Fadıl Öztürk
Serçe kaygısı
Cezaevi arkadaşlarımla buluşmak için, İzmir’den Kuşadası’na geçerken bir kuş kesti yolumuzu ve yazımın yönünü kendine çevirdi. Kuşlar bize yol göstersin.
Yolda çay molası için durduğumuz bir yerde, yuvadan düşmüş bir kırlangıç yavrusunu görmüş, bu yavru kuşu alıp alamayacağımızı garsona sormuş, olumlu cevap almıştık. Kırlangıç yavrusunu yanımıza almak için garsondan küçük karton bir kutu bulmasını istemiş, garson da bula bula kebapları paket yaptıkları köpükten bir kutu getirmişti bize. Kebap kutusunda kuş hava alsın diye birkaç delik açarak, yolumuza devam etmiştik.
Buluşacağım arkadaşımızla daha önce cezaevinde serçe yavrusu beslemiş, büyütmüş koğuşun yerlisi yapacak kadar tecrübe sahibi olmuştuk. Serçe bizim nezdimizde bir nüfustu, onunla beraber toplam 28 kişi olmuştuk, ama gardiyanlar sayımlarda bizi serçe ile beraber 28 değil, hep 27 kişi olarak sayıyorlardı. Neyse, bu hikâyeyi daha sonra yazayım size. Özetle dün bir kırlangıç yavrusu yolumuzu kesti ve yazımın yolunu kuşlara çevirdi. Kendimi birden bir serçe masalının içinde buldum.
***
Zamanın bir yerinde, hayvanların birbiriyle konuştuğu çok eski zamanlarda, bir serçenin başından büyük işlere kalkıştığını anlatır masalımız. Masalımız inananlara çok şey, inanmayanlara hiçbir şey anlatmaz…
Zamanın o masal yerinde kötülük bazen gök gürültüsü, şimşek, yağmur ve doluyla gökyüzüne hâkim olur, bezen de deprem, heyelan ve sel baskınlarıyla yeryüzünü ele geçirir. Serçe her su içtiğinde başını göğe kaldırdığı için, kötülüğün göğü ele geçirdiğini ve öfke ile yeryüzünün üstüne indiğini ilk gören hayvan olur. Başını yerden kaldırmadan otlayan, avlanan havanların bundan haberi yoktur. Serçe hemen orada, göğün bu öfkeli gelişini durdurmak, yeryüzünün o parçasını kurtarmak için sırt üstü uzanıp ayaklarını hızla inen göğü tutmak için havaya kaldırır.
Seçenin sırtını yere, ayaklarını göğe çevirmiş halini gören aslan alaylı bir biçimde serçenin ne yaptığını sorar. Serçe de göğü göstererek ‘gök hızla yere, bütün kötülüğüyle üstümüze iniyor. İndiğinde onu durdurarak yeryüzünü korumak istiyorum’ deyince aslan ‘Sen, o çöp gibi incecik bacaklarınla göğü tutup üstümüzden atarak bizi kurtaracaksın, öyle mi?’ deyip, başını göğe kaldırıp bakmadan, serçeye gülerek ormanda kaybolmuş.
Oradan geçen zürafa da merakını yenmek için serçeye eğilip, neden sırtını yere, ayaklarını havaya kaldırdığını sormuş. Serçe erinmeden ona da göğün bütün hiddetiyle yeryüzünün üstüne doğru geldiğini anlatmış. Zürafa başını kaldırıp gökyüzüne bakmadan serçeye katıla katıla gülerek onunla alay etmiş. Zürafa bununla kalmamış, çay demleyip yan gelip, yatarak serçenin daha ne kadar gülünç duruma düşeceğini gözleriyle görmek istemiş.
Kurt sinsice yaklaşmış zürafa ve serçeye, sohbetlerine kulak kesilmiş. Serçenin derdini anlayınca bırakmış avlanmayı, gülmekten yerlerde debelenmiş ama bir kere olsun başını göğe kaldırıp bakmadan oradan uzaklaşmış. Serçe, zürafa ve kurdu gizlice izleyen tavşan ‘serçe başına iş açacak’ diyerek serçeye hayıflanmış, ama o da başını kaldırıp gökyüzüne bakmayı aklına getirmemiş.
Sürüleriyle oradan geçen filler, serçenin derdini anlayınca ‘Bu gövdemiz ve kuvvetli bacaklarımızla bizim göze alamayacağımız bir şeyi sen mi göze alıyorsun?’ demişler ve serçeye gülerek oradan ayrılırken, dönüp gökyüzüne bakmayı bile düşünmemişler.
Develer tek ve çift hörgüçleriyle kendilerine rehberlik yapan eşeğe serçenin durumunu sormuşlar, rehber eşek durumu develere kısaca aktarmış. Dünyayı dert etmeyen develer bir an olsun serçenin kaygısını kaygıları yapmadan, öfkeyle inen göğe bakmadan, geviş getirerek rehber eşeğin onları götüreceği yere doğru yollarına devam etmişler. Rehber eşeğin dert etmediği bir şeyi develerin dert etmesini beklememek lazım.
Daldan dala atlayarak yaşayan maymunlar dahil hiçbir hayvan serçeyi ciddiye alıp, başlarını kaldırarak gökyüzüne bakmadan, günlük işlerine devam etmişler. Karıncalar da durumdan haberdar olmuş "ne yapabiliriz, serçeye nasıl yardımcı oluruz" deyip sonu gelmez toplantı üstüne toplantı yapmış ama işin içinden bir türlü çıkamamışlar.
Bu arada göğe hâkim olan kötülük olanca hızıyla yeryüzünün üstüne bir kâbus gibi iniyormuş. Kartallar, akbabalar, mağaralarda gündüz uykusuna yatan yarasalar, gece avlanan baykuşlar, hafızalarıyla yüz yıl yaşayan kargalar serçeye inanarak, canlarını kurtarmak için başka ormanlara hızla göç etmişler. Ağustos böceklerinin umurunda olmamış bu durum.
Kaplumbağalar çıktıkları yolculuğun bilmem kaçıncı kilometresinde duyunca göğün hiddetle yere inmesini, ters dönüp ayaklarını havaya kaldıramadıkları için, baş ve ayaklarını kabuklarından içeriye çekerek o kıyamet anını beklemişler. Beklemek uzun bir zaman, kıyamet sadece bir an.
Göğe hâkim olan kötülüğün indiğinin farkına varan ayakları olup, yürüyen bütün hayvanlar, serçenin yanında yan gelip yatarak çayını içip, serçeyle alay eden zürafa dahil serçe gibi sırt üstü uzanarak, bacaklarını göğe doğru kaldırmışlar, göğe hâkim olan kötülüğü hep beraber ayaklarıyla tutup hızla başka ormanlara savurarak kurtulmuşlar.
Bütün hayvanlar bir tehlikeyi savuşturmanın şaşkınlığı içindeyken, serçe teşekkürleri kabul etmeyi beklemeden, sırt üstü yattığı yeren kalkarak kötülüğün atıldığı ormana gitmiş, tecrübesiyle onları da uyararak kurtarmış. Durmamış serçe, dağları, büyüklü küçüklü şehirler kurtarmış kötülüğün hâkim olduğu gökyüzünden. Bir an olsun canını kurtarmaya çalışmamış serçe. Kötülüğün hızla üstümüze geldiği bugünlerde, her zamankinden daha fazla serçe kaygısı duyma günüdür.