Enver Topaloğlu
Şiirlerde şehirler -3-
Şehirlerin modern Türkçe şiirde nasıl yer bulduğuna ilişkin iz sürerken sözün alanı ne kadar genişletilirse genişletilsin ağırlığın İstanbul’da olduğunu bir kez daha görüyoruz. Bu arada değinmeden geçmeyelim. Modern Türkçe şiirde, tematik sınıflandırmalara dayalı araştırma, inceleme tarzı çalışmalar pek önemsenmemiş, önemsenmiyor olmalı ki bu yönde kaynaklar son derece sınırlı.
Örneğin İstanbul başta olmak üzere birkaç şehir hariç antoloji, seçki benzeri çalışma bulmak zor. İstanbul konulu şiir antolojisi ya da derlemesi de yok denilmeyecek kadar. Onların da kapsamı sınırlı. Kaldı ki bu tür çalışmaların güncellenme gereksinimi de söz konusu. Örneğin modern Türkçe şiirin belleğinde daha önce Kemal Özer’in hazırladığı “Şiirlerde İstanbul Antolojisi” bulunuyor. Aradan onlarca yıl geçmiş. Yenilenmeye muhtaç.
Belki az olan çalışma değil de yayın sayısı demek daha doğru. Yayın azlığının, yayınevlerinin şiir konusundaki “satış” kaygısından kaynaklı olduğu tahmin edilebilir. Şiir olduğu gibi şiir üzerine yapılan araştırma, inceleme, derleme çalışmalarına da uzak durdukları görülüyor.
ŞİİR YAZINI
Netice itibarıyla ne yazık ki gelişmiş bir “şiir yazını” ya da şiir edebiyatından söz edebilmemiz çok mümkün değil. Hiç yok değil, ama olanlar yeterli mi denilirse… Bizim karşılığımız belli; hayır.
Şiir edebiyat değil, kabul. Ama bir “şiir edebiyatı” elbette olmalı. Hem de canlı, yani saati zamanın bir yerinde durmamış bir şiir edebiyatı… Şiir incelemelerinden, araştırmalarından, eleştirilerinden, tematik çalışmalardan, odağında şiirlerin, şairlerin olduğu anılardan, günlüklerden, tartışmalardan oluşan bir şiir yazınının, şiirin daha da yüksek uçmasına katkıda bulunacağı son derece açık.
GEZEN, GÖREN, İZLEYEN, BETİMLEYEN ŞİİRLER
Şiirde şairlerin ait oldukları ya da kendilerini ait hissettikleri şehirlerden söz ettikleri gibi gezdikleri, gördükleri şehirlerle ilgili izlenim, anı, deneyim aktarımlarının izinde ilerlemeye çalışıyoruz. Ancak modern Türkçe şiirde şiirlerin coğrafyasının şairlerinki kadar geniş olmadığını söyleyelim. Bunu yazarken akla Ahmet Kutsi Tecer’in “Orda bir köy var, uzakta” dizesiyle başlayan şiiri geliyor. Modern Türkçe şiirde, şairlerin yapıtlarında belirli şehirlerin dışına pek çıkmadıkları, şehirler ya da taşra söz konusu olduğunda çoğunlukla, “Orda bir köy var, uzakta” anlayışının arkasında sıralandıkları dikkati çekiyor.
Soru kendiliğinden geliyor. Gidilmese, görülmese, “gezilmese, tozulmasa” bile o köy nasıl bizim oluyor? Sorunun yanıtı Ahmet Kutsi Tecer’in şiirinde dile getirilmiyor. İpucu da yok. Onun için böyle bir soru yok aslında. Tecer, dolaylı olarak ulusal haritada yer aldığına göre en ücra köy de bizim, yani birinci çoğul öznenin diyor. Diyor ve Tecer’in anlayışına göre konu kapanıyor.
Sorunun içyüzü şu aslında: Şair haritaya bakıyor, ulusal haritaya. Elbette o ulusal haritaya bakışın da bir ideolojisi var: Ulusçuluk. Şiirin yazıldığı yılları ve CHP logosundaki okları hatırlayalım. Biz sözü uzatmayalım. Devamını siz getirin. Tecer’in şiirinin ilk betiği şöyle:
Orda bir köy var, uzakta,
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.
Tecer, şair olarak soyut biçimde kurulmuş bağlılığı yeterli görüyor. Deneyim, yaşantı, anı, gözlem, izlenim söz konusu değil. Anlaşıyor ki buna gerek duymuyor. Hatta, “ne lüzum var ki” diyor sanki. Bu yaklaşımın aslında modern Türkçe şiirde genel bir eğilim olduğunu, o nedenle, ancak çok az şair tarafından, çok az sayıda şehrin şiirlere, örneğin bir “hayat sahnesi” olarak yansıtılmış olduğunu söyleyebiliriz… Söyleyebilir miyiz? Yöntemimizi tarif etmemiz gerekse, derdik ki bizimki soruları birebir yanıtlamaktan önce yeni soruların önünü açma çabası. Amacımız irdelediğimiz konu çerçevesinde iz sürerken oluşan soruların karşılıklarının aranmasına vesile olmak…
İstanbul’u saymazsak modern Türkçe şiirde ön plana çıkan bir başka şehir de İzmir.
ADIYLA ANILAN İKİ ŞEHİR
İzmir’in modern Türkçe şiire nasıl yansıdığına örnekleriyle ve ayrıntılı olarak döneceğiz.
Şairin şiirle birlikte İstanbul ve İzmir dışına çıktığı, okurunu da beraber götürdüğü ve adı verilerek anılan iki şehirden söz edelim. Bu iki şehirden biri Diyarbakır. Diyarbakır için Ahmed Arif’in şiirinin omurgasını oluşturan şehir de diyebiliriz. Orhan Veli’nin bilhassa “İstanbul Türküsü” başlıklı şiirine nazire yaptığını da düşündüren bir şiirdir şairin “Diyarbekir Kalesinden Notlar ve Adiloş Bebenin Türküsü” başlıklı şiiri. Ahmed Arif yapıtında şiiri de, okuru da Anadolu’nun uzak, ama kadim bir şehrine götürür. Bu şiirin yazıldığı dönem itibarıyla hayli yeni bir yaklaşımdır. Başka benzer denemeler de vardır, ama Ahmed Arif’in girişimi deneme olmayı aşar. Şiiri kısa bir bölüm okuyarak hatırlayalım:
1.
Varamaz elim
Ayvasına, narına can dayanamazken,
Kırar boynumu yürürüm.
Kurdun, kuşun bileceği hal değil,
Sormayın hiç
Laaaaal...
Kara ferman çıkadursun yollara,
Yarin bahçesi tarumar,
Kan eder perçem
Olancası bir tutam can,
Kadasına, belasına sunduğum,
Ben öleydim loooy...
Elim boş,
Ayağım pusu.
Bir ben bileceğim oysa
Ne afat sevdim.
Bir de ağzı var dili yok
Diyarbekir Kalesi...
2.
Açar,
Kan kırmızı yediverenler
Ve kar yağar bir yandan,
Savrulur Karacadağ,
Savrulur zozan...
Bak, bıyığım buz tuttu,
Üşüyorum da
Zemheri de uzadıkça uzadı,
Seni, baharmışın gibi düşünüyorum,
Seni, Diyarbekir gibi,
Nelere, nelere baskın gelmez ki
Seni düşünmenin tadı...
3.
Hamravat suyu dondu,
Diclede dört parmak buz,
Biz kuyudan işliyoruz kaba - kacağa,
Çayı kardan demliyoruz.
Anam sır gibi saklar siyatiğini,
"Yel" der, "Baharın geçer".
Bacım, ikicanlı, ağır,
Güzel kızdır, bilirsin.
İlki bu, bir yandan saklı utanır
Ve bir yandan korkar
Ölürüm deyi.
Bir can daha çoğalacağız bu kış.
Bebeğim, neremde saklayım seni?
Hoş gelir,
Safa gelir,
Ahmed ARİF'in yeğeni...
Ahmed Arif yalnızca Orhan Veli’nin şiirine içkin bakışın yönünü değiştirmez. Bakılan alanı da, bakış açısını da değiştirir. Ahmed Arif’in şiiriyle birlikte modern Türkçe şiirde söz değişir, dil değişir, imge yapısı değişir, ama daha önemlisi ses değişir. Ahmed Arif, modern Türkçe şiirdeki sesi, Nâzım Hikmet’in şiirindeki seviyeden aşağıda olmayan biçimde bir kez daha “meydan sesine” döndürür. Bir şehrin sesine dönüştürür de diyebiliriz.
Şiirde adı anılarak kalmayan, bizzat şairin yapıtına konu olan diğer şehir Bursa’dır. Şiir de tahmin edileceği üzere Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Bursa’da Zaman” adlı şiiridir. İki şair gibi, iki şiirin aslında bir arada anılmasına, şehirlerden bahsetmelerinin yanı sıra sebep olarak sesin üstlendiği rol gösterilebilir. Yoksa iki şiir de, şair de birbirlerine bir hayli uzaktır. Öyle ki bahse konu şiirlerin aynı dilin havuzundan olup olmadıkları bile tartışılabilir.
Ahmed Arif’in şiirini yazdığı Türkçeyle Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yazdığı Türkçe aynı değildir dahi denilebilir. Üzerinde düşünmeye değecek bir konu.
İki şair de şiirlerinde odağa yerleştirdikleri şehirleri bir yandan betimlerlerken bir yandan da yeniden kurmuşlardır. Her iki şairin de şiirinde ses önemli bir rol oynar. Sözü daha fazla uzatmadan Tanpınar’ın şiirini de bir betikle hatırlayalım:
Bursa'da bir eski cami avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdıyan su;
Orhan zamanından kalma bir duvar...
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinde gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarîlerin en ilâhisi.
Tanpınar, çeşmeden akan suyun sesinden oluşan müzik eşliğinde bir atmosfer oluşturuyor. Konu ettiği şehri o atmosferde yeniden kuruyor. Tanpınar’ın şiirinde aslında bir yandan bir “ses” de anlatılıyor diyebiliriz… Hatta anlatının kendisine dönüşüyor da diyebiliriz. “Bursa’da Zaman” şiirine ilişkin incelemelerde üzerinde durulan daha çok “zaman” ve “rüya” fenomeni olmuştur. Tanpınar’ın aslında geçmiş ya da tarih anlatısı için bir tür perspektif sunduğunu da kaydetmek gerekir. Bununla beraber şunu da ekleyebiliriz. “Bursa’da Zaman” adlı yapıtta zamanın da, rüyanın da anlatıldığı metinsel zemin şiirdir, tamam. Ama anlatıcı özne sestir. Anlatıcı özne olarak şiiri kuran, devindiren ses önemli bir rol oynar… Okuru şiirin anlatıcı öznesi yönlendirir. Aslında Tanpınar’ın şiirinde de büyülemekten, büyülenmekten medet umulur…
Diyarbakır ve şiir deyince Yılmaz Odabaş’ın “Ne deniz olabildin / ne deniz kalabildin” dizelerinin yer aldığı “Bir Nehrin Tükenişi” başlıklı şiirini anmadan geçmeyelim. Şiiri besteleyen Ahmet Kaya’yı da selamlayalım. Odabaş’ın hüzün ve sitem dozu yüksek şiiri “Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen; /
oysa ne çok sevdim ikinizi de bir bilsen..” dizeleriyle biter.
Devam edeceğiz, başka hangi şairlerde, hangi şiirlerde, hangi şehirler var… “Ayaklanın taşra şehirleri” diyen şairi unutmadık…
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.