılması gereken bu uzun dönem için şunları söylemek mümkündür: Bu kesintisiz çizgi üzerinde Türklük ve Müslümanlık bileşenlerinin değişik oranlarındaki karışımını yere ve zamana göre farklı karışım/sentez ile kullanan bu üç farklı dönemin yöneticileri, adına hareket ettiklerini veya temsil ettiklerini iddia ettikleri cumhuru/demosu/halkı/milleti hiçbir zaman tam demokrasi veya cumhuriyet için ‘hazır’ kabul etmedi ve karar süreçlerine ‘kayıtsız ve şartsız’ katmadı.
Kemalist elitizme tepki olarak ortaya çıkan, gücünü kıl payı da olsa çoğunluğun seçimlerdeki desteğinden alan ve cumhurun/halkın/demosun/milletin iradesini doğrudan temsil ettiğine (hatta o iradenin kendisinde cisimleştiğine) inanan günümüzün popülist otoriter yönetimi, seçmen desteği sayesinde ilk etapta cumhura rağmen cumhuriyet veya demosa rağmen demokrasi handikabını aşmış gibi görünür.
Ancak, bazen bu yönetim tarzı için kullanılan ‘seçimli otoriterlik’ kavramı veya değerli Taha Parla hocamızın deyişiyle “‘Rekabetçi otoriterlik’ safsatası” bile (tüm İslamcı ve Türkçü retoriğine ve buna dayalı taban desteğine rağmen kendini saraylara kapatmış ve devletin tüm şiddet araçlarını yeni elitlerin hizmetine sunmuş bir rejim olarak) aslında demokrasisiz Kemalizm’in yeni bir versiyonundan ibaret gözüken bu yönetimin melezlik veya ara rejim niteliklerini açıklayamamaktadır. Çünkü söz konusu olan düpedüz otoriterdir ve yirminci yüz yıl faşizmleri kadar totaliterliğe eğilimi, sadece popülist politikalarının başarı oranına bağlıdır.
*****
Genç Osmanlılardan itibaren Osmanlı-Türkiye tarihinde (retorik olarak) İslami ve (paradigmatik olarak) Batıcı bir karışım/bulamaç şeklinde karşımıza çıkan sentezci modernleşme anlayışı, siyasi düzlemde halk egemenliği (hakimiyeti milliye) bağlamında, cumhura rağmen cumhuriyetçilik veya demosa karşı demokrasicilik anlayışının hakimiyetine yol açmıştır. Böylece kısmen de olsa cumhura dayanan, ama apaçık ‘diktatörlükten’ ibaret olacak ‘bu rejim’, en dar manasıyla, yani hanedansızlık anlamında cumhuriyet olsa da en geniş anlamıyla, yani bir halk rejimi anlamında cumhuriyetin tam manasıyla mevcut olmadığı cumhur (seçmen) destekli ‘diktatöryal’ bir yönetimdir artık.
*****
Bu bağlamda Osmanlı-Tük tipi kast sistemi konusunda kopuşlardan çok devamlılıkların öne çıktığı Jön Türk ve Kemalist kuşaklar çizgisinde, Türkiye’de aynı sentezci modernist anlayışla, her zaman öz olarak eşitlik karşıtlığı ve cumhur korkusu üzerine kurulu elitist bir cumhuriyet ve demokrasi anlayışının hakim olduğunu göstermek tarih terslerinin amaçlarından biridir.
Ancak bu konuda yeterli tartışma yürütüldükten sonra, söz konusu cumhuriyet anlayışına tepki olarak siyaset sahnesine çıkan ve günümüzde hakim olan popülist otoriterliği anlamak mümkün olacaktır.
Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (İletişim için: [email protected])