'Sesini Yutmayan' kadınlar

'Her iki oyunun ve aynı tarihte doğmuş iki oyuncunun, Samsun’da ve Mersin’de geçen çocukluk ve ilk gençlik yıllarından başlayarak İstanbul’da bir Türkiye panoraması izliyoruz.'

Geçmiş, farkındalık içermeyen bir zaman dilimidir. Maruz kalır ve orada bırakırız. Geçmişteki edim ve duygularımızı anlamlandırmamız içinse zamanla şekillenip olgunlaşan yetişkin benliğe erişmiş olmamız gerekir. Çocukluk anlarının, olayların, görüntü, ses ve kokularının bıraktığı duygular bu yolla su yüzüne çıkar. Ergenlik denen mayın dolu tarladan yekpare çıkabilen yetişkin ben, anlayarak bakmaktadır artık, ardında bıraktığı ve yine de iç içe yaşamayı sürdürdüğü ergene. Genellikle orada koyu renkli bir hesaplaşma vardır: Annemle babam bana şunu yapsaydı ya da bana şunu yapmasalardı… Geçmişteki çocukluğumuza bu yüzden genellikle acırız. O küçük çocuğun kim ne derse desin hakkının yendiğini görmekteyizdir artık.

Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur

Şule Ateş’in dramaturjisi ve yönetmenliğinde, Pınar Göktaş’ın yazıp oynadığı Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur’u yazının girişindeki paragrafı düşünmemi sağladıysa da aslında eğlenceli bir oyun. Bahçe Galata’nın oyuncu ile seyirci arasına set çekmeyen sahnesi, seyircinin oyuncunun hikâyesine yakınlığını da beraberinde getiriyor. Oyun, Pınar Göktaş’ın kendini tanıtması ve seyirciye "içinizde aşka inanan var mı?" sorusuyla açılıyor.

Oyuncunun, kendi yaşamında vardığı nokta, aşkın epeyce sorgulanması gereken bir şey olduğudur. Çocukluğunda izlediği filmlerin etkisiyle şekillenen romantik bir ilk gençlikten sonra, sanatçı genç bir kadın sahnede, aşkı ve cinselliği keşfediş hikâyesini, duygusal dünyasının dinamiklerini, 1990’lar, 2000’ler Türkiye’sinde, Samsun’da, orta sınıfa mensup çocuk/genç kız ve günümüzde kentli bir kadın olarak yaşadıklarını yalın bir dil ve eğlenceli bir üslupla anlatıyor. Ergenliğini aktardığında, fonda Tarkan’ın dans şarkıları çalarken yetişkinliğe gelindiğinde yine Tarkan’dan "Dönülmez Akşamın Ufkundayız"ı duyuyoruz. Tarkan da biz de music clublarda dansa giden zamanlarımızdan, meyhanede masa başı sohbet etme yaşlarımıza gelmişizdir çünkü.

On İkinci Ev

Salih Usta’nın yönettiği, Melek Ceylan’ın anlatıcı/oyuncu olduğu On İkinci Ev, Özlem Gülseven dramaturjisi ve Esra Yıldırım’ın metin danışmanlığıyla tasarlanmış bir diğer otobiyografik performans.

Küff Kolektif’in asma katındaki cam duvarın karşı-aşağısından izliyoruz oyuncuyu. Camın ardından bize sesini duyurmaya çalışan oyuncunun, ezgisi güzel bir şarkıyı söylemesiyle başlıyor oyun. Oyuncu, çocukluğunu, kültürel ve sınıfsal aidiyetliklerini valizinden çıkardığı kalemle cama çiziyor. Bazen sesini yükseltiyor ama yarı dilsiz oyunun buna çok da ihtiyacı yok. Sözcükler dozunda ve gerektiği yerde devreye giriyor. Oyuncunun koreografisi etkileyici performansında, Mersin’deki aileye, çocukluktan taşınan iz bırakmış travmalara, kültürel kodların üste yapışan muhafazakâr yapma-etme’lerine karşı duruşuna, sesini arama-bulma-duyurma çabasına tanık oluyoruz. Sanatçı bir genç kadının, tiyatro yapabilmek için İstanbul’a gelişi ile başta geçim-ev-kira gibi dertlerle boğuşmasını, bu arada olmak istediği kişiden uzaklaşmama çabasını izliyoruz.

Yeni Bir Modern Kültür

Kültürel ayrılıklar her zaman vardır. Fakat Türkiye’de artık durum, kültürel ayrılığı da geçmiş görünüyor. Birbirinden apayrı, iki farklı damar var. Biri, hepimizin tanıdığı, maruz kaldığı, muhafazakâr ve ötekini reddeden, yok sayan, püskürten damar. Bir diğeri ise, kentli, orta sınıftan gelse de geçim açısından orta sınıfın da aşağısında olmakla birlikte kültürel açıdan birikimli, sesini ne şekilde duyuracağını bilen, tasarlayan damar.

Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur, pandemiden önce sahnelenmeye başlamıştı. On İkinci Ev pandemi ile birlikte tasarlanmışsa da her iki oyunun ve aynı tarihte doğmuş iki oyuncunun, Samsun’da ve Mersin’de geçen çocukluk ve ilk gençlik yıllarından başlayarak İstanbul’da bir Türkiye panoraması izliyoruz. Türkiye’nin muhafazakârlığını yaran yeni bir modern kültürün çiçeği burnunda ürünleri.

Geçmiş dönemlerin toplumdan-bireye anlayışı, yerini bireyden-topluma bıraktı. Toplumsal değişimi hep birlikte hissettiğimiz bu zamanlarda, otobiyografik anlatımları bu yüzden önemsiyorum. Dolayısıyla her hikâye aynıdır/ her hikâye farklıdır. Samsun’dan ve Mersin’den İstanbul’a Lilith kızları sahnede cesaretle kendi hikâyelerini anlatıyor. Duyuyor musunuz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi