Gün Zileli
Sınıf ve özgürlük
Bir arkadaş, Twitter'da, geçen haftaki “Devlet-Özgürlük İlişkisi” yazımın altına şu notu düşmüş:
“Hangi devlet, kimin özgürlüğü ya da hangi özgürlük, kimin devleti. 17 Bolşevik devriminden sonra işçi sınıfının devleti kime özgürlük tanımalıydı, burjuvaziye ve feodal beylere mi? demek istediniz.”
Soru sormadan düşünmek olmaz. Bu bakımdan, katılmasam da, bana yönelik bu tür soruları gördükçe sevinirim. Her şeyden önce, düşünmemi sağlar çünkü.
“İŞÇİ SINIFI DEVLETİ” Mİ?
“17 Bolşevik devriminden sonra işçi sınıfının devleti…” ifadesinin üzerinde durmalıyım önce. Okur arkadaş, Bolşeviklerin “işçi sınıfı devleti” söylemini otomatikman gerçek olarak kabul etmiş. Öyle miydi acaba?
Nasıl, bir devlet kendini “ulus”un temsilcisi olarak ilan ettiği için otomatikman “ulus”un temsilcisi olmazsa, herhangi bir devlet ya da rejim kendini, “işçi sınıfı devleti” ilan etti diye otomatikman öyle olmaz. Bunun olgularla kanıtlanması gerekir.
Benim olgulardan çıkarttığım sonuç, 1917’den sonra kurulan devletin, her ne kadar bayrağında işçi ve köylüleri temsilen “orak-çekiç” bulunsa da, gerçeklikte işçi ve köylülerin değil, yeni egemen parti komiserlerinin (1917 devrimini hararetle destekleyen, İç Savaş’ta cephelerde Beyazlara karşı kahramanca savaşan ve üç dört yıl içinde hayal kırıklığına uğrayıp 1921’de rejime karşı isyan eden Kronsadtlılar, bu rejime “Komiserokrasi” adını takmışlardı), yeni bürokrasinin ve nomenklatura denen yeni sınıfın devleti olduğu yönündedir. Elbette bu, uzun bir tartışmanın konusudur. Şimdilik bunu söyleyip “özgürlük” mevzuuna geçeyim.
“ÖZGÜRLÜK TANIMAK” MI?
“İşçi sınıfı devleti kime özgürlük tanımalıydı” diye sormuş arkadaş. Hemen belirteyim ki, özgürlük, birilerinin bir başkasına tanıdığı bir şey değil, toplumsal gelişmeler ve mücadeleler sonucunda kazanılan bir şeydir. Kimse kimseye “özgürlük” bahşetmez veya bahşedemez. Hani solun ünlü bir sloganı vardır, “hak verilmez alınır” diye ya, işte aynen öyle!
“BURJUVAZİNİN VE FEODAL BEYLERİN” ÖZGÜRLÜĞÜ?..
Arkadaş, devamla, “burjuvaziye ve feodal beylere mi demek istediniz?” diye sormaktadır.
Aşağı yukarı “öyle demek istediğimi” söyleyebilirim. Sınıf mücadelesi ne kadar acımasız olursa olsun, “devrimci bir iktidar” (biraz oksimoron kokusu var elbette bu deyişte!) hiçbir gerekçeyle ya da “geçici” olduğunu söyleyerek de olsa, yurttaş özgürlüklerine, siyasi özgürlüklere ve ifade özgürlüğüne dokunamaz. Dokunduğu an, “devrimci bir iktidar”dan zorba bir iktidara dönüşür. Daha da kötüsü, “dokunulan” özgürlükler, eski hâkim sınıflarla kısıtlı kalmaz, kısa sürede tüm topluma teşmil olur. İşçi ve köylüler ve onların ifade özgürlüğü de böylesi bir yasaktan nasibini alır. Diktatörlük tüm topluma yayılır. Sadece iktidardaki partinin ve basınının “söz özgürlüğü” kalır ki, o da kısa sürede monolitik bir hal alır, yani bizatihi egemen parti de özgürlüksüzlük ortamına tabi hâle gelir.
Bir bardak suya bir damla da olsa zehir damlattığınızda bu zehrin tüm suya yayılacağı ve onu içen herkesi zehirleyeceği açıktır.
Şu itiraz ileri sürülebilir: Bırakalım da konuşsunlar, basınlarıyla kitleleri zehirlesinler mi?
Ben böyle bir özgürlüğün zehir değil, panzehir etkisi yapacağını düşünürüm. Çünkü böylece, onların size ya da yeni rejime karşı kullanacakları en güçlü argüman, “özgürlüklerin bastırıldığı” argümanı ellerinden alınmış olacaktır. Onların “öldük”, “bittik”, “mahvolduk” bağırışlarına kimse inanmayacaktır. Halk, “basınınız serbest, siz de ağzınıza geleni söylüyorsunuz, daha ne?” diye soracaktır.
TEK PANZEHİR: ÖZGÜRLÜKLER!
Eğer Bolşevikler, İç Savaş ortamında bile genel özgürlüklere saygılı davransalardı, Beyaz Ordular o kadar güç toplayamayacak, o kadar direnemeyeceklerdi. Beyaz Ordulara güç veren, Batı’nın desteğinden çok, Bolşeviklerin baskıları ve özgürlükleri yasaklamaları olmuştur.
Her türlü demagojinin önüne geçecek tek panzehir özgürlüklerdir.
Sınıfın en önemli silahı da, tabanca tüfek değil, özgürlüklerdir. “Sınıf adına” özgürlüklerin ilgası, bizatihi sınıfın bastırılması ve silahsızlandırılması, manevi olarak çökertilmesi anlamına gelir.
Gün Zileli: Gün Zileli: 24 Ekim 1946, Ankara doğumlu. 1968 gençlik hareketinde yer aldı. 1990 yılında İngiltere’de sığınmacı oldu. 1992 yılında anarşizmi benimsedi. 2000’li yıllarda altı kitaptan oluşan otobiyografisini yazdı. Romanları, özellikle Sovyetler Birliği’ndeki Gulag kampları hakkında biyografik çevirileri var.