şiddet tekeli üzerine düşünürken…

erkeklerin şiddet tekelini kırmak için yapılabilecek onlarca şey içinde hukuksal çerçevede olanlar, devletin, yerel yönetimlerin gerçekleştirebileceği şeyler var.

konunun sonundan başlayacağım. son yıllarda en müsrifçe kullanılan kavramlardan biri "liberalizm" oldu ve har vurup harman savrulan birçok kavram gibi içeriksizleşti. ben liberalizmi üç temel noktayla tanımlamak gerektiğini düşünüyorum. bunlardan ilki, şiddet tekelinin neden devlette olduğunu yani devletin işlevini sorgulamamak ve böylece mücadele eksenini vatandaş ve devlet arasında tanımlamak. ikincisi birincisinin doğal sonucu; şiddet dışındaki baskı biçimlerini ve sömürüyü gözardı etmek ve son olarak da şiddet tekelinin sadece devlette olmadığını, egemen sınıfların -burjuvazi ve erkekler- dolaysız DA şiddet uygulayabildiklerini görmemek. özgürce şiddete başvurabilmek, zaman zaman egemen ulusun başka halklar ve etnisitelere karşı da kullandığı bir hak. örneğin, israilli yerleşimciler filistinlilerine evlerini yıkmakla kalmıyor, şiddeti bir genci yakmaya kadar götürdükleri oldu. kendilerini "türk" olarak tanımlayan bir topluluk da mesela, pekala cezasız kalacağını bilerek, bir grup kürde şiddet uygulayabilir, değil mi?

nitekim, özel güvenliğin olmadığı işyeri çok az, bunlar, işçilere iş bırakmaya falan kalktıklarında şiddet uyguluyor. ama tabii esas üstünde durmak istediğim mesele erkeklerin şiddet tekelini ellerinde tutması. bu aslında göründüğünden daha karmaşık bir mesele.

erkek şiddetinin cezasızlığı, buna karşılık kadınlar kendilerini savunduğunda mümkün olan en ağır cezalara çarptırılması, nasıl desem, buzdağının görünen yüzü. evet, bunu tersyüz ederek, uzaklaştırma kararı vb. önlemleri hakkıyla uygulatarak çok fazla şeyi değiştirebiliriz. ama en iyi ceza hukuku düzenlemeleri altında bile erkek şiddetini tamamen ortadan kaldırmamız mümkün değil.

dövüş sanatları öğreten bir hoca kadın-erkek karışık bir sınıftan, ilk derste, yanına gelip göğsüne vurmalarını ister. erkeklerin tamamı bunu yapabilir, kadınların hiçbiri yapamaz. bu tesadüf ya da fıtrata dayanan bir hâl değil. ardında, yetiştirilme tarzı, bedenle ilişki ve toplum tarafından belirlenen başka onlarca şey yatıyor. bildiğiniz haller, mesela oğlan çocukları şiddete dayanan oyunlara yönlendirilirken kızlar evcilik gibi, kendilerini gelecekte sömürülmelerine hazırlayan oyunlar oynuyor. bir de, biraz daha az bilinenler var; örneğin erkeklerin spora daha fazla teşvik edilmesi, daha fazla spor imkânı bulabilmeleri gibi. daha da az düşünülenler var; kız çocuklara, özellikle büyürken, bedenleriyle ilgili, bedenlerinin içinde rahat edememelerini sağlayan yaklaşımlar, tacizler.

yani birçok kadının, kendisinden ufak tefek bir adamla bile baş edememesinin, kendisine vurulmasından daha çok vurmaktan çekinmesinin tohumu çocukluk yıllarında atılıyor, o tohum toplum içinde birbirini aşılayarak serpiliyor. bunlar kızların –dövüş sanatları da dahil olmak üzere- güçlendirici bedensel faaliyetlere yöneltilmesiyle değişebilir. ileri yaşlarda savunma eğitimi almak da etkili, dolayısıyla örneğin yerel yönetimlerin, kadınlar için geliştirilmiş savunma sanatlarının eğitimini ücretsiz sunmasını talep edebiliriz.  

ama fiziksel olan, işin çok küçük bir kısmı. kadınları toplumsal anlamda güçsüzleştiren her şey, eğitimsizlik, mesleksizlik, ücretsizlik, çaresizlik, evliliğin tek geçim ve var olma alanı olarak dayatılması –söylemeye bile gerek yok- erkek şiddetine zemin hazırlıyor. erkek çokeşliliğinin olağan sayılması, kadının tekeşliliğe hatta esas olarak eşine hizmete mahkum edilmesi "namus" uğruna cinayet işleme bahanesini güçlendiriyor. 

ama tabii en az bunlar kadar belirleyici olan şey, evde, sokakta, sinemada, televizyon dizilerinde, romanlarda erkek şiddetinin normalleştirilmesi, olağanlaştırılması, gerekçelendirilmesi, aklanması. sizin de dikkatinizi çekmiştir, bazen kurguda erkek şiddetiyle gerçek hayattan daha fazla karşılaşabiliyorsunuz.

ama iş bununla sınırlı değil. belgin doruk’un göksel arsoy’un göğsüne vurduğu minik, çaresiz, salak yumrukları hatırlıyor musunuz? şimdi gülünç bile görünebilen bu sahnenin, yani bir kadının bir erkekle fiziksel olarak baş edememesinin, hatta genellikle hiçbir türlü baş edememesinin romantik bir kalıp olduğu, erkeklerin kadınları kötü erkeklerden kurtardığı falan binlerce şey okuyup izlemedik mi? kadınların erkeklere muhtaç, onlardan zayıf, akılsız, artık aklınıza ne gelirse olduğu, güzel olma mecburiyeti içinde bulunduğu heteroseksüel romantik kalıplar daha dizilere falan gelmeden masallarla yerleşiyor bilinçdışımıza ve eşcinsel ilişkilere de sızıyor. ve patriyarkal sömürünün ihtiyaç duyduğu rıza mekanizmasının ilk dişlilerini oluşturuyor. yani dünyalar güzeli bir kadının, kendisinden bir baş uzun, en az birkaç yaş büyük bir adamı ilgiyle dinlediği her fotoğraf da… evet, o egemenlik ilişkisine hizmet ediyor.

patriyarka kadınları baskı ve sömürü altına alır, erkeklerin de hayatını sınırlar. ama o kadar. patriyarkadan erkekler yararlanır, şiddet tekelinin erkeklerin elinde olması erkeklerin işine yarar, onların hayatını kolaylaştırır. (şunu da hatırlatayım: oğlan çocuklarının yaşları küçük olduğundan az ceza alacakları için "namus" cinayeti işlemeye zorlanmaları erkeklerin mağduriyeti değil, patriyarkal ailenin reisi olan erkeğin/erkeklerin kadın ve çocuklar üzerindeki tahakkümünün sonucudur.) siyasal iktidarlar erkeklerin oyuna talip olduklarında onların egemenliğini, şiddet hakkını pohpohlayan şeyler söylüyor ama o kadar. ve bu işin özüne dair bir durum değil.

erkeklerin şiddet tekelini kırmak için yapılabilecek onlarca şey içinde hukuksal çerçevede olanlar, devletin, yerel yönetimlerin gerçekleştirebileceği şeyler var ve sokak eylemlerinde, protestolarda talep edilmesi, istanbul sözleşmesi’ne sahip çıkılması çok önemli.

ama iş bununla bitmiyor. eylemle kazanamayacağımız ve yok edemeyeceğimiz şeyler var. mesela erkek şiddetine yönelik toplumsal onay. döne döne yazıyorum, bıktırdıysam affedin. patriyarkanın ideolojik araçları en az şiddet tekeli kadar güçlü, köklü, onu besliyor. bu mücadele çok yönlü, herkese, her kuruma düşen iş var ve bunların içinde en etkisizi siz de takdir edersiniz ki, kınama.

şunu biliyoruz ve kimsenin unutturmasına izin vermeyeceğiz: öfkemize sahip çıkarak, onu tarihsel mücadele mirasımızla yönlendirerek yapabileceklerimiz, gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan, hazzın, mutluluğun ve huzurun hak olduğu o dünyayı da örecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi